Sosyalizm düşmanlarına...

Üzerindeki o demokrat, hoşgörülü, hümanist ve çoğulcu cilayı azıcık kazıyın, Türk sağının tarihi olanca alçaklığıyla çıkacak Zaman'ın altından.

Kutsal mazlumiyetin dili, mağdurun, ezilenin, dışlananın, hor görüleninin sesi olma cilasını biraz kazıyın, Türk sağının devlet ve düzen aşkı, patolojik bir vaka olarak çıkacak Zaman'ın altından.

Son örneğini Sıhhiye'deki Alevi mitinginin hemen öncesinde gördüğümüz o muhafazakar-devletlu söylem, o "provokasyona dikkat" diyen ama buram buram provokasyon kokan, hani aslında demokratmış gibi yapan ama otoriteye secde etmeye, düzene tapmaya daha dünden hazır o söylem, Alevilerin Türk sağının katliam geleneğinin en meşhur örneklerinden olan Maraş'ı, aradan geçen otuz yılın ardından unutmamak/hatırlamak için 20 Aralık'ta Adana'da düzenleyecekleri mitingin hemen öncesinde, bekçilik yapmanın, göreve/emre amade olmanın, sola karşı her daim teyakkuz durumunda bulunmanın patolojik hazzıyla bir kez daha devreye girmiş durumda.

"Maraş Olaylarının Arkasında Sovyet Parmağı Var" demiş Zaman dünkü haberlerinden birinde, "Güneş Ne Zaman Doğacak" isimli filmin asistanı böyle buyurmuş çünkü, hani şu Maraş'ta gösterildiği sinemada ne hikmetse bir ses bombasının patladığı ve ardından kentte solculara ve Alevilere yönelik bir avın başlatıldığı ünlü filmin asistanı.

İnanmamızı istedikleri gerçek bu, bizden bunu bekliyorlar. Türk sağının katliamlardan mürekkep geleneğinin nadide örneklerini Ergenekon'un üzerine yıkamadıkları durumlarda devreye başka bir faili sokuveriyorlar hemen.

70'lerin sonlarına doğru faşist hareketin derinleştirmeyi amaçladığı iç savaşın, CIA ajanları ile ülkücü militanların katliam öncesinde bölgede kol geziyor oluşunun, Türkeş'in vermiş olduğu emirlerin, Ökkeş Şendiller, Ünal Osmanağaoğlu gibi isimlerin herhangi bir önemi bulunmuyor nasıl olsa.

Cuntacı, militarist, provokatör Türkiye solu, bu sefer de Sovyetler'in emrinde kendi insanına saldırıyor, kendi tabanını katlediyor, sütten çıkmış ak kaşık Türk sağının ise olaylarla uzaktan yakından alakası bulunmuyor, zaten Çorum da, Sivas da, Gazi de benzer bir planın parçası, sol hiçbirinde savunan, katledilen, imha edilmek istenen değil, ne yapıyorsa karanlık güçlerin emrinde kendisi yapıyor.

Komünizmle Mücadele Dernekleri'nden gelen bir geleneğin yayın organından başka türlü bir davranış beklemenin zaten bir anlamı bulunmuyor kuşkusuz. Aynı yayın organının köşe yazarlarından birinin çarşaf açılımının ardından Baykal'la Garbaçov arasında bir benzerlik kurması ise şecaat arz ederken sirkatin eylemeye benziyor.

Cemaatin organik aydınlarından Ali Bulaç, Baykal'ı Garbaçov'a benzetiyor Baykal'ın çarşaf atılımının rejim açısından büyük bir dönüşüme tekabül ettiğini, glasnost ve perestroyka ile karşılaştırılabilecek bir önemde olduğunu söylüyor. Şecaat kısmı burası, oysa bir de sirkatin boyutu var meselenin, Bulaç Garbaçov'un bir rejimi dönüştürmediğini, bilakis onu yıktığını, yok ettiğini söylemiyor, söyleyemiyor. Oysa yaptığı tespit kesinlikle doğru: Garbaçov'la Baykal arasında tasfiyecilik bakımından bir farklılık bulunmuyor, biri 1917'yi tasfiye etti, biri 1923'ü tasfiye ediyor.

Ali Bulaç'ın benzetmesi Ahmet Altan'ı pek bir heyecanlandırmış olmalı ki, o da Baykal'la Garbaçov arasındaki benzerlikten dem vurmuş ve Baykal'ın dönüşen devletin temsilcisi olabileceğini ilan etmiş 13 Aralık tarihli yazısında, Kürt sorunu ve Altan'ın verdiği diğer ev ödevlerini yapmak kaydıyla elbette.

Liberal-muhafazakâr ittifakın kanaat önderleri Birinci Cumhuriyet'in tabutuna son çivinin de çakılacağına inanmışlar çoktan, mesele Baykal'ın bunu hakkıyla yerine getirip getiremeyeceğinden ibaret artık.

Altan'ın gazetesinin genç sivillerinden olmakla beraber sosyalizm düşmanlığında hayli mesafe kat etmiş olan Yıldıray Oğur ise şeyh çocukları Şaşmaz Brothers'ın son filmleri Muro'ya övgüler düzmeyi tercih etmiş son yazısında.

Çevreden merkeze gelenler devrimcileri, yani "zindanda da olsalar memleketin merkezinde yer alanlar"ı mizahın objesi haline getirmişler, mizahın aynasında kendini görme ve buna demokratik tahammül gösterme sırası devrimcilerdeymiş.

Paraya para demeyen tarikat çocuklarının çevrede, devrimcilerin ise zindandayken bile merkezde yer almalarındaki tuhaflık bir yana, Muro gibi bir pespayeliğe, bir bayağılığa, bir çürüme fenomenine mizah diyebilmek, sonra da solculardan buna gülebilmelerini beklemek ancak bir genç sivilin aklına gelebilirdi zaten.

Oysa genç sivilimiz Zaman'dan Hilmi Yavuz'un dünkü yazısını okumuş olsaydı, "Recep İvedik ve Muro, Türkiye'de sıradanlığın ve bayağılaştırmanın giderek mütehakkim bir norm'a dönüşmekte olduğuna işaret eden lümpenliğin kuşatıcı ve yaygın bir hale geldiğinin açık kanıtlarıdır" şeklindeki satırlarından bir şeyler öğrenebilirdi.

Yıldıray Oğur'dan böyle şeyler elbette beklemiyoruz da, Hilmi Yavuz'a, o "lümpenleşmede yazıyor olduğunuz gazetenin temsil ettiği zihniyetin payı üzerine de iki kelam etmeyi düşünür müsünüz" diye sorsak Oğur'dan beklemediğimizi Yavuz'dan mı beklemiş oluruz acaba?

F.Y