Asimetrik Tecavüz…

Özellikle İslamcı basının rağbet gösterdiği bir habere göre, Çilek Grup adlı bir organizasyon şirketine iş başvurusunda bulunan başörtülü Şeyma Engin, şirket yönetim kurulu başkanı Emir Onur Çilek’ten şu e-postayı alır:

“Şeyma Hanım Başvurunuzu inceledik. Üzgünüz. Laik Atatürk Türkiye'sinde yaşayan, cumhuriyet çocukları ve muhafızlarından oluşan bir kurum olarak sizin gibi başörtüsü, türban, tesettür şeklindeki bez parçalarını dini inançlar ile hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen bu şekilde gösteren, tamamen siyasi amaç güden, din üzerinden ticaret, din üzerinden siyaset yaparak din sömürüsü yapan insanları bünyemizde barındırmıyoruz. Unutmayınız Demokrasi gericiliğin önünü açmak değildir. İş arayışınızda başarılar. Fatih bölgesini denemenizi şiddetle tavsiye ederiz. İyi Çalışmalar”.

Çilek Grup’un internet sitesinin açılış sayfasındaki uzun metinde ise iddialar şu gibi sözlerle reddediliyor: “…takdir olunur ki, hiçbir kurumsal şirkette bir stajyer başvurusuna insan kaynakları departmanı dururken, bir yönetim kurulu başkanının bizzat kendi yanıt verdiği görülmemiştir”. (…) bünyemizdeki iki bayan çalışanımızın başörtülü olmasına … rağmen bu tarz bir zan altında bırakılmak … vahim ve traji-komiktir”. Ayrıca, “Ulu önder Mustafa Kemal gibi dini kucaklayan bir kurtarıcının adının bu tip kutuplaşma ve yıpratma odaklarda eylemlerde kullanılması…” tasvip edilmez.

Şirketin neredeyse komedi metni gibi hazırlanmış bir e-postanın kendisine ait olmadığını söylemek için bile bu kadar dini değer güzellemesi yapıyor olması, ülkenin genel ideolojik ortamı hakkında bize ne söylemektedir? Yalnızca somut verilere dayanıp metnin sahte olduğunu kanıtlamak neden yetmemektedir de “iki bayan çalışanımızın başörtülü olması” ve “Mustafa Kemal gibi dini kucaklayan” bir lidere ihtiyaç duymaktayızdır? (Bu arada “iki bayan çalışanımızın başörtülü olması” cümlesinden hangi kelimeyi çıkarırsak anlamda bir değişme olmaz?)

***

Sorunun cevabı, Metin Çulhaoğlu’nun 18 Temmuz’da soL’da yayınlanan “İsteyen ‘Jakoben’ Desin” başlıklı yazısındadır. Çulhaoğlu, muhafazakar uçtaki radikal grupların, muhafazakar olmayan, ilerici muadillerine göre çok daha fazla hoşgörüyle karşılandığının, neredeyse sırtlarının sıvazlandığının altını çizer: “Eğer bir “ekstrem” tam karşısındaki diğer “ekstreme” göre belirli bir ortama daha fazla nüfuz edebiliyorsa, bu ortamı dolaylı yollardan belirleyebiliyorsa ve “ortada” duranlara bile “canım elbette onların da tepkileri olabilir” dedirtebiliyorsa, ortada bir asimetri vardır”.

Bu asimetriye konumuzdan bir örnek vermek gerekirse: Mini etekli olduğu için muhafazakar bir şirkette işe alınmayan bir kadın, şirketten “cehennemde yanacak hafif meşrep kadınların işyerinde abdestimizi bozmasını istemiyoruz” türünden bir e-posta alsa, bu çok ses getirse bile münferit bir vaka olarak ele alınıp faturası kendini bilmez şirket sahibine mal edilecek bir olay değil midir?

Yanlış anlaşılmasın: Çilek Grup’un yazdığı iddia edilen (ki yazmış da olabilir) e-posta diğer uçta, yani ilerici uçta falan değildir. Hatta burjuvazinin sınırlı, sürekli çelişkiler sergileyen sekülerliğinin klişelerini, sınıfsal kibire dayanan kaba bir üslupla yeniden üretmeyi başarıyla gerçekleştirir. Ancak bu temel iddiayı değiştirmez: Asimetrik yapının buna bile tahammülü yoktur. Zira olay hemen islami basın tarafından genelleştirilmeye ve muhafazakar olmayanların tamamına mal edilmeye çalışılır:

Örneğin Zaman’dan Mustafa Ünal, bugünkü “Ayrımcılığın Böylesi” başlıklı yazısında “Şirketin bu tavrı vaktiyle Hitler Almanya'sında Nazilerin başlattığı 'Yahudiler giremez' kampanyasına benzemiyor mu? Hiçbir kişi ve kurum 'başörtülü çalışamaz' diyerek bir genelleme yapamaz. Buna hakkı yok. (…) Dünya üzerinde etnik ve inanç ayrımcılığına hayat hakkı tanıyan başka bir ülke var mı bilmiyorum”.

Dikkat edilirse iddia özelden genele doğru bir yol izler: Şirketin tavrının faşistliğinden, Türkiye’nin türban ayrımcılığını destekleyen faşist niteliğine doğru. Olay münferit değildir: bu tarafta olan, yani türbana mesafeli yaklaşan herkes faşisttir.

Vakit’in portalı Habervaktim ise genellemeyi bir üst aşamaya taşıyor. E-postayı yazdığı iddia edilen Emir Onur Çilek’in geçmişteki kirli çamaşırlarını ortaya döken gazete Çilek’in 2004’te tecavüzden yargılandığını, tecavüz ettiği iddia edilen kızın intihar ettiğini, ancak Çilek’in suçsuz bulunduğunu yazıyor. Başlık ise şöyle: “Cumhuriyetin Çocuğu Atatürkçü Çilek Tecavüzcü mü?”

Demek ki yine: Olay münferit değildir, bu tarafta olan, yani türbana mesafeli yaklaşan herkes yalnızca faşist değil, aynı zamanda tecavüzcüdür de! Hüseyin Üzmez yüzünden islamcılara böyle bir genelleme yapılması düşünülemezdi bile –ancak ‘cumhuriyetin çocuğu’ için asimetri kendini tüm gücüyle gösteriverir.

***

Demek ki Çilek Grup’un bu kadar çekingen ve din güzellemeleriyle dolu bir savunma yayınlamasında şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü söz konusu asimetrik tecavüzün şirketlerine nasıl bir ‘ekonomik şiddet’ uygulayacağının farkındadırlar.

Çilek’in kendini nasıl kurtaracağı ilgi alanımızı aşar ancak sol için çözüm, dinciliğin demokratik örtüyle meşrulaşmasıyla oluşturulan bu asimetriye karşı örgütlü ve somut tepkiler vermektir.

Çulhaoğlu’nun dediği gibi: “Kuşkusuz ve elbette kendi başına değil, daha bütünlüklü bir siyasal hattın öğelerinden biri olarak”.

Emre Zeybek