Obama’ya…

Rüyanızda ölmek üzere olduğunuzu gördüğünüzde içiniz onca kaygıyla beraber bir de sebebini anlayamadığınız garip bir zevkle dolmaz mı? O tanımlayamadığınız, bir olgu olarak zihinsel düzleminizde temsil edemediğiniz 'gerçek' birazdan yabancı olmaktan çıkacaktır çünkü.

Heyecanlanırsınız, çünkü onca kez şu ya da bu şekilde tecrübe edildiğini bildiğiniz, belki de gördüğünüz ama sizin için gizemli olmaktan çıkması mümkün olmayan, sonunda mümkün olacaktır. Bir 'oradaydım' hissi, bir tanıdıklık uyanıverir: hiç orada olmamış olsanız da, hiçbir şey aslında tanıdık değilse de.

Bu 'gerçek'in mutlaka ölüm olmasına gerek yoktur. Ölüm örneğinde olduğu gibi, gündelik hayatın algı düzleminde karşılığı olmayan olaylarla aniden karşı karşıya kaldığımızda, yüzleştiğimizde bu olay dehşet verici olsa bile, bir türlü tarif edemediğimiz, üstesinden gelemediğimiz tanımsız, tatminsiz bir haz, heyecan açığa çıkar.

Örneğin, kim 11 Eylül 2001 günü olanları televizyon başında dehşet içinde izlerken tanımlayamadığı tatminsiz bir zevk aldığını inkâr edebilir? Olanların kendisinden zevk almak değildir bu, insani açıdan ne kadar korkunç olduğunu bilirsiniz, hissedersiniz, üzülürsünüz.

Ancak o kadar aşkın ve büyük bir şey olmaktadır ki -insanlarla dolu yolcu uçaklarının insanlarla dolu gökdelenlere çarpıp onların tamamen çökmesine sebep olması-, bunun sizin tecrübe ve hayal gücünüzün sınırları çerçevesinde bir karşılığı, geçerliliği yoktur. Bu garip hissiyatı, enerjiyi ortaya çıkaran da işte bu şaşkınlıktır, yabancılıktır: kelimelerin yetersiz ve kifayetsiz kalmasıdır.

***

Peki, madem bu kadar yabancı olduğumuz bir olguyla karşı karşıyayız, o zaman başta bahsettiğimiz tanıdıklık, 'oradaydım' hissiyatı nereden gelmektedir? Ölüm örneği için buna cevap vermek zor değil, zira kendimiz 'pek sık' tecrübe etmesek de, ölümün farklı seviyelerdeki temsillerini etrafımızda gözlemleyebiliriz ve bu sınırlı bir 'aşinalık' yaratır.

İkiz kulelerin yıkılmasının tanıdık gelmesi ise ancak sinemanın -ve genel olarak medyanın- algımıza ve hayal gücümüze benzer çarpışma, patlama, yıkım, cinayet v.s. imgelerini defalarca yineleyerek yerleştirmiş olmasıyla açıklanabilir. O yüzden değil midir ki gerçek hayatta bir patlama ya da cinayet görecek olsak, "evet", deriz, "aynı filmlerdeki gibiydi".

İşte tam burada esas kaçırdığımız nokta şudur: hiç düşünmeyiz ki, bizim o patlamayı ya da cinayeti filmlerde görmüş olmamız bu olguları gerçek hayatta kendi gözlerimizle gerçekten gördüğümüz zaman onları nasıl algılayacağımızı ve anlamlandıracağımızı önceden koşullandırmıştır. Diğer bir deyişle, cinayet ya da patlama o zamana kadar bizim gerçekliğimizde vuku bulmamış olsa da hakikaten vuku bulduğu zaman onu kafamızda nasıl sınıflandıracağımız, nereye koyacağımız ve daha da önemlisi, ona nasıl tepki vereceğimiz belirli bir kalıba dökülüp bir ölçüde şekillenmiştir.

Tam da bu sebepten, bize doğal gibi görünen tepkiler, davranışlar, aslında hiç de kendi kendine, el değmemiş biçimde ortaya çıkmaz çoğu zaman -en 'gerçek' anlarda bile. Örneğin 11 Eylül'de binalar yıkılırken olay yerinden kaçmakta olan, çığlık atan kimselerin 'doğal' tepkilerini verdiğini kim iddia edebilir ki? Koşarken, bağırırken, hatta düşmekte olan uçaktan ailesine veda telefonu ederken bile bilinçaltlarının bir köşesinde yok mudur 'aynı filmlerdeki gibi' düşüncesi, bütün o tanıdıklık -ve o durumda nasıl davranılacağı fikri?

***

Demek ki yazının başından beri bahsettiğimiz bütün bu aşkın deneyim tecrübesinin ve bu tecrübenin bazen imkânsız bir şekilde bir yerlerden tanıdık gelmesinin iki yönünden söz edebiliriz: birincisi, gerçek ile fantezi arasındaki ayrımın bir an için ortadan kalkmış gibi gözükmesi ikincisi, bu olguya karşı olan tepkilerimizin ana hatlarının önceden koşullanmış olabileceği.

İşte Barack Obama'nın bir siyah olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı seçilmesi, bu tip bir aşkın tecrübe örneği, algı düzlemimizde temsil etmekte güçlük çektiğimiz bir olgu, zihinlerimizde gerçek ile fantezi arasındaki çizginin ortadan kalkmış olma hâli değil midir? -ama bu imkânsızlık bir yandan ne kadar da tanıdık gelmektedir hâlbuki!*

Siyah biri ABD başkanı olmuştur. Bunun siyasete yapacağı gerçek etki tartışmaya son derece açık olsa da, bir yönüyle hakikaten o kadar büyük bir olaydır ki bu: bütün o kutlamalardaki duygusallık, tutku ve genç insanların siyasete uzun süre sonra bu yoğunlukta katılımı, ancak bu sözünü ettiğimiz aşkınlığın, temsil edilemeyenin ortaya çıkardığı enerji ile açıklanabilir.

Bugünkü gazetelere bakın: farklı siyasi uçlardaki yayınların ve köşe yazarlarının Obama'nın ABD başkanı olmasını şaşkınlık verici bir benzerlikte yorumlamaları da bu ortak şaşkınlıkla açıklanamaz mı? Çünkü böylesine tarif edilemeyen bir olgu karşısında olaya ancak dışarıdan bakabilmektedir herkes: sürekli tarihi bir an içinde olduğumuzu düşünmekten 'doğal' davranamamaktayızdır hiç birimiz sürekli "evet", deriz, "aynı filmlerdeki gibi, değil mi?"

Obama ya da Obamama, işte bugünkü bütün mesele budur.

E.Z.

* Belki de onlarca dizi, film ve diğer popüler kültürel öğede siyah, Latin Amerika kökenli, kadın başkan gördükten sonra gözümüz ısırmaktadır Obama'yı bir yerden: The West Wing, 24, Derin Darbe, Beşinci Element ilk akla gelebilecekler.