Hadi'ye mektup

Pek kıymetli Uluengin,

Hürriyet'teki köşe yazılarınızın en önemli takipçisiyiz. Öyle ki Sabah Sabah için bütün diğer gazeteleri dolaşıp da yazacak bir şey bulamadığımızda "Hadiciğim bizi bu sabah ekmeksiz bırakmaz" diye dönüp baktığımız isimsiniz. Umuyoruz ki bizi size "Hadiciğim" dedirtecek kadar yakın hissettiren ve yıllar içerisinde gerek Küba'ya attığınız çamurlarla olsun gerek çalakalem yazdığınız "cinnet" yazılarınızla olsun oluşan bu bağı yadırgamıyorsunuzdur.

Seviyoruz.

Sabah Sabah'ın arşivini incelediğimizde size adanmış pek çok yazı görebilirsiniz. Ancak haklısınız... Bu bir süredir sizi ihmal ettiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Lütfen bu mektubu aramızdaki ilişkinin bir yeniden tesisi olarak kabul edin.

Hadiciğim,

Bir süredir Sabah Sabah'ta sizi ihmal etmiş olmamız sizi takip etmeyi bir kenara bıraktığımız anlamına gelmedi. Hemen söylemek gerekir ki özellikle krize ayırmış olduğunuz son üç yazınız ile onun öncesinde Marx'a ilişkin yazdığınız dört yazının her biri başyapıt niteliğinde eserler. O nedenle nereden başlasak bilemiyoruz. Sanırız kronolojik gitmekte fayda var. Zira yazılarınız büyük bir bütünlük arzediyor:

Yazınıza yine yılların içinden imbiklediğiniz ince üslubunuzla başlıyorsunuz. İlk Marx yazınızdaki ilk sözcüğünüz "Fesüphanallah". İşte bu başlangıcınız bile bize bir süredir sizi ihmal etmemizin ne büyük bir ayıp olduğunu ispatlıyor.

Bu yazınızda, --(fesüphanallah ile uyumlu olsun diye söylüyorum) Allah sizden razı olsun-- "'esas' (!) Karl Marx'ı marksizmle köprüleri attıktan sonra daha doğrusu, o köprüleri atma sürecinin sancıları içinde ve de hakkıyla incelemiş birisi olarak" Marx'ı ve Engels'i onlar adına işlenmiş "günahlardan arındırıyorsunuz." Elleriniz, kaleminiz şaraplı ekmeğiniz dert görmesin...

Bütün "iyi niyetinize" karşı tabii şunu da belirtmekten vazgeçmiyorsunuz Marksizm "ö-z" yani ö tire z olarak yanlıştır. Marx'ın neden günümüze dö-ne-me-ye-ce-ği-ni ise bir sonraki yazınıza bırakıyorsunuz.

Bize sizin kıymetinizi hatırlatan esas yazının bu yazı olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Yazınıza "Marx Marksist değildi!" tezi ile başlıyorsunuz. Açıkça söylemek gerekirse Marx'ın "Bildiğim bir şey varsa o da ben Marksist değilim..." sözüne binaen yazdığınız bu satırlar biraz bayat. Marx'ı enine boyuna incelemiş bir insan olarak bu sözün "Fransız Marksistleri" (başta Paul Lafargue ve Jules Guesde) ile yapılan polemik esnasında ve "eğer onlar Marksistse" anlamında söylenmiş olduğunu bildiğinizden hiçbir şüphemiz yok.

Yalnız yazınızda girmiş olduğunuz Marksizm-hümanizm meselesi oldukça ilgimizi çekti. Burada müsadenizle dördüncü yazınızdan hümanizmden ne anladığınızı alıntılamak istiyoruz. Diyorsunuz ki "Karl Marx'ta "hümanizma", yani insancıllık ve insan sevgisi yoktur." Hani Erasmus gelse ancak bu kadar güzel tarif edilebileceği kanaatindeyiz. Hüman-izm. "Human" İngilizcede ne demektir? İnsan. Demek ki humanizm insan sevgisidir. Hatta felsefe ve siyaset bilimine getirmiş olduğunuz bu yaklaşımınızı genişletecek olursak,

Marksizm, Marx sevgisi

Liberalizm, liberal sevgisi,

Turizm, tur sevgisidir.

Ve nihayet ampriyokritisizm ise bir insanın ampriyokritiğe duyduğu sonsuz aşkın hikâyesidir. Çok haklısınız.

Sonra diyorsunuz ki "başta Louis Althusser olmak üzere, daha sonraki "reel sosyalist" günahları temizlemek için "genç Marx"tan hareket eden ve Trier'li Alman'ın ilk yapıtlarında hümanizm keşfeden Marksistlerin çabası "zevahiri kurtarmaktan" başka bir şey değildir."

Burada sizin gibi felsefeye getirdiği yeni bakış açısı ile meşhur bir Marxolog ile aşık atma gibi bir olanağımız yok ama Louis Althusser'in Marx'taki hümanizmi keşif için Genç Marx'tan yola çıktığı iddianızı bu haliyle bırakırsak Althusser mezarında döner hatta hortlar. Malumunuz, kendisinin kriminal geçmişi de pek temiz olmadığından biz bu satırları sizin için yazıyoruz Hadiciğim.

Althusser, bütün "felsefi kariyerini" Marx'ın erken dönem yazılarındaki Hegelyen unsurları ayıklamaya adamıştır. Bunun için türlü yollar denemiş türlü kalpler kırmıştır. İngiltere'deki komünist tarihçi ekolünde hâkim olmaya başlayan hümanist-marksizm yorumlarına karşı bütün silahlarını kuşanıp cenge hazırlanan da Althusser'dir. Zira Althusser'de ideoloji ve bilim birbirini kategorik olarak dıştalar. Althusser'e göre, Marksizm "bilim" olduğuna göre ideolojik bir öğe olan "kuramsal humanizmi" dışlamalıdır. Şimdilik bu meseleleri bir kenara bırakarak belki uzun süredir tekrar bakmadığınızdan unutmuş olduğunuz derin Marksist bilginizi bu başlıkta tazelemenizi önerelim.

Aynı yazınızdan devam edecek olursak, yazınızda bir de Marx'ın "toyluk dönemi" eserlerine pek kıymet vermediğini söylüyorsunuz ve Marx'ın kendi sözlerini anımsatarak, "onların farelerin eleştirisinden başka şeye ihtiyacı yok" dediğini belirtiyorsunuz.

Sevgili Hadiciğim,

Bunda da yanıldığınızı söylemek durumundayım. Marx, Engels'le birlikte kimi eserlerini "farelerin kemirici eleştirisine" bıraktığını Siyasal İktisadın Eleştirisine Katkı eserinin Önsöz'ünde söylemektedir ama bakın nasıl? Eminiz siz de bu satırları gördüğünüzde hemen hatırlayacaksınız:

"Deutsch-Französische Jahrbücher'de, iktisadi kategorilerin eleştirisine katkının dâhice taslağını yayınlamasından beri yazışarak devamlı surette fikir alışverişinde bulunduğum Friedrich Engels, benim vardığım sonuca, başka bir yoldan (İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu adlı yapıtıyla karşılaştırınız) ulaşmıştı. 1845 ilkyazında, o da gelip Brüksel'e yerleştiği zaman, birlikte çalışmaya ve Alman Felsefesinin bakış açısı karşısında olan kendi bakış açımızı oluşturmaya karar verdik: bu, gerçekte, bizim geçmişteki felsefi bilincimizle hesaplaşmamızdı. Bu planımız, Hegel-sonrası felsefenin bir eleştirisi biçiminde gerçekleşti. Elyazısı, formalar halinde, iki cilt olarak, Vestfalya'daki yayınevi sahibinin elindeydi ki, yeni gelişmelerin, yapıtın basılmasını olanaksız kıldığını öğrendik. Biz, görüşlerimizi açıklığa kavuşturmak olan başlıca amacımıza vardığımız için, elyazısını farelerin kemirici eleştirisine seve seve terkettik."

Marx'ın sanıyoruz ki buradaki iddiası "yahu sakalımız bitmeden devlet, hukuk, üstyapı, Hegel megel diye giriştik bir işlere ama hiçbir halta da benzememiş yazdıklarımız" değildir.

Bu arada söz Siyasal İktisadın Eleştirisine Katkı'dan açılmışken şunu unutmayalım: Marx'ın erken dönem eserleri ile olgunluk dönemi eserleri arasında bir öncelik gözeteceksek öncelik olgun dönemdedir demenizden sonra demek ki Kapital, Siyasal İktisadın Eleştirisine Katkı'dan üstündür sonucunuzu anlayabilmiş değiliz. Zira her ikisi de Marx'ın olgunluk dönemi eserleridir. Kapital'in birinci cildinden 8 yıl evvel 1859'da basılan Siyasal İktisadın Eleştirisine Katkı, Kapital için bir hazırlıktır. Zaten sizin de bildiğiniz üzere Kapital'in de alt-başlığı: "Siyasal İktisadın Eleştirisi"dir.

Ama siz de haklısınız Marx denen bu sakallı daha eleştirisini yazmadan eleştirisine katkıyı yazmıştır ki bu da Marksizimin "ö tire z"sinde ki en büyük çelişkidir. Ve zaten dediğiniz gibi "Marx da, Marksizmi de hem yöntem, hem içerik olarak binbir şekilde yorumlanabilir. Mezhebi geniştir." Doğrudur sizin yorumunuz da bunlardan birisidir. Kaldı ki Marx'ın mezhebinin sizinkinden geniş olduğunu söylemek başta siz, üstadımıza yapılan bir büyük haksızlık olur. Marx'ın hiçbir şeyi sizden geniş olamaz.

Burada diyalektiğe ilişkin yaptığınız yeni açılımlara ilişkin fikirlerimizi değerlendirirsek kriz yazılarınıza yer kalmayacağı için o değerli açılımları üzülerek farelerin kemirgen eleştirisine bırakıyoruz. Yalnız "diyalektik yasa" dediğiniz ve Marx'a atfettiğiniz kapitalizmin "kar haddinin tedrici azalması" sonucu kendiliğinden çökeceği tezi sanıyoruz ki bir kalem sürçmesidir.

Sevgili Hadi,

Üçüncü yazınızda ise konuya ilişkin yine çokça başvurulan bir meseleye atıfta bulunup, Marksizmin laik bir Mesihçi yahut "binci" inanç olduğunu savunmuşsunuz. Demişsiniz ki Hıristiyan "Klise"sindeki "tehlis" inancı (Teslis yazıda iki kez tehlis olarak yazılmış) ile Marx'ın diyalektiği yani "tez-antitez-sentez" üçlemesi aynıdır. Bu eleştiri yüzyılı aşkın süredir yapılır ve defaten yanıtlanmıştır. Siz bir aşamayı atlayarak kısa yoldan Marx'a getirmişsiniz yazdıklarınızı ama genelde iddia Marx'ın diyalektik yöntemini Hegel'den onun da İncil'den "aşırdığı" yönündedir. Bu iddiaya en iyi cevabı verenlerden biri Plehanov'dur dememe sizin için gerek yok zira siz bunu zaten ezbere bilirsiniz. Tekrar bakmak durumunda kalmayasınız diye söylüyorum. Plehanov'un, bırakalım Marx'ın diyalektiğini, "Hegel diyalektiğinin ihtişamlı sarayını 'tez-antitez-sentez' tahta kulübesine indirgemek" dediği bu yaklaşım diyalektik anlayışın bir karikatürüdür.

Marx'ın tarih felsefesini de bu şekilde hallettikten sonra sıranın Marksist iktisat kuramına geldiğini müjdeliyorsunuz.

Biz de peşinizden geliyoruz.

Yazınızın hemen başında demişsiniz ki Marx'ın İnsan'ı Homoeconomicus türünden bir İktisadi İnsan'dır. Umuyoruz ki cüretimizi hoş görürsünüz ama sizin "toyluk dönemi" dediğiniz dönemden başlayarak Marx, klasik siyasal iktisadın iddia ettiği kimi ideal modellerin varlığının mümkün olmadığını göstermek için uğraşmıştır. Örneğin, klasik siyasal iktisadın kendisine başlangıç noktası edindiği Robinson Crusoe gibi bir iktisadi yapı yoktur. Başka bir örnek ise tam sizin verdiğiniz "İktisadi İnsan" soyutlaması olabilir. Bu iktisadi insan klasik siyasal iktisadın meşhur, insanların "ö tire z"leri itibariyle alışverişe, ticarete eğilimli oldukları varsayımından çıkmıştır. Marx için böyle bir şey yoktur. Zira böyle tarih-ötesi bir insan doğası söz konusu değildir. İnsan, içinde bulunduğu tarihsel koşullar tarafından belirlenmektedir. Kapitalizmin insanında gözlemlenen bu insan türü kapitalizmin ürünüdür. Dolayısıyla sizin yazınızın kalan bölümünde "insan fıtratı" üzerine kurduğunuz tartışma, Marx'ın daha "toyken" kapattığı bir meseledir. Bazen farelere bırakmayıp bizim de kemirmemizde fayda olabilir bu "toyluk" yazmalarını demek ki.

Son olarak bu yazınızda "Nihayet, Marx "iktisadi insan"la soyutlaştığı için, kapitalizmde somut olarak varolan"insani" rekabet dürtüsünün ve Weber'ci etik kaygısının yarattığı dinamiği görememiştir." demişsiniz. Nihayet, siz bizde bu cümle ile somutlaşamadığınız ve çağrıştırdıklarına ilişkin çok söz söylenmiş olduğu için bir şey demiyoruz. Yalnızca önceki yazınızda "şarkiyatçı" ve "Avrupa-merkezci" olmakla suçladığınız Marx'ın Weber'den daha fazla "şarkiyatçı" ve "Avrupa-merkezci" olmadığını, "Protestan (iş) etiği" yaklaşımının Avrupa'nın parlayan medeniyetini açıklamak üzere kurgulandığını söylememiz gerekir.

Ama tam bu noktada bir tesadüfü de not etmeden geçmek istemiyoruz.

Hadiciğim,

Sizin de malumunuzdur İnternet büyük kolaylık. Mesela kimi sözcükleri Google denen arama motoruna yazıyorsunuz ve neler çıkmıyor ki?

Mesela sizin bu yazılarınızda kullandığınız kimi sözcüklerin İngilizcelerini yazdığımızda (marxism, trinity, millenianism, thesis, anti-thesis vb.) dertli bir kızcağızın bir foruma yazmış olduğu yardım çağrısı ile karşılaşıyoruz. Marksizm ödevi yapmak isteyen kızcağız forum üyelerinden yardım istiyor. İki yanıt gelmiş kendisine.

Biri diyor ki:

İşte marksizmde bir üçlü vardır tez-antitez-sentez. Buna sizin gibi kimi örnekler verip açıklamalarda bulunuyor. Ardından da diyor ki "Aslında Marx, İncil'deki Teslis (İngilizcesini doğru yazmış bu arkadaş) inancına dayanır. [...] Marx'ın kendisi de İncil'i çok iyi okumuş olan bir Yahudiydi."

Onun altına da yorum yazan diğer arkadaş demiş ki "Marx Yahudi falan değildi. Dini 'yanlış bilinç olarak' görürdü." Sonra yardım isteyen kişiye Marksizme dönük yazması gereken anahtar cümleleri söylemiş:

-Marx'ın toplumsal çelişki perspektifi bilimsel analiz için gerekli olan nesnellikten yoksundur.

-Marx, Max Weber'in kapitalizmin babası olarak Protestanlık üzerine yaptığı çalışmalarında gösterdiği gibi, inanç ve değerlerdeki eğilimlerin iktisadı nasıl etkilediğini görmezden gelir.

Tabii biz demiyoruz ki siz bu bacaksızlardan almışsınız dört yazınızın üçünün ana fikrini. Zaten Türkçe okuyamadığı için sizin engin bilgilerinizden faydalanamayan kızcağız bu yardım çağrısını göndereli daha bir gün olmamış. Dediğimiz sadece hani üç tane bacaksız bir araya gelse marksizme dair uluorta en kolay ne söylenebilir dese ortaya çıkan fikirler sizin yazılarınızın ana fikri olmuş. Üzüntü verici kısmı burası.

Sevgili Hadiciğim,

Geldik kriz yazılarınıza ama bunları kısa geçmek durumundayız.

İlk kriz yazınıza bu kez "Fesüphanallah" nidasıyla değil, çok bilimsel tespitlerle başlamışsınız. Başbakanın maşallahlı, elhamdülillahlı kriz paketine ilişkin "Fazlasıyla iyimserdir ve öznel dilekleri fazlasıyla nesnel olguların yerine koymaktadır." demişsiniz. Biz açıkçası siz bu cümleyi yazarken bir ayağınızı yerden takriben 30 cm yüksek olan bir yükseltiye koyup, hafif öne doğru eğilip bir elinizi çenenizin altına koyup o kolunuzun dirseğini dizinize yaslayıp diğer elinizde piponuz uzaklara mı bakıyordunuz diye çok düşündük.

Bütün yazınızda Tayyip Erdoğan'ın söylediklerinin palavra olmadığını ispata çalışmışsınız ve sonunda "kriz fırsat olabilir" nakaratını tekrarlamışsınız. "Elhamdülillah işten çıkarılan" on binlerce insan evlerinde sizin bu yazılarınızı okurken nasıl fırsatları hayal ettiğini düşünmüşsünüzdür herhalde.

Ama yazınızın esas ilginç noktası bizce şurası olmuş.

Yazınızı "yarın, kapitalist ekonomilerdeki dönemsel buhranların tarihi kökenlerini işleyeceğim." diyerek bitirmişsiniz.

Sonra Hadiciğim yatmışsınız kalkmışsınız yarın olmuş yazınızda İngiltere ile ABD arasındaki 2. Savaş sonrasında kapitalist dünyanın iktisadi ve siyasi eğilimlerine yöne veren Atlantik Şartı'nı anlatmışsınız. Kapitalist ekonomilerdeki dönemsel buhranların tarihi kökenleri Atlantik Şartı'nda mı yatmaktadır? Ondan önce kapitalizm yok mudur? Biz bu soruları yanıtlayamadık. Ama bu durumu sizin okuyucusunu şaşırtmakla kendisini mükellef sayan sürprizlerle dolu deneyimli bir yazar olmanıza bağladık.

Yazının sonunda da demişsiniz ki "yarın, krizin insani boyutunda çok önemli rol oynayan bu iki öğe üzerinde duracağım." İki öğe önceki cümlenizde şöyle ifade edilmiş: "Hayat tarzı ve tüketim kültürü başta, genel psikoloji ve sosyolojiyi de çağrıştırıyorum". Bunun kendi başına bir cümle olduğunu söylememiz gerekiyor. Sonra, yine yatmışsınız kalmışsınız yarın olmuş "yarınki" yazınızda bunlar çağrışmamış. "İktisadi krizler kapitalizme özgü değildir." tezi ile bir yazı yazmışsınız.

Şimdi toparlayacak olursak. İki gün önce "kapitalist ekonomilerdeki dönemsel buhranların tarihi kökenleri" üzerine bir yazı yazacaktınız. Bu üstü kapalı biçimde "kapitalist sisteme özgü dönemsel krizler" olduğunu varsayar. İki gün sonra bundan vazgeçmişsiniz "kriz hep olur" demişsiniz.

Olsun o da güzel olmuş.

"Nitekim, göçebe insanlık daha avcılık aşamasındaydı ki, hayvanların eksilmesi ve göç yollarının değişmesiyle birlikte, henüz adı konmamış ilk "ekonomik kriz" yaşanmış oldu."

Hayvanlar nereden eksilmiş onu anlayamasak da insanların kapitalizm öncesinde de iktisadi sıkıntılarla yüz yüze geldiği hep yazılıp çizilmiştir. Hatta sizin de dediğiniz gibi

"Aynı süreç feodal ve monarşik düzenlerde de sürüp gitti."

(Yalnız Hadiciğim o monarşik çok saçma olmuş orada. Mutlakiyetçi olabilir belki en fazla.)

İktisadi sıkıntılar, krizler eskiden de var ama kapitalizmin özelliği tam da sizin iki gün önce yazmaya niyetlendiğiniz gibi döngüsel ve küresel krizlerin varlığıdır. Bunlar da üç hayvanın eksilmesine pek benzememektedir. Zaten modern üretim koşullarında besi hayvanları hiç eksilmemektedir günümüzde.

Tekrar krize dönecek olursak bu küresel ve döngüsel krizlerin şu ana kadar ki en tutarlı açıklaması hâlâ sizin elinizin tersi ile ittiğiniz "kar oranlarının düşme eğilimi"dir.

Adet olduğu üzere reel sosyalizme de küfrünüzü ettikten sonra "krizler normal öngörülmez insan faktörü var işin içinde" diyip bitirmişsiniz tartışmayı. Hani döngüseldi diye soramıyoruz. Döngüsel şey nasıl öngörülemez diye sormuyoruz. Marx'ı, Trotsky'i, Mandel'i geçtim, Kondratieff de mi yalancıydı diye soramıyoruz... Çünkü siz bunları yazmaktan sürpriz yapıp vazgeçtiniz.

Son olarak da şunları söyleyerek noktalamışsınız yazınızı:

"Ve pek çok krizin kökenini de ekonominin illá kötü yönetilmesinde değil, söz konusu insani reflekslerin öngörülemezliğinde aramak gerekiyor ki, bunu cumartesiye bırakıyorum."

Hadiciğim,

Yatçaz kalkçaz yatçaz kalkçaz Cumartesi olacak. Cumartesi ne okuyacağımızı heyecanla bekliyor, gözlerinizden öpüyoruz.

Ertuğrul'a selamlar...

G.M.