Gila Benmayor'a

Gila Hanım ile Açık Toplum Enstitüsü direktörü Hakan beyefendi bir günlüğüne dünyamızın güzide bir semtine uğramışlar. Bilin bakalım Gila Hanım ile Hakan Beyefendi nereye gitmişler?

Brüksel'e gitmişler.

"Brüksel'e gidince konu kaçınılmaz olarak Türkiye-AB ilişkileri" olmuş. (Kaçmaya ne gerek var kaçmayın, bırakın kendinizi, rahat olun, konu Türkiye - AB ilişkileri olduğunda zevk almaya çalışın.)

Bu arada unutmadan araya sıkıştıralım, Gila Hanım'ın yazısının başlığı şöyle: "Yoksa AB kilidinin anahtarı futbol mu?" Yaa...

Avrupa'nın geleceğine ilişkin bir araştırmanın sonuçlarını tartışmışlar orada.

Araştırma gerçekten hoş bir araştırma. "Stanford Üniversitesi'nden Profesör James Fishkin ile Teksas Üniversitesi'nden Profesör Robert Luskin'in çalışması. Profesör Fishkin, 'Müzakereli Kamuoyu Yoklaması' diye çevrilebileceğim yeni bir araştırma yöntemi bulup, uygulayan bilim adamı."

Özetle, araştırmacılar görüşme yaptıkları kişileri topluyor. Belirli konularda görüşlerini alıyor ve sonra bir araya getirip tartıştırıyor. Tartışmada konu hakkındaki bilgileri artıyor, tartışma içinde "yansız ve dengeli" (!) bilgi sahibi oluyorlar.

Sonra tekrar görüşleri alınıyor.

Bu yöntemle AB, genişleme süreci, şu ya da bu ülkenin olası/müstakbel üyeliği gibi konularda sorular sorulmuş "kamuoyu insanları"na.

Akademisyen Fishkin, "bu yöntemi İrlanda'da, Avustralya'da ve başka sorunlu yerlerde uygulamış."

Benmayor merak ettiği halde soramamış ama bu yöntemin Avustralya'nın aborijinlerden özür dilemesine katkısı olmasına da ihtimal veriyor.

Biz de bu yorumla birlikte yöntemin bir tür toplum mühendisliğine katkısı olup olmadığını merak ediyoruz elbette. Öyle ya, "sorun çözümünde" aktif katkısı olan bir yoklama yönteminden şu tür veriler elde edilebilir örneğin: "Şu konuda bilgilendirildiklerinde fikirleri hızlı biçimde değişiyor, şöyle bir karşılaşma tarafları şöyle etkiliyor." Aslında siyasetin ve siyasal mücadelenin gündelik pratiğinde kendine çoktan yer bulmuş bir yöntem değil mi bu? Ne, nasıl etkiliyor? Toplumsal araştırmaların, emperyalist siyasete ya da pazarın yönlendirilmesine katkısı oranında fonlandıkları "özerk bilimin" beşiği ABD'de toplum mühendisliği eleştirileri felsefe kürsülerinde gırla giderken, toplum mühendisliği sosyal bilimlerin genel adı haline gelmiş değil mi?

Bunu burada bırakalım.

Efendim, Bulgarların, Yunanlıların, Almanların ve sair AB üyesi milletlerin aynı odada toplanarak tercüman aracılığıyla konuştukları bu yöntemle yapılan ölçümler pek ilginç.

"Bir kere 'genişlemeye' destek yüzde 65'ten yüzde 60'a düşmüş."
"Peki ya Türkiye'nin üyeliği?"
"Profesör Fishkin'in bu araştırmasına göre Türkiye'ye destek 10 puan gerilemiş.
Yüzde 45'ten yüzde 55'e düşmüş." (Bir dizgi hatası olmalı, 65'ten 55'e düşmüş herhalde)

Fishkin beyin söylediğine göre AB'nin yeni üyeleri eski üyelerine oranla Türkiye'nin üyeliğine daha soğuk bakıyormuş. Asıl nedense AB'nin mali yardımlarıyla ilgili imiş. Türkiye üye olursa, bu ülkelerin payına düşecek yardımın azalmasından kaygılılarmış.

Ne büyük talihsizlik, müzakereli yoklama esnasında hazır bulunamayan Gila hanım onları rahatlatamadığı için bu kaygıları da giderilememiş. Oysa kaygılanmaya hiç gerek yok, "daha önce bu konuda yapılan araştırmalar Türkiye üyeliğinin AB'ye fazla bir yük getirmeyeceği, dolayısıyla bir ülkeye para verirken diğerinden kısma gibi bir şeyin söz konusu olmayacağını ortaya koymuş."

Bu araştırmalardan Türk halkının haberinin olmaması ne üzücü. Gerçi, araştırmaya gerek yok, Türkler "bize koklatmazlar abi" aksiyomu ile bu konuda gerekli bilimsel sonuçlara ulaşmış durumda.

Yine de 1990'lar boyunca "Akdeniz fonunda 1.5 milyar dolar var, girdik mi AB'ye fon cepte" palavralarıyla ülkeyi oyalayanların "cukka"dan vazgeçmiş oldukları anlaşılıyor.

"Gel gör ki Bulgarların, Rumenlerin bundan haberleri yok."

Yazının sonuna yaklaşırken Gila hanım ile Hakan beyefendinin kafa kafaya vererek ürettikleri bir fikri izleyelim, uzunca alıntı için okurun bağışlayıcılığına sığınıyoruz:

"İşte bu yüzden Hakan Altınay'ın dediği gibi Türkiye'nin üzerine çok şey düşüyor.

Türkiye algısını, imajını değiştirmek, ve hatta "itibarını yönetmek" tamamiyle bizim elimizde olan bir şey.

Örneğin, Fishkin'in uyguladığı yöntemle, Avrupalıları ve Türkleri yan yana getirerek kamuoyu araştırmaları düzenlenebilir.

Alpaslan Korkmaz'ın başarılı şekilde yönettiği yabancı yatırım çekme kampanyasının bir benzeri AB üyeliği için de uygulanabilir.

Ya da futbolda peş peşe mucizelere imza atılır."

Karadenizli teyzelerin fıkra sonlarına koydukları bir ünlemi biz de araya sokalım: Nasiii?!!
Ve Gila Benmayor'un yazısından devam edelim.

"AB üyeliği ile futbol arasında ne gibi ilişki olabilir demeyin.

Dünkü Le Monde Gazetesinde okudum.

"Avrupalı Türkiye Birliği"nin Başkanı Reynald Beaufort şöyle bir yorumda bulunmuş:

"Türkiye'nin mücadeleci yanı AB nezdindeki imajına çok katkıda bulundu. Türkiye böyle bir futbol şampiyonasına ilk kez katılmıyor. Ama bu yıl gösterdikleri performans Türkiye'nin imajı için çok önemliydi."

Brüksel'de akşam yemeğinde buluştuğumuz Hollandalı parlamenter Emine Bozkurt'un aktardığı anekdot da futbol ile ilintili.

Çekleri yendikten sonra İngiliz meslektaşı "Türklerin maçını izledikten sonra günün birinde mutlaka AB üyesi olacağınıza inandım" demiş."

Gila hanımın "yalı iyimserliği" dolu "aristokratik saflığı" biraz gülümsetiyor belki ama bu saptamayı yabana atmak hiç uygun olmaz.

Türkiye'nin Avrupa futbolu içindeki değişen yerinin "AB ile ilişkiler" açısından oldukça sembolik bir değeri olduğuna katılmak durumundayız. Yaş ortalamasının sürekli yükselmesinden şikayet eden bir Avrupa. Lizbon kriterleri içinde dile getirilen "dünyanın rekabet gücü en yüksek ekonomisi" olma hedefine ulaşmak için güçlü ama hantal iç dinamiklerinin ötesinde kaynakları kendine çekmek zorunda olan bir Avrupa.

Türk futbol takımı böyle bir Avrupa'da kimbilir ne çağrışımlar yaptı. Okuma yazma bilmeyen Türk köylülerinin trenlere doluşarak geldikleri Alman kentlerinde 40 yılı aşan bir zaman diliminde yazdıkları hırs, mücadele ve elbet ızdırap destanı... Elbet bu da hatırlanmıştır, Türk futbolcusunun "ölümüne oynayan" tavrı içinde. (Bu hatırlama elbette iki yönlüdür. Korkutucu yanını ihmal edemeyiz.)

Neyse...

Ne diyor bir Karadeniz ağıdı:

"Almanya gemileri, Almanya gemileri
bir ileri bir geri, bir ileri bir geri
Kör olsun alamanya kör olsun alamanya
ağlattı gelinleri ağlattı gelinleri..."
N.K

Gila Benmayor, "Yoksa AB kilidinin anahtarı futbol mu?", Hürriyet, 27 Haziran 2008
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/9286622.asp?yazarid=20&ampgid=61&ampsz=67732