Taraf'ın tarafsızlığına

Bugün gazetelerin pek çoğunda DTP-AKP gerilimi gündemi belirlemiş durumda. Bu gerilimin gazetelerin olduğu gibi toplumun gündemini de her geçen gün daha fazla belirlemeye başladığı ortada. Ancak bu gerilimin siyasi tonu ve şiddeti belirginleştiği oranda kimin ne dediğinin belirsizleşmeye başladığı da söylenebilir.

Bu durum, mesele hakkında kalem oynatmaya niyetlenen yazarların birden çok defa önlerine çıktığı açıkça anlaşılan kırmızı çizgileri aşmak konusundaki tereddütleri ile bir ölçüde açıklanabilir. Ancak işin öbür tarafında kırmızı çizgilerle haşır neşir olan yazarlar var. Onlar da kelimelerini yutmaya başladılar.

Bugünkü yazısında Ahmet Altan en zor şeyin "karşı karşıya gelen iki taraftan birini haklı bulamamak" olduğunu saptamış ve bu zoru başarmanın da kendilerine düştüğünü söyleyerek "böyle bir ülkede herkesi kızdırmayı göze alamadan, tümden taraftarsız kalmayı kabullenmeden inandıklarını söyleme imkanı bulunmuyor" buyurmuş.

Hoş buradaki saptamanın tarafsızlıkla mi yoksa taraftarsızlıkla mi ilgili olduğunu anlamak biraz zor. Ama en az o kadar kolay olan şey, Taraf için bu tarafsızlık demagojisinin taraftarsız kalmakla alakalı olduğunu saptamak olmalı.

Ne diyor, Altan? İç savaşı andıran görüntüler meğer seçim savaşıymış. Güneydoğu'da iki parti seçim kavgasına tutuşmuş. Bu kadarını hiç zorlanmadan anlayıp AKP'nin Ankara'nın batısında muhalif doğusunda sistem partisi olmasını anlayamamasina Altan'ın şaşırmak gerek doğrusu.

Başta doğru soruları sormaya başlamasını önererek devam edebiliriz.

Şu devleti tırnaklamak meselesi de gerçekten ilginç bir boyut almış durumda. Devletin tanımı üzerinde zaten anlaşmanın güç olduğu düşünülünce tırnağın içinde kalan kısmının ne olduğunu anlamak da bir bulmaca konusu oluyor. Neyse ki, fazla zorlayıcı değil Taraf'ın yorumu. Herkesin devleti kendine olsun, Altan'ın tırnakları arasındaki devlet ordudan müteşekkil anlaşılan. Devletin daralan anlamını ordunun genişleyen imgesiyle birlikte düşünmek koşuluyla elbette. Esas duruşa devam edilen üniformasız üslerin tabloya dahil edilmesi şart yani!

Toplumdan bütünüyle kopuk, siyasal arenayı yalnızca bir manipülasyon alanı olarak gören ve kuran ve yalnızca kendi varlığını sürdürmek üzere komplolar, darbeler yapan, tek amacı kendi vesayetini korumak olan tasavvuruyla bir E-devlet ya da (daha anlaşılır olacaksa) Er-devlet mümkün müdür bilinmez ama her devletin toplumla organik bir bağının olduğunu söylemek siyasal alanı o yaratılmak istenen "gerçek vatandaş" için erişilebilir kılmanın ön koşulu olmalı.

Böyle olmayınca Altan şöyle yazıyor "anlayabildiğim kadarıyla, 'devletle iyi geçinip' bu seçimleri kazanmayı hesaplıyor." AKP'nin bu seçimleri kazanmayı hesapladığına kuşku yok ama Altan'ın anladığı kuşkulu. Demokratik çözüm yazılı tişörtlerle sokakta çatışmayı da anlamadığı gibi.

Bir de "demokrasi karşıtları" var. Bunlar o anlam boşluklarını dolduruyorlar. Bunlar da en az o devlet kadar toplumdan kopuk. Belki de o, o devletin kendisidir. Hep onlar kazanıyor ne de olsa. 1 Mayıs'ta sokağa çıkan işçiler olunca da onlar kazanmıştı. Huzur ile gaz bombalarının arasında da Altan için anlaşılması güç orantısız bir ilişki olsa gerek.

Ancak asıl önemli saptamaları bundan sonra geliyor, diyor ki Altan "AKP ile DTP 'devletin' en sevmediği iki parti". Gerginlik yükselince "devlet/sistem" kazanıyor. Kavramların bu kadar belirsiz ve savruk kullanıldığı tabloda tüm bunlar poker masasında kasanın kazanmasından daha açıklayıcı gelmiyor kulağa. DTP ve AKP arasında benzerlikler sıralanınca, kapatılma tehdidi gibi örneğin, iki parti birden "sistemin ezdiği" partiler oluveriyor. "Devlet"in "sistem"e dönmesini isteyen sitilistik bir ifade olarak yorumlayabilir. İstemeyen içinse her zaman devlet demenin şık durmadığını, bir de şu nerde durulacağı tartışmasını hatırlatmak mümkün.

Dindarlar Kürtler ile birlikte özgürleşebilir. Tersini de demek mümkün. Zaten iki taraftan da bir şeye benzemiyor.

Altan "ben, bu ülkenin çeşitli ırklara, dinlere, mezheplere göre parçalara ayrılmış, 'ezilenlerinin", yeni bir hayat yaratabilmelerinin ancak güçlerini birleştirmeleriyle mümkün olacağına inanıyorum" diyor.

Sormak lazim, bu ülkede ezilenlerin çok ezenlerin az olduğu gün gibi ortadayken, ırklar, dinler ve mezhepler üzerinden biraraya getirdiği insanları Altan cümle içinde sıradan insanları ayırdığı gibi tırnaklarıyla mı ayıracak?

***

Tarafın bir diğer köşesinde de devlet tırnak dışına çıkmış liberaller girmiş. Rasim Ozan Kütahyalı "resmi devlet aydınlarının" dilinde bir liberaller kalıbı olduğunu söylemiş: "laik kesimden gelip resmi ideolojiye muhalefet eden insan". Aslında Taraf tüm bu yazılarla gerçek bir takdiri hak ediyor, kavramlar "yerli" yerine oturuyor.

Böyle olunca da Ertuğrul Özkök ile Cüneyt Ülsever "liberal"lik alanında yerlerinden olmuşlar. Hatta anti-liberal! Neyse ki korkmayalımmış, sahici özgürlükçü-demokrat Taraf da varmış, hiç tırsmadan "paşasının başbakanı" deyivermiş. Liberalizm sizin olsun dedik de, yazının son cümlesinin yarısını ödünç alalım ve bitirelim "bu gibi meseleler etrafında daha ciddi düşünmek gerekiyor..."