Hasan Cemal’in Abdullah Gül Mülakatına…

AKP'yi kapatma davası 'AKP'yi kapatma!' sonucuna ulaştıktan sonra, AKP'nin Türkiye'yi bir süre daha 'kapatma' yapacağı belli oldu.

Şimdi de tüm gazetelerimizde, "gelin hepimiz şapkamızı önümüze koyup düşünelim" türü bir itidal çağrısına koşan onlarca uzlaşma yazısı, "sadece otuz kupona tencere seti!" kadar sık görülen bir ibare haline geldi: ancak bu sefer tencereler boş değil, içlerinde temcit pilavı ile birlikte!

Hal böyle olunca da insan 'bugün kime yazsam' değil, 'acaba hangi birine yazsam' diye kara kara düşünüp arada kalıyor. Ama yine de eşitler arasında bir birincimiz var: bugünkü programımızın talihli izleyicisi, "Hepimizin özeleştiriye ve empatiye ihtiyacı var" başlıklı Abdullah Gül mülakatını gerçekleştiren Hasan Cemal.

Madem Ertuğrul Özkök -geçtiğimiz hafta yer verdiğimiz gibi- memleketin kara şövalyesiyle mülakat yaptı, Hasan Cemal de beyaz şövalyeyi konuk ediyor köşesinde. Kötü polisi dinledik, biraz da iyi polise kulak verelim o zaman -söyledikleri her ne kadar pek de farklı olmasa da.

***

ÖSS günlerini hatırlayarak işe başlayabiliriz: yukarıdaki yazının başlığındaki hangi iki sözcük aşağıdaki gibi değiştirilirse cümlenin anlam bütünlüğü kaybolmaz?

Hakikaten de mülakatı biraz okuyunca, aslında yazının başlığı "hepimizin özelleştirmeye ve sempatiye ihtiyacı var" olsaydı genel anlamda hiçbir değişikliğin olmayacağını anlıyoruz.

Özelleştirme bölümü basit mülakatta havada uçuşan onlarca liberal demokrat kavramın arasından çıkan kaçınılmaz sonuç yalnızca: "bir buçuk saatlik sohbetimiz sırasında Cumhurbaşkanı Gül, şu sözcüklerle sık sık oynadı: Demokrasi... Hukukun üstünlüğü... Özgürlükler düzeni... Laiklik ve laik hayat tarzı... Piyasa ekonomisi..."

Yukarıdaki cümledeki hangi sözcük cümlenin akışını bozmaktadır?

Evet, sol temelli bir bağlama oturttuktan sonra demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler ve laiklik gibi kavramlar zaten istenilen olgulara işaret eder. Ancak, Gül'ünki gibi demokrasiden beş senede bir oy atmayı ve popülist bir çoğunlukçuluğu anlayan, hukukun üstünlüğü deyince dış destekli zorlama yasa değişiklikleri ve Ergenekon'u çıkartan özgürlükten gerici örgütlenmeyi ve türbanı, laiklikten de ılımlı islamı anlayan bir zihniyet değildir burada kastedilen.

Bütün bu kavramları saflıkla iyiye yorsak da, yine de cümlenin akışını bozan piyasa ekonomisi son anda ayağımıza takılıverir. Altını çizmek gerekiyor: diğer dört kavramı Gül'ünki gibi yorumlarsak cümlenin akışında bir sorun kesinlikle yoktur zira piyasa ekonomisi bütün bu yoz yorumların olasılık koşuludur.

Ama olur da piyasa ekonomisini temel alırsak üretim süreçlerini kapsayan bir demokrasiden, sömürü ve mülkiyet karşıtı bir hukuk üstünlüğünden, bireyin kendini gerçekleştirmesini öngören özgürlüklerden ve bu dünyayı bu dünya ile açıklama yolunu seçen seküler bir laiklikten daha en başta ayrılmış oluruz. Diğer bir deyişle, piyasacılık bunların olasılıksızlık koşuludur.

***

'Özeleştiri' ve 'empati' yerine 'özelleştirme' ve 'sempati' deyince anlamın bozulmadığını söyledik madem ve özelleştirmenin mantığına da değindik: peki, söz konusu sempatinin neye ya da kime karşı olduğu ima ediyoruz?

Sorunun cevabını, mülakatın büyük harflerle yazılmış "AB İpine Sarılalım", "AB için Topyekûn Seferberlik" alt başlıklarında bulmak mümkündür. Cumhurbaşkanının sözleriyle açıklamaya çalışırsak:

"AB hedefine kararlılıkla sarılmak gerekiyor. Parça parça reform süreci olmaz. Türkiye'yi AB hedefine kilitleyerek topyekûn bir reform sürecine sokmak, Türkiye'de topyekûn bir reform seferberliği başlatmak gerekiyor. Bunun için güçlü bir irade, sıkı bir takip ve herkesin katılımını sağlayacak bir kararlılık gerekiyor".

Demek ki sempati oklarının hedefinin Avrupa Birliği yönünde olduğu bellidir. Yani herkes arada bir durup kendine sormalıdır: "bugün AB için ne yaptım?" Diğer bir deyişle, Eros'un oku bizlere fırlatılmakta, gözlerimizi açıp gördüğümüz ilk siyasi proje olan AB'ye de delicesine âşık olmamız beklenmektedir. Affedersiniz, yoksa tekrar âşık olmamız mı demeliydik?

Peki, o çok eleştirilen IMF'nin önerdiği piyasacı programın neredeyse harfiyen kopyası değil midir AB'nin iktisadi alandaki yasal değişiklik zorlamalaları işçileri taşeronlaştırarak meta muamelesine tabi tutmak isteyen düzenlemeleri içermez mi? Ama aşkın gözü kördür işte! Seveceksiniz işte, var mı diyeceğiniz?

Cemal'e de göre zaten bu zorunlu bir sevgidir: "bir ara kendisine, "Türkiye AB ipine mi sarılmalı?" diye sorunca, "Evet" dedikten sonra şöyle devam etti:
"Avrupa Birliği'yle bütünleşmek bir devlet politikasıdır, stratejik bir karardır. Ancak AB rölantide gitmez, hızlandırmak lazım"".

Cumhurbaşkanının cevabını bir kenara bırakırsak, Cemal neden 'ipe sarılmak' gibi bir deyim kullanmıştır? Aslında bu deyiş, son dönemde AB deyince yanında hediye olarak gelen 'çıpa' sözcüğünün benzeridir: "AB çıpasını bırakmayalım". İkisinde de anlam aynıdır aslında: Türkiye, kendi haline bırakılırsa yalpalamaya, batmaya meyillidir, başıboş kalırsa ya davulcuya ya zurnacıya varır o yüzden mutlaka AB gibi -çoğu zaman da ABD gibi- bir hamiye ihtiyaç duyar.

Ama bu biraz "Turkcell'liyle konuşmanın en ucuz yolu Turkcell'le" reklâm şarkısını hatırlatmaz mı? Yani Turkcell tarafından yaratılan zoraki ihtiyacın en iyi karşılanma yolu yine Turkcell'in kendisidir. Birini uyuşturucu bağımlısı yapıp sonra da ihtiyacı olanın daha çok uyuşturucu olduğunu söylemek, ona uyuşturucu satmak gibidir bu: AB'nin yarattığı yalpalanma ve karışıklıkların çözümü için onu referans almayı bırakmak değil, bilakis daha da çok AB'cilik yapmalıyızdır!

***

Yüzüklerin Efendisi filmindeki Gollum karakterini andıran bu "uzlaşmamıssss, piyasamıssss, Avrupa Birliğimissss" çığlıkları nereye kadar gidecek bilinmez ancak söz konusu barışın emek karşıtı ve uluslararası sermayeye çalışan bir zeminde vücut bulduğunu tekrarlamaya gerek yoktur.

Bu yüzden değil midir ki kapatma davası ile ilgili kararın açıklanması öğleden sonraya denk getirilince herkes kararın olumsuz yönde olacağını anlamıştır: aksi yöndeki bir kararın borsanın açık olduğu bir saate denk getirilmesi düşünülebilir miydi? Bu yüzden değil midir ki bir televizyon programına konuk olarak çıkan AB temsilcisi Joost Lagendijk, memleketteki sıradan bir gözü dönmüş üçüncü sınıf AKP savunucusu gibi ateşli tartışmalara girmekten geri durmamıştır?

Hak etmediğimiz ancak bize gerekliymiş gibi gösterilen bir sömürü uzlaşmasına karşı bize gerekli olan, hak ettiğimiz bir sol alternatifi ortaya koyabilmektir.

E.Z.

Hasan Cemal, "Hepimizi Özeleştiriye ve Empatiye İhtiyacı var". Milliyet, 02.08.2008.