Ekrem Dumanlı’ya...

"Anlaşılan o ki derin örgütlerin ucu çok değişik yerlere kadar dayanıyor güvenlik güçlerine, bürokrasiye, iş dünyasına, medyaya."
Yazının yayınlandığı gazetenin Zaman ve yazarının da Ekrem Dumanlı olduğunu bilmesek bir an derin örgütle kastedilenin cemaat ve onun ünlü F tipi örgütlenmesi olduğunu düşünebiliriz. Ama öyle değil Dumanlı her zamanki gibi Ergenekon'un peşinde.

Yandaş medya, Ergenekon'u Doğan Grubu'yla hesaplaşmanın bir aracı olarak gördüğünden uzunca bir süredir "medya-Ergenekon" ilişkisine odaklanıyor Dumanlı, tıpkı bugünkü yazısında yaptığı gibi.

"Maalesef derin operasyonların bir ucunda medya hep bulundu. O yüzden darbelerin vebali hatta laneti bazı basın kuruluşlarının peşini bırakmadı onları bir daha iflah etmedi" diye yazması da bundan zaten.

Hesaplaşmanın odağında ise "Ergenekon'un Hahamı" Tuncay Güney var. Milliyet gazetesinin, Güney'le Gülen cemaati arasındaki ilişkiyi ifşa eden haberlerine Dumanlı'nın göğsünü hoca efendisine siper edercesine gösterdiği tepki ve Sedat Ergin'in Dumanlı'ya verdiği yanıtla başlayan polemikte Dumanlı Doğan Grubu'nu, Tuncay Güney'i bir meczupmuş gibi göstererek davayı sulandırmakla itham ediyor.
Davanın öncesinde ve operasyon sürecinde Ergenekon'la ilgili olarak yaptıkları bütün haberleri Tuncay Güney'in 2001 yılında polise verdiği ifadeye dayandıran AKP-Gülen medyasının, MİT'in zımnen de olsa Güney'in bir zamanlar kendilerine çalıştığını kabulünün ardından, Ergenekon'un Tuncay Güney'den ibaret olmadığını, ortada çok ciddi deliller, somut bilgiler bulunduğunu ısrarlı bir şekilde savunmaya başlaması ise Dumanlı'nın gündeminde bulunmuyor elbette.

Dumanlı, liberal-muhafazakâr ittifakın bütün kalemşorları gibi, kısacık yazısında dahi Türkiye tarihini yeniden ve yeniden yazma çabasından vazgeçmiyor Tan Matbaası baskınından, 6-7 Eylül olaylarına ve 9 Mart darbe girişimine bizi küçük bir tarih gezisine çıkarıyor.

En büyük teorik dayanağı büyük Türk düşünürlerinden Taha Kıvanç olan Dumanlı, hem Tan Matbaası baskınında hem de 6-7 Eylül olaylarında Cumhuriyet gazetesi çevresinin büyük rolü olduğunu iddia ediyor.

Enteresan sahiden de, 1948'den bugüne bir "Cumhuriyet gazetesi çelik çekirdeği" var sanki ortada Gladyo'nun Türkiye'deki uzantısı olarak.

Sanki aynı gazete 60 yıldır bu misyonunu sürdürüyor ve her seferinde başarılı oluyor.

Bu nedenle de Tan Matbaası baskınının dönemin tek parti iktidarı ile muhafazakâr çevrelerin Soğuk Savaş ve anti-komünizm eksenli bir operasyonu olduğu üzerine düşünmemiz gerekmiyor. Truman Doktrini, Yunanistan İç Savaşı, Sovyetler'in etkisizleştirilmesi gibi saiklerce belirlenen ABD eksenli bir operasyon olduğunu düşünmemiz gerekmediği gibi.

Önemli olan o dönemde genç birer öğrenci olan ve baskında yer aldıkları iddia edilen İlhan Selçuk'un ve Orhan Birgit'in bugün Cumhuriyet gazetesinde yazıyor olmaları.

Önemli olan Ergenekon isimli örgütün Tan Matbaası baskınından bugüne her önemli hadisenin tertipleyicisi olduğunun farkına varıp, kontrgerilla ile Türk sağının ABD sponsorluğunda gerçekleştirdiği icraatları yok saymamız.

Benzer bir şekilde 6-7 Eylül olayları ile Kıbrıs sorununun ortaya çıkışını, İngiliz emperyalizmin Kıbrıs'la ilgili planlarını, adadaki direnişi ve DP iktidarının olaylardaki rolünü ilişkilendirmemiz gerekmiyor, önemli olan Orhan Birgit isimli yazarın bu olaylarda oynadığı rol, yani Cumhuriyet'in misyonunu devam ettiriyor oluşu.

9 Mart darbe girişimi de tıpkı Ergenekon benzeri bir hadise Dumanlı'nın ve ustası Taha Kıvanç'ın gözünde. İlhan Selçuk'un o dönemde kurduğu "derin" ilişkiler, dönemin Doğan Avcıoğlu gibi jakoben düşünce adamlarından ve onlardan etkilenen sivil-askeri bürokrasinin varlığından bağımsız olarak, Selçuk'un bugünkü "darbeciliği"nin bir kanıtı olarak kolaylıkla sunulabiliyor.

12 Mart darbecilerinin ve kontrgerillanın Selçuk'u ve onlarca solcu aydını Ziverbey Köşkü'nde işkenceden geçirmeleri bile önemli değil, ne de olsa geçen 37 senenin ardından "İlhan Selçuk darbeciliğe devam ediyor hala!"

"Sağcılık solculuk meselesinin çoğu kez derin merkezlerde tasarlanmış bir mizansen olduğu"na ilişkin kanaat gece gündüz gazete sayfaları ve televizyon ekranlarından insanların zihinlerini iğfal ettikçe, hem düzen, sömürü, eşitsizlik gibi meseleler üzerine kafa yormak beyhude bir çaba haline gelmiş oluyor, çünkü bu derin merkezlere hizmet etmek anlamına geliyor, hem de solcu olmanın kendisi sağcılıkla aynı seviyeye çekilerek "büyük oyun"un bir parçası haline getiriliveriyor.

Böylelikle Türk sağının NATO'yla, Pentagon'la ve Gladyo'yla olan ilişkilerine dair herhangi bir söz etmenin herhangi bir anlamı kalmıyor, çünkü sol da aynı ya da başka oyuncuların piyonu olarak kendisine verilen rolü oynuyor.

Ergenekon Davası gün geçtikçe, nesnellik gereği, bu işten temiz çıkacaklarını düşünenlere de bir şekilde sirayet etmeye başlıyor, birileri "neden iddianamede hiç polis yok" diye sormaya başlıyor örneğin, ya da Güney'in ifadelerinde ismi gizlenen cemaatçi işadamının kim olduğu gündeme geliveriyor ansızın.

Meclisteki tek "sosyalist" milletvekili, cemaatin gazetesine "Ergenekon sol içerisindeki faşistleri ayıkladı" minvalinde demeçler veredursun, davanın seyri, solun akıl tutulmasından mustarip olmayan unsurlarını ortak bir bakış açısının sahibi olmaya sevk ediyor, sol oynanan senaryoyu da nerede ve kimler tarafından yazıldığını da biliyor.

F.Y