Çulhaoğlu ve Okuyan’a

Seçim sonuçlarına şaşırmanın bir âlemi yok.

Bir süredir soL'da yazıyoruz ve üzerine değerlendirmeler yapıyoruz. Türkiye'de siyasal ve ideolojik alanda neo-faşizan neo-Osmanlıcı bir çizgi belirginleşiyor diye. Gözlemlerimizde bir tutarlılık arayacaksak eğer, seçim sonuçları bu tutarlılığı sağlamıştır. Hiçbir faşist dönemeçte solun bir seçim sürprizi yapması beklenemeyeceği gibi, Kemalizme dahi tahammülü olmayan yeni-Osmanlıcılığın sola müsamaha göstereceğini sanmak çocukluk olacaktır.

Üstüne üstlük ülke tarihinin en yüksek işsizliğinin yaşandığı bir dönemde, başbakanın kredi kartı borçlularına üçkâğıtçı, batan esnafa beceriksiz dediği bir atmosferde gık çıkmıyor ve AKP hâlâ %40 oy alabiliyorsa bunda gerçekten şaşılacak bir yan yoktur. "Felaketin kıyısında" bir ülkede, bu felaketin belli başlı unsurlarından birisi toplumsal çürüme olarak adlandırılıyorsa, seçim başarısı yakalayacak sol parti ancak masallarda bulunabilir.

Burada kastımız "zaten nesnellik müsaade etmiyordu" demek değil. Nesnelliğin müsaadesini bekleyeceksek daha çok bekleriz...

Dediğimiz şudur: Nesnelliği veri alacak olursak sonuç baştan budur, dövünmenin de anlamı yoktur.

"Bu nesnellik neden böyledir?" sorusunun yanıtını aramak da amacımız dışında. Bu soruya şimdiye kadar verdiğimiz en kapsamlı yanıtlardan birini Metin Çulhaoğlu 21 Mart tarihli "Bu İnsanlar Nereye Bak(mı)yor?" başlıklı yazısında verdi.

Bugün Sabah Sabah'ta ciğeri beş para etmez bir dizi akbabanın AKP'nin oy kaybını rasyonelize etme, genlerinde hırsızlık olan AKP'nin DTP'den oy çalamamasını anlamlandırma gayreti üzerine kalem oynatmak içimizden gelmediği için soL'da çıkan bir dizi yazıya dikkat çekmek istedik. Bu yazılar üzerinden "sol"a ilişkin anlamlı bir değerlendirme yapmanın olanaklı olduğu kanaatindeyiz.

"Sol"a ilişkin değerlendirmelere geçmeden evvel, genele ilişkin bir dizi gözlemde bulunmak mümkün.

Seçimler ile birlikte AKP'nin gidişini kontrol altına alacak iki unsur belirginleşmiştir. İlki, MHP'nin, AKP'ye perçinlenmesidir. BBP'nin "doğal" biçimde tasfiyesinin ardından tedrici biçimde zaten ana gövdeyi içeren MHP'de yekvücut olacak faşist kimliğin AKP için hem bir destekçi hem de bir kontrol aracı işlevi göreceği bugünden anlaşılmaktadır. Diğer unsur ise Saadet Partisi'dir... Saadet Partisi, AKPzede toplamın "afyonlanmasının" önde giden aracı olacaktır. Soldan çalınan varoşları, ekonomik yıkım sürecinde yeniden sola kaptırmamak, kimi mekanizmalardan dışlanan tarikatları bu aracılıkla "içerde" tutmak mümkün hale gelecektir. Siyasetin dinselleştirilmesi de buna ilave edilmelidir...

Türkiye'de bu haliyle bir "örtük milliyetçi cephe" dönemi açılmıştır.

Seçimlerden çıkan bir diğer önemli sonuç ise Kürtlere ilişkindir. DTP, kitlesi ile sanıldığından daha öte organik bağlara sahip olduğunu bu seçimler ile kanıtladı. Bu mesele gözden kaçırılmamalıdır. AKP'nin Kürt illerine var gücü ile saldıracağı da. Ancak şu noktanın altı çizilmelidir: Memleketin gericilik ve piyasacılık dışındaki tek sabiti kendi içinde sabit olmayan DTP'dir. DTP'nin bu durumu aşağıda anlatacağımız kapsamda dikkatle değerlendirilmek durumundadır.

Pekiyi sol bu seçimlerden ne anlamalıdır?

Dikkat edilirse "seçmenin ne mesaj verdiğini" sormuyoruz. Zaten eğer kendimizi hayali seçmen kategorisine hapsedip söz konusu soruyu yanıtlamaya çalışsak, bulduğumuz yanıtı burada yazmaya terbiyemiz müsaade etmez.

O nedenle sol, mevcut siyasal tabloyu nasıl değerlendirmeli diye soruyoruz.

Sola ilişkin seçim değerlendirmesinde yapılacak ilk iş dostlarımızı, EMEP ve ÖDP'lileri kazandıkları belde ve ilçe belediyelerinden ötürü tebrik etmek olmalıdır. Çok sınırlı da olsa ülkemizin belli noktalarında solun 1980-öncesi birikiminin onurlu insanlar tarafından korunduğunu görmek, bilmek önemlidir. Böyle noktaların varlığı, karanlığın bu denli derin hissedildiği bir atmosferde umut kaynağı olmaktadır.

Bu teşekkürün ardından var olan tablonun yetersizliğine ilişkin değerlendirmeler gelmelidir. Çıkış yolunu da gösterecek biçimde.

Türkiye'de solun kendi inanmadığı, gerçek olmayan hiçbir adımın altına imza atacak lüksü dün yoktu, bugün hiç kalmamıştır.

Ancak "gerçek" nedir?

Gerçek, sol literatürde genelde düzen içine oynamanın, devrimci siyasetten kaçmanın, "durum bunu gerektiriyor, biz ne yapalım" diye sormanın anahtar sözcüğüdür.

Oysa "gerçek", bizim burada kullandığımız anlamda uzun vadeli, sağlam örülmüş, tutarlı bir devrimci stratejinin parçası olabilme kabiliyetidir. Dolayısıyla, demeye çalıştığımız, sol böyle bir uzun vadeli makro-planı ortaya çıkarmalı, buna gerekli emeği, birikimi yatırmaktan çekinmemelidir. Burada önemli bir kıstas belirmektedir. Sol siyaseti toplumsal kılma işlevini görmüyorsa atılan bir adım gerçeklik testinden sınıfta kalıyor demektir. İnanılmayan, âdet yerini bulsun diye atılan her adımdan sol, bile isteye imtina etmelidir.

Gerçek, ilkeli bir sol duruşu toplumsal kılacak adımlara verilen isimdir. Tanımladığımız üzere gerçek, bu bütünlüklü devrimci stratejinin parçası olabilme kabiliyeti ise bizim kuracağımız bütünlük, gerçekliğin esas belirleyicisi olacaktır.

Bu anlamıyla gerçekliğin son sınayıcısı ise toplumsal pratiktir.

Çıkan sonuçtan da görüldüğü üzere 29 Mart seçimleri ve onun kapsamında atılan adımlar, "ama"larla başlayan ve kadük olduğu seçimlere neredeyse iki ay kala soL'da İlker Belek tarafından ilân edilen "Biz Varız!" platformu ne yazık ki gerçeklik testinden sınıfta kalmıştır. Ne TKP'nin seçim politikası ne de onun bir parçası olan "Biz Varız!" yanlış değildir ama anlaşıldığı üzere gerçek de değildir. Gerçeklik testine tabi tutmadığımız her adım enerji çalmakta, yavaşlatmakta, inanılırlığımıza gölge düşürmektedir.

Kemal Okuyan'ın dünkü yazısında belirttiği gibi artık doğruluk yetmemektedir. Okuyan'ın yazısından çıkarılması gereken ilk sonuç, "doğru" kategorisini de kapsayacak bir "gerçek" kategorisinin geliştirilmesi ve turnusol kâğıdı olarak kullanılmasının gerektiğidir.

Burada nasıl bir stratejinin gerçek olacağı sorulabilir?

Türkiye'de gerçek siyasetin önündeki en önemli engel, mevcut toplumsal durum olarak görünmektedir. Dolayısıyla atılacak adımların öncelikli hedefi, Metin Çulhaoğlu'nun 16 Ağustos tarihli "Yeni Toplumsallık" başlıklı yazısında belirttiği biçimiyle bir "gölge toplumsallığın" oluşturulması, başka bir deyişle "öznenin kendi nesnesini kurması" olmalıdır. Böyle bir "gölge toplumsallık" ile devinmeyen solun seçimlerde yapacağı tek sürpriz yoklama vermek olabilir.

"Gölge toplumsallık" ağırlık noktalarının net ve titiz bir biçimde tespitinden geçmektedir. Kolaycılığa kaçmadan, her alandaki devrimci enerjiyi bir damlasını bile boşa harcamayacak biçimde bir araya getirerek...

Çevresinde devinen ve bunu kendi iç enerjisi ile yapan gruplar olmadan solun nefes alma ve ilerleme imkânı yoktur. Bir başlangıç noktası olarak "gerçek" olmak bunun için de gereklidir. Çulhaoğlu'nun çok özlü biçimde belirttiği üzere, bu bireyler ve giderek gruplar, güvendikleri bir liman olduğu için solun etrafına demirleyeceklerdir.

Bir diğer adım bu dinamik ve geniş çevre içinde sağlam tutunma noktaları inşa etmektir. Nasıl bir metaforla anlatılmaya çalışılırsa çalışılsın, hiçbir direnç noktası olmayan, mevzisi bulunmayan, sığınaksız, "burası benden sorulur" diyemeyen solun bu topraklarla olan ilişkisi sorgulanmakta, böyle bir sola verilecek destek kimi zaman boşa çıkan pazarlıkların konusu olmaktadır. Sol, ideolojik bir başlık olarak değil, somut bir mücadele alanı olarak neyin kendinden sorulacağına karar vermeli ve gözünü dikmelidir.

Son olarak, öznenin yeniden inşası gelmektedir.

Böyle bir bütünleşme sağlandığı ve sığınak türetildiği oranda sol, yeni devrimci stratejisinin ileri adımlarını kurma ve hayata geçirme şansına sahiptir. Öncelik bu birlikteliğin örülmesindedir. Bununla birlikte başlayan nesneyi inşa süreci, özneyi de muhakkak ki yeniden inşa edecektir. İnşa süreci, bu açıdan bakacak olursak, bir düzlemde yeniden ve daha zorlu biçimde başlamıştır.

Genel anlamıyla solun ve özelinde TKP'nin, şapkadan tavşan çıkarmaya değil ama daha gerçek açılımlara ve büyük adımlara ihtiyacı olduğu açıktır.

Başta sesini daha geniş kitlelere duyurmak, "yarı-örgütlü oyların" sahiplerini bulmak için...

Şimdiye kadar sorduğumuz "mevcut olanaklar sınırlarına kadar kullanıldı mı" sorusu bu kez şöyle yanıtlanabilir: Bu sınırlara bir türlü varılamamış olmasının sebebi belki de bu yeni seslenme kanallarının enerjisinden yoksun olmamızdır.

Galip Munzam

[email protected]