İhsan Çaralan'a

İhsan Çaralan, Evrensel gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni'dir. Çaralan aynı zamanda EMEP içinde önemli bir yöneticidir. Genel Yönetim Kurulu üyesidir. Bunun ötesinde parti çizgisinin belirlenmesinde sözü geçen bir ideologdur. Örgüt içinde de etkilidir.
İhsan Çaralan'ın bugünkü yazısı Abdullah Gül'ün Diyarbakır gezisini iptal etmesi üzerine.
Sağlık nedenleriyle iptal edilen gezinin arkaplanı, AKP'nin Kürt sorunundaki politik açılımları (ve kapanımları) üzerine bazı değerlendirmelerde bulunmuş Çaralan.

"Bir de şu yandan bakalım: Gül'ün bu gezisi yapılsa ve herhangi bir tepkiyle karşılaşmadan, hatta yer yer sevgi gösterileriyle tamamlansa nasıl bir tablo oluşacaktı? En azından daha bir ay kadar önce bölgede her gittiği yerde protestolarla karşılanan Başbakan Erdoğan'ın ardından Gül'ün böyle kabul gören bir çizgiden karşılanması, özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından "Ne güzel, bana tepki gösterildi ama bir kardeşim bölgede iyi karşılandı buradan bölge halkıyla yeniden barışacak bir fırsat çıkabilir" diye karşılanmayacaktı. Çünkü bir ay önceki gezide Başbakan, ortamı bölge halkıyla köprüleri atacak kadar germiş Hakkari'de "Ya sev ya terk et!"e kadar varan tavrını ortaya koyarak bölgeyi terk etmişti. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan'ın bu tavrından sonra, Ankara'da oturup bakmamış Gül'ün en yakını denilen Mehmet Mir Dengir Fırat başbakan yardımcılığından istifa etmiş, bu konuda Gül ve onunla aynı tarafta olan AKP içindeki eğilimin Başbakan'ın son girdiği tutumu tasvip etmediği yorumlarına da herhangi bir yalanlama gelmemiştir."

Bu değerlendirmeler, genel olarak doğrulanabilir bilgelere dayanıyor. Hatta çeşitli çevrelerde Gül - Erdoğan ayrımı hakkında Fethullah Gülen - AKP ana akımı çekişmesine bağlayan yorumlar da yapılıyor.
Gül'ün ve Gülen'in, Kürt sorunu, daha doğrusu Kürt politikaları konusunda bir süredir Erdoğan'la bir ayrım yaşadığı, Mir Dengir'in yolsuzluk iddiaları ile yıpranmış olduğu için değil bu konudaki ayrım nedeniyle görevinden ay(ı)rıldığı da söyleniyor.
Tayyip Erdoğan'ın ordu ile bu konuda bir uzlaşmayı tesis ettiği ve bu uzlaşma sonucu oluşan "sev-terket" çizgisinin Gülen ve Gül'ün pek de içine sinmediği de iddia ediliyor.
Bunların bütünüyle temelsiz olmadığı çok açık.

Çaralan'dan devam edelim:

"DTP'nin Gül'ün bölgede protesto edilmeyeceği açıklaması da (DTP gezinin anlamını doğru yorumladığı için bu açıklamayı yaptı), kuşkusuz ki geziyi Erdoğan için bir kabusa dönüştürebilirdi. Dolayısıyla gezi, belki AKP'nin imajını bir miktar düzeltebilirdi ama aynı zamanda geziyi Erdoğan'a karşı bir geziye dönüştürebilirdi.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Gül'ün Diyarbakır gezisi bir cumhurbaşkanının bayramı bir kent ya da bölgede geçirerek orada yaşayanlara karşı bir jest yapmasını aşarak, Kürt sorununun çözümünde Başbakan'la Cumhurbaşkanı'nın ayrı tutumunu, dahası da AKP'nin iç dengelerini etkileyecek politik bir gezi biçimi kazanmıştı."

Olgular her zaman onların altında yatan sebeplerle değerlendirilmelidir. Olaylar her zaman parçası oldukları süreçle birlikte okunmalıdır. Çaralan'ın (ve Gül gezisi konusundaki tepkisi Çaralan'dan onay gören DTP'nin de) bu açıdan bir yanlış okumada olduğu söylenebilir.
Çaralan'ın değerlendirmelerinden örneğin şu sonuç çıkarılabilir:
Çaralan, Kürt sorununun çözümünde AKP içindeki bir ayrıma güvenmekte, "çözüm" çizgisinin bir biçimde AKP içinde ve Gül-Gülen ekseninde hala bir temele sahip olduğunu düşünmektedir.
Bu sonuç çıkarılabilir. Çaralan'ın yazdıkları da 2002'den bu yana DTP'nin yaptığı bazı değerlendirmeler de, böyle bir sonucu ciddi biçimde destekleyecektir.
Ancak, biz bu sonucu çıkartmıyoruz. Birkaç nedenle... Çok tali bir nedenle başlayalım: Türkiye solunda kendi ayağına kurşun sıkmaya kadar götüren rekabetçilikten uzak durmaya çalışıyoruz. Fırsatını buldukça, sol içindeki "rakiplerine" geçirivermeyi başkalarına bırakıyoruz. Bu tali neden. Daha doğrusu şöyle okunabilir: "Rekabetçilikle yaralanmış kısır bir siyasetin izleyicisi olsak, bu fırsatı (!) hiç kaçırmazdık herhalde. Ama biz rekabetçiliğin kimseye bir hayır getirmediğini biliyoruz."
Asıl nedene gelelim.
Kürt sorununu "demokratik çözüm"ün dar penceresinden görenler için bile burjuva siyasetinde zaman zaman dile getirilen "reform" arayışları inandırıcılığını büsbütün yitirmiş durumdadır.
Elbette, sözünü ettiğimiz dar pencereye bunun ötesi de sığmamaktadır.
Kapitalist Türkiye'nin ve Emperyalist dünyanın bir "demokratik çözüm" üretebileceği teorik ve ilkesel olarak dışlanmamaktadır.
Öte yandan, olgular ve gelişen olaylar ufukta bir demokratik çözüm göstermemekte ve bu durum oldukça daralmış bir alanda manevralar yapmanın ötesinde bir "angajman" getirmemektedir.
DTP'nin "Gül bölgeye gelsin, taşlamayacağız" açıklaması işte böyle bir tablonun içinde ortaya çıkıyor.
Çaralan da aynı tablonun içinde Evrensel'in başyazısını bu konuya ayırıyor ve şöyle bitiriyor:

"Erdoğan ve partisinin yedi yıllık devri iktidarının sonunda, Kürt sorununun çözümü konusunda attığı adımların geldiği nokta budur! Gül'ün yapılamayan gezisi, bu gerçeği bir kez daha göstermiştir."

İşte bu demokratik pencereden çıkan en ileri sonuçtur.
Kürt sorununun çözümü konusunda burjuva siyasetinden "adım" beklenir, adım geldiğinde "başımız üstüne" kucaklanır, adım gelmediğinde ve gelmeyeceği anlaşıldığında "radikal çizgi" öne çıkar.
DTP ve Kürt hareketinde tablo budur. Kürt hareketinin bir tamamlayıcı parçası haline gelmiş sol kesimler de adımlarını üç aşağı beş yukarı buna uydurmaktadır.
Buradan zaman zaman zevahiri kurtaran bir radikal çizgi çıkmakta ama "devrimci strateji"nin esamisi okunmamaktadır.

Çaralan'dan ve EMEP'ten başlamıştık.
Oraya dönelim.
Başka pek çok konuda "sınıf indirgemeciliğini" zaman zaman "işçiciliğe" uzanacak kadar benimseyen EMEP, nedense Kürt sorununda (burjuva-) demokratik çözümün imkansızlığını göremiyor.
Kürt sorununda çözümsüzlüğü ve zaman zaman emperyalizmin gözetiminde adil olmayan bir çözümü tarihsel olarak dayatan, temeldeki sınıfsal süreçlerdir.
EMEP propaganda bürosunun 2008 Kasım'ında çıkardığı "Krizin faturasını reddetmek için" broşüründen bir bölümle bağlayalım. Sözkonusu broşür, EMEP ve Evrensel gazetesinin Kürt sorunundaki politik kıvraklıklarından pek nasibini almamış gibi...
Alıntılayacağımız bölüm "Emek cephesinin talepleri 'AKP'ye hayır' denilerek de savunulamaz mı?" başlığını taşıyor:

"Madem ki AKP hükümettir ve bu krize yol açan politikaların uygulayıcısıdır o zaman krizin yükünü reddetmenin ilk şartı da 'AKP'ye hayır' demektir" fikri çok akla yatkın görünür. Ama gerçek bu kadar düz değildir. Çünkü bir kere uygulanan ekonomi politikaları AKP'ye indirgemek gerçeğin önemli bir kesimini saklamak olur. Bu politikalar uluslararası sermaye ve onların Türkiye'deki uzantısı olan TÜSİAD başta olmak üzere çeşitli sermaye odakları tarafından geliştirilip uygulanmaktadır.
(...)
Dahası "AKP'ye hayır"la bir emek cephesi oluşturmak için harekete geçmek bugün AKP'ye destek veren ve AKP'nin sermayeyle ilişkisini henüz anlamamış, AKP'yle bağlarını koparmamış geniş bir emekçi kesimiyle araya ayrım koymak anlamına da geleceği için, oluşacak birliklerin, platformların talepleri arasına "AKP'ye hayır" demeyi koymak akılcı da değildir."

Elbette burada söylenen AKP'nin uyguladığı ekonomik politikaları, AKP'nin de adını vererek eleştirmemek değildir. Tersine bu daha sistematik yapılmalıdır. Burada birlik koşulu olarak "AKP'ye hayır" demenin doğru olmadığı söyleniyor.
Tamam rekabetçi değilsiniz de EMEP'in özürcülüğünü yapmak size mi kaldı demeyin.
Özürcülük yapmıyoruz. Sadece bir dizgi hatası. "Elbette burada söylenen..." diye başlayan paragraf da EMEP'in broşüründen alınma. İtalik yazılmadığı ve alıntının dışına konulduğu için bizimmiş gibi duruyor. "İyi de düzeltin o zaman" demeyin.
EMEP'in kendi özürcülüğünü yapan bir broşür yayınladığını bir de biz mi ilan edelim yani...

N. K.

"Yapılamamış gezinin sonuçları!", İhsan Çaralan, Evrensel Gazetesi - 6 Aralık 2008