Erdoğan'da Obama arayanlara

Medyamızda nerdeyse her köşe başını tutan Obama sevincinin yerini yavaş yavaş Erdoğan'a dönük Obama olamama sitemlerine bıraktığı görülüyor. Kasımpaşalı, çevreci değilse de "çevre"cilerin merkeze kafa tutan bir kahramanı, askerleri şortla teftiş etmek şöyle dursun kimilerine göre askerlere şort giydirtecek derecede cesur gözüpek Erdoğan... Yani Türkiye'nin gerçek "kara oğlan"ı.

Şimdi...

Şimdi bembeyaz!

Ak ile kara olanı nerede anladıklarını bu tuhaflıkları savunup şimdi yakınanlara bırakalım da ne demişler onlara bakalım.

Bir süredir devlet ve devlet kavrayışına dönük bazı tuhaf tanımlara yer veriyorduk, şimdi bunlara bir ufak katkı da Oral Çalışlar'dan geldi. Anasayfadan "iktidar partisi değişim içinde" başlığı ile duyurulan, iç sayfada ise buradaki mütevaziliği bir soru işareti olarak arkasına yerleştirdiği bir iddia ile karşılıyor bizi yazı: "AK Parti devletleştiriliyor mu?".

İlk akla gelen soruyu bir süre es geçmek gerekiyor. Çalışlar hemen "kim tarafından" sorusunu soracak kurnaz okuyuculardan bir adım önde olduğu için bu satır aralarında ufak bir ek okuma yapmayı gerekli kılıyor.

Diyor ki Çalışlar, AKtütün olayından sonra AKP yönetiminde çok önemli bir değişim yaşanıyor ve ben bu değişimi 22 Temmuz öncesinde partinin önündeki sorun olarak olarak "devletleştirilme tehlikesiyle yüz yüze gelmesi" şeklinde saptamıştım.

Sonra yazı çekingen bir şekilde Erdoğan'ın faşizan açıklama ve pratiklerine ilişkin soru formundaki saptamaları ile devam ediyor. Çalışlar, "istemeyen gitsin" ile "ya sev ya terk et" söylemleri arasındaki yakınlığı, "tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan" söyleminin pek çok Kürt tarafından Türk milliyetçiliğini sembolize ettiğinin düşünülebileceğini yazıyor. Sonra da yeni bir soru daha geliyor, "bu yönelimin ardından Dengir Mir Mehmet Fırat'ın ikinci adamlık görevinden alınarak, onun yerine Abdülkadir Aksu'nun getirilmesi anlamlı değil mi?". Soruya cevap değilse de bir yorum getiriyor ve "Fırat'ın tasfiye edilmesi anlamlı bir siyasi operasyondur" diyor. Anlamına ikna olan okuyucu siyasi operasyonun ne olduğunu merak ederken, Çalışlar bunu değilse de arkasında "Güneydoğu'da değişen AKP siyaseti"nin bulunduğunu yazıyor. Fırat'ın uzlaşmacı kimliğinin Erdoğan'ın değişen tutumuna uymadığı için yerine "devletin 'güvenilir' bürokratı" Aksu'nun getirildiğini yazıyor. Sonra bunun çok anlamlı olduğunu yeniden vurgulayıp "mesaj ortadadır" diyor. "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu değişiklikle nereye doğru yürüyeceklerine ilişkin bir tutum ortaya koymuştur. Bu AK Parti'nin devletleştirilmesi yönünde dikkat çekici bir adımdır."

Yazı yerine Çalışlar son cümleyi alt alta tüm köşe boyunca yazsa daha iyi olacakmış.
Hoş bundan sonraki paragraf daha enteresan. "Başbakan bu çizgisiyle ve bu tercihleriyle bazı saptamalara göre partisini 'merkez'e doğru çekmek için ciddi bir tercihte bulunmuştur." Pekiştirici sıfatlarla dolu yazı ilk defa bu noktada okuyucuyla aynı soruyu sormayı başarmış: "Ancak bu 'merkez' nedir? İşte sorun burada."

Neyse ki bu sefer cevapları da var: "bu merkez denen yer, 'statüko'dur" ve "bu 'merkez' çözülmesi gereken bütün sorunları 'olmaz' diyerek kilitleyen yerin adıdır".
Sanırız, merkezde şimdi iyidir herkes! Merkez çevrenin en büyük silahını transfer etmiş, o da profesyonel. Mutlaka gereğini yapacaktır!

Gerisi bir tür taraftar tepkisi. Buradan gerçek "taraf"tarlara da geçebiliriz.

"Yazık" başlıklı yazısında Altan da konuya değinmiş. Altan'ın da saptadığı küskünlük momenti aynı, Aktütün. Çalışlar'ın yazısına göre Altan'ınki bir amigo tepkisini andırıyor. Diyor ki, "çok değil, daha üç yıl önce Türkiye'yi Avrupa'ya taşıyacak, siyasette askerin hakimiyetini kıracak, anayasayı sivilleştirecek, ülkeyi özgürleştirecek ve 'tarihe geçecek' bir lider olarak duruyordu sahnede". Bu saçmalığa ekleyebilecek daha çok şey var yazıda, Türkiye'nin zencileri ezilenlerin, varoşların, Anadolu'nun sesi olmasından muhafazakarlarla ilericileri aynı hedefte birleştirmek gibi garabet bir başarının mimarı olmasına kadar...

Herkes derbi havasında anlaşılan. Bıraksalar bizim "kara" Tayyip'in AK Partisini sahalara gömecek statükoyu, sesimizi Avrupalara duyuracak ama ah o hakemler. Neler denmişti zamanında onlara! Altan'ın kötü bir film senaryosunu andıran öyküsünde "sonra Anayasa Mahkemesi girdi devreye. AKP'ye kapatma davası açıldı. Hukukla alakası olmayan bir karar verdi mahkeme."

Ah, be hakem! Gözüne gözlük be hakem!

"Bu kararıyla AKP'yi kapatmadı ama esir aldı. Ve Tayyip Erdoğan değişti."

Tayyip'in sonraki açıklamalarına bozulmuş. Yine tırnağın içindeki devletin derğerlerine sahip çıkması, bayraklı devletli konuşmalarının artmasına canı sıkılmış besbelli. Bir de uyarıyor Erdoğan'ı "başörtülü çocukları okula sokmayan" bu değerler diye. Bir yerden sonra canınız cehenneme diyesi geliyor insanın da o da ne?

"Peki, 'özgürlük, adalet, eşitlik, kardeşlik, başörtüsü, Kürt realitesi, Alevi açılımı, Avrupa, zenginleşmek, barış' kelimelerine ne oldu?" Ne oldu hakkaten?

Şunların sıralanışına baksanıza. Özgürlük, adalet, eşitlik, kardeşlik, burada dur bakalım! Tayyip'ten duydun(uz) mu bunları? Daha da kötüsü bunları Tayyip'ten mi duydun(uz)? Ne yazık!
Diyor ki yazısının sonunda Altan "Erdoğan haklı, o Obama değil. Ama daha üzücü olanı... Onun artık Erdoğan da olmaması. O artık bir "beyaz" adam."

Obama nedir tartışmaya gerek yok burada ama Tayyip hiç Obama değildi evet. Ve evet, maalesef Tayyip hep Erdoğan'dı. Partisinin kısa adında ayrı bir kelime gibi yazdıkları AK hiç istedikleri anlamı taşımadı onlar her zaman yalnızca "beyaz"dı.

Konunun ilgilisine aynı gazetenin yazarı Belge'ye de göz atmalarının hoş olacağını belirtelim. AKP'deki değişimi açıklamak konusundaki biraz kaderci biraz da genetikçi yaklaşımlarına karşın arkadaşlarından bir adım önde. "Sorun, AKP'nin demokrasi alanından başka bir alana doğru kayması durumunda demokratik değerleri kimin savunacağı..." diyor. Başka golcü arayalım mesajının sonucu nedir bilinmez ama yazısının sonunu çok güzel: "Yani sonuçta AKP'nin umduğunu bulamadan bulduğunu kaybetmesi ihtimali de yüksek." Aynısını AKP'ciler için de diyemez miyiz?