Karnından Konuşan Fehmi Koru'ya

Ertuğrul Özkök'ün bir yazısından yola çıkarak meşhur uzlaşmanın nasıl gerçekleşeceği meydana çıktı demiştik geçenlerde: Özkök, mimarı olmaya soyunduğu uzlaşmada, Gül ve Erdoğan'ı Konya'dan, Kayseri'den, Erzurum'dan İstanbul'a doğru çekiştirecek... Özkök'ün geçenlerde Erdoğan'ın Mustafa Koç'un müdavimi olduğu ve içki servisi yapılan bir restorana gidişinden iftiharla ve "iyi yoldasın" övgüleri ile bahsetmesi bu nedenleydi.

Yakında Erdoğan, "akşamcının daniskasıyım" diye ortaya çıkıverir bakarsınız ama düşük ihtimal... Neden olduğunu dünkü Sabah Sabah'a konu olan meseleden devam ederek anlatalım.

Mesele dün söylendiği gibi ciddi ve az önce dikkat çektiğimiz nokta ile örtüşüyor. Özkök, aslında o frapan sünnet düğününden karelerdeki "bir fazlalığa", türbana dikkat çekerek, ufak bir teferruatın dışında yok aslında birbirimizden farkımız diyor. Tabii bir yandan da sakal bırakan ve yakında ihrama girip umreye gitmeye hazırlanan Özkök, gerektiğinde biz de Anadolu'ya doğru yol alırız mesajı veriyor.

Beyhude bir uğraş. Niye mi?

Özkök, bu mesajı veriyor vermesine ama şu dinci medyaya da yaranamıyor. Ertuğrul, Erdoğan'a bir kez "şerefe" yapması ricasında bulunduğu yazısının ardından Ahmet Kekeç'ten zılgıtı yemişti ki bu kez yapmış olduğu derin sosyolojik analizler yüzünden de Fehmi Koru (Taha Kıvanç imzasıyla) kendisine "pop sosyolog" yaftasını yapıştırmış. Zira organik aydını Koru olan kesim (böyle ifade edilince "organik" nedense "gübre"yi çağrıştırıyor) artık İstanbul'a çekiştirilmeyi değil, Anadolu'nun "büyüsünün" keşfedilmesini istiyor.

O nedenle bu akıl hocaları ara sıra "yeni zenginlere" de akıl verirken Anadolu'nun büyüsünün bozulmaması için onları da dikkatli olmaya davet ediyorlar: Öyle bir yeni sermayedar olmalılar ki muhafazakâr ama rekabetçi, dünyayla bütünleşmiş ama köklerine bağlı, göbekli ama kaşınmayan, kıllı ama pamuk gibi yumuşacık... (Ahmet Altan (Taraf), 7 Haziran'da yazmıştı: "Yaşam tarzı muhafazakâr, üretim tarzı ilerici." Aynı günün İhsan Dağı (Zaman) ve Nazlı Ilıcak(Sabah) bu vurguya ilişkin ilginç bir örtüşme gözlerden kaçmayacaktır)

Anadolu'nun büyüsünün keşfedilmesi ne demek?

Bu "uzlaşma" denen pazarlıkta "yeni"lerin eskisi kadar ucuza gitmeyeceği demek... Bu, "devir bizim devrimiz"in ilanları demek...

O nedenle Fehmi Koru, hükümetin dirsek temasında olması gereken hükümet dışı kuruluşlardan bahsederken sıra TÜSİAD'a geldiğinde şöyle bir şerh düşüp bir lütufta bulunuyor: "ayıca sınırlı bir kesimi temsil etse de ekonomik gücü sebebiyle uzlaşma arayışında TÜSİAD da ihmal edilmemelidir."

O nedenle, tıpkı kapatma davasının sıcak günlerinde Eser Karakaş ve Murat Belge'nin yaptığı gibi, Fehmi Koru da bugünkü yazısında "uzlaşma"nın imkânsızlığına dikkat çekiyor:

"TÜSİAD sözgelimi, yıllar ve yıllar boyu, 'Yeni Anayasa' diye yeri göğü inletti. Bütün reform girişimlerini desteklerken esas yapılması gerekenin anayasayı bütünüyle yenilemek olduğunu mutlaka vurguladı TÜSİAD. Bir değil birden fazla anayasa metni hazırlanmasına ön ayak olduğunu da biliyoruz. Sorum şu: Hükümet TÜSİAD'ın hazırlattığı en son anayasa teklifini bütünüyle benimsese, o metni kendi metni haline getirse TÜSİAD hükümetin bu girişimini destekler mi?"

Fehmi Koru, diyor ki "uzlaşmanın şartlarını biz belirleriz". Tabii, Koru bu kadarla yetinmemiş... Bu kez karnından da olsa uzlaşmazlığa övgü düzmeye Taha Kıvanç adı ile devam etmiş: Koru'ya göre hâlâ ve hâlâ "başörtülü kızcağızlar" üstelik en zenginleri "mahalle baskına" maruz kalıyor. Nasıl uzlaşma olacak ki?

Bu "kontr-mahalle baskısı" meselesini bir anne babanın çocuğuna verebileceği en büyük ceza ile, Balçiçek ismi ile, cezalandırılmış Pamir'in Habertürk'te yazmış olduğu yazıdan öğreniyoruz. Bodrum'da bir "biiiiç"te, Kemerburgaz'da lüks bir sitede, Levent'te seçkin bir İtalyan restoranında hep baskıya, zulme ayrımcılığa tabii kalmışmış haşemalılar ve türbanlılar... Balçiçek Hanım da aidiyet hissettiği gruptan "ilk kez" utanmış...

Orta sınıfların hele ki bunların kalburüstü kesimlerinin varlık zeminlerini yitiriyor olmalarından dolayı hissettikleri söz konusu refleksif telaş bu yazısının konusu dışında... Kimileri bu telaşlı ve ürkekliği aşıp "zamanın ruhu"na göre davranıveriyorlar, davranmayanlar ahlara vahlara devam ediyor. Mesele bunlar değil.

Mesele "yeni sermaye"nin direnecek olmasıdır. Aza kanaat etmeyecekleri artık belli olmuş durumda. Sınırlı bir kesimi temsil eden TÜSİAD sermayesi ile bu "yeni sermaye"nin uzlaşması ikinci ekibin akıl hocaları tarafından zorlu bir pazarlık sürecine sokulmuş görünüyor.

Bundan sonra ne olur?

Devletin çözülmesi dediğimiz meselenin özü zaten sermaye sınıfı içindeki kutuplaşma değildi. Çözülmenin özü Türkiye'nin yerleştirildiği eksenle ilgiliydi. Dolayısıyla devletin çözülmesi devam edecektir, ancak daha büyük bir hızla. Zira söz konusu eksen, Kafkasya geriliminin yükselmesi, Irak'ta ABD'nin çekilme hazırlıkları neticesinde daha hızlı dönecektir.

Bu eksen daha hızlı döndükçe siyaset bir süredir içine sıkışmış olduğu "kapalı devre" durumdan çıkacak ve daha müdahil olunabilir bir şekle girecektir.

Dünkü Sabah Sabah'ta yeni döneme ilişkin yapılan adlandırma ile söyleyecek olursak:

Yeni Osmanlı ya da Yenik Türkiye'de siyaset hızlı akacak, mücadele de!

G.M.

Fehmi Koru, "Uzlaşalım da, kim kiminle uzlaşsın?", 27 Ağustos 2008, http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=27.08.2008&ampy=FehmiKoru

Taha Kıvanç, "Bu ilk sabıkası değil, sonuncu da olmayacak", 27 Ağustos 2008,
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=27.08.2008&ampy=TahaKivanc