Taraf’ın gözü yaşlılarına…

"İlkesizlik" le ilgili birçok tanımlama yapılabilir. İlkesizliğin bir tanımı da, kişinin ya da kurumun, kendi konumunu belirlerken, bütünüyle karşısındaki kişinin ya da kurumun davranışına göre hiza almasıdır. Ülkemizde, bu tür ilkesizlikleri müptezel liberallerin "akil adam"larında ya da kurumlarında sıkça görmek mümkündür. Onlar hiza alıp saf tutarken, ilkeleri değil, bütünüyle güncel değişkenleri esas alırlar. Tabii, bunun tersine de onay vermek mümkün değil, güncel değişkenlere gözünü kapatıp, salt ilkeler üzerinden de toplumsal yaşama müdahale edilemez.

Salt günceli veri alarak hiza belirleyenler, Obama seçilince şapkayı havaya atarak ABD'nin bundan böyle adaletli bir politika izleyeceğine ve yitirdiği itibarını yeniden kazanacağına inanarak sevinç çığlıkları atarlar. Hatta, kendini tutamayan Amerikan muhiplerimiz, bunun bir devrim olduğunu ağızlarını doldura doldura anlatmaya çalışırlar.

Konumuz, Obama'nın seçilmesi değil. Bu zevatın iç politikadaki ilkesizlikleri ve yaşadıkları hüsran. Acılarının ne kadar sahici olduğu bilinmez ama bir üzüntü yaşadıkları gerçek.

Taraf'taki iki köşe yazısı bugün "aldatılmış" olmanın ardından dökülen serzenişler ve gözyaşı ile beslenmiş.

Ahmet Altan, "Erdoğan 2008" başlıklı yazısını aldatma-aldatılma konusuna ayırmış. Kriz eşiğindeki orta sınıf kadınlara hitap eden "Aldatmak" romanının yazarı için yazı pek de zor olmamış:

"Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davasından sonra Başbakan Erdoğan'da çok ciddi değişimler olduğu görülüyor.

Ülkeyi değiştirmek, özgürleştirmek, hukuku sağlamlaştırmak istediğini söyleyerek, bir sivil anayasa sözü vererek, askerlerin muhtırası karşısında dimdik durarak girdi seçimlere.

Kapatma davasından sonra bütün sözlerini unuttu sanki."

Yazı, aldatılmışlığın gözyaşlarıyla devam ediyor.

Altan'ın bu haline, "siyasi saflık" demenin kendisi saflık olacağından başka nitelemelere ihtiyaç var. Bu nitelemeleri okuyucuya bırakmak en iyisi.

Taraf'ın yayınlanmaya başladığı günden bugüne yazdıklarına bakıldığında, Ahmet Altan, Başbakan Erdoğan'dan ve AKP'den, özgürlük, hukuka saygı, Kürt sorununa demokratik çözüm, demokratikleşme... beklemişti. Yalnızca pasif bir bekleyiş de vaaz etmiyordu yazılarında, doğrudan AKP şak şakçılığı yapıyordu. Özgürlük adına türban destekçiliği, Erdoğan'daki demokrasi kerametine alkış bundandı.

Ama şimdi yıkılmış görünüyor.

Pompalı "AKP'yi istemiyoruz" afişleriyle AKP'nin ülkeyi felakete sürüklediğini söyleyenlere karşı kaleminden kan damlıyordu. Ama Erdoğan'ın pompalı tüfekle Kürtlere ateş eden şovenizme destek vererek, "ya sev ya terk et" demesinden sonra aklı suya ermiş görünüyor A. Altan'ın.

Muhtemelen şimdi, ABD planı doğrultusunda davranan ve Kürtleri inkar ve imha siyasetinin bir parçası olan Erdoğan'ın faşizan yanını geç fark ettiği için hayıflanıyordur.

Gerici-piyasacı-işbirlikçi AKP ile solcuları, sosyalistleri demokrasi ve özgürlük (türban serbestisi) için aynı safta bir araya getirme projesi çöktüğü için ağlak haldedir.

Ama, müseccel ve müptezel liberaller için "çareler tükenmez". Erdoğan olmazsa, Gül'ü severler, dikenine de katlanırlar.

Haaa... bir de sormak gerek A. Altan'a, Özal'ı askerle anlaşmayan ve dik duran politikacı olarak tanımlarken, Özal'ın 12 eylül faşist paşalarına brifing verdiği ve ABD'nin, 12 eylülcülüğün icazetiyle iktidar olduğu dönemi çocuk olduğu için mi hatırlamıyor? Yok yokk hatırlıyordur ama sanırım o dönemden belleğinde asıl kalan sahne, Özal'ın şortla askeri merasime katılması olsa gerek. Ne radikalizm ama...

Yazıyı biraz uzatmayı da göze alarak, Taraf'ın gözyaşı ile ıslanmış bir diğer köşesinden de söz etmek gerekecek.

Ümit Kıvanç, "Açın Türkiye'nin önünü" köşesinde (kime, ne söylemek istiyor acaba?) "Başbakana özel ders teklif ediyorum" başlığını atmış.

Ümit Kıvanç, bütünüyle yıkılmış ve acınası bir durumda:

"Öte yandan Tayip Erdoğan'dan demokratlığı bırakın, nezaket bile bekleyenimiz yok artık." Ümit Kıvanç, Erdoğan'ın son günlerdeki sözlerini ve tutumunu, "...başbakanlığın ne olduğunu hala kavrayamamış oluşu..." na bağlıyor ve: "Samimi olarak teklif ediyorum, isterse ben vakit ayırır kendisine bunları anlatırım." Ülkenin sorunlarını çözmek için Ü. Kıvanç'ın "özel ders" vererek yapacağı katkı önemli olsa gerek, ne dersiniz?

Kıvanç, Başbakan'a özel ders verme yeteneğini, "hoş" bir anıştırmayla anlatıyor yazısında:

"Nereden mi biliyorum? Erkekleri en iyi anlatabilecek olanlar kimlerdir? Elbette hayat kadınları (fahişeler). Bu yüzden biz de hem yöneticilerimiz hem de o çıktıkları yerler hakkında uzmanızdır..."

Bu "hoş" anıştırmaya bizim hiçbir müdahalemiz yok, aynen aldık.

Ağlarken gülmek ve güldürmek de bir sanat olsa gerek.

Neyse, hala biraz umudumuz var: Hayat ıslah eder, diyelim.

B.P