Ahmet Altan’a

Kavramlara ilişkin aşırı titizlik, toplumsal-siyasal yaşamda akışı, dinamizmi, kavramın tanımı içerisine zorla sokmaya çalışmak sonucunu doğurur. Bu algılanışı ile kavram muhafızlığı, bireyi kavram fetişizmine taşır. Bundan sonra, her olgu, duruma ilişkin kavramın tanımıyla açıklanmaya çalışılır. Pratikte olayların, kalıplaştırılmış kavramsal tanımlardan çok, sürece ayak bağı olmayan kavramsal bir çerçeveyle açıklanabileceği unutulur.

Ama kavramsal titizlik kesinlikle yabana atılamaz. Özellikle, kavramların kirletildiği, bulaşık tanımlarla ve bulaşık bir çerçeveye yerleştirilerek açıklandığı günümüzde, kirlenmeye karşı titizlik kaçınılmazdır.

Kavramları kirletmenin, bulaşıklaştırmanın yöntemlerinden biri, akademik "düzeyde" olabilir. Kavramı, bilimsel karineler de yaratarak evirir çevirir kirleticisi. Bunun tartışılabilir bir boyutu vardır.

Diğeri ve son dönemde sıkça kullanılanı ise, salakça bir yöntemdir. Bu, aynı zamanda, okuyanı da "salak" yerine koymak anlamına gelir. Bu salakça ve salaklaştırmayı amaçlayan yöntem, sermayenin ve onun adına iş yapan beslemelerin ideolojik ve siyasal mücadelede başvurdukları bir yöntemdir. Gücünü aldatmaktan alır.

Malum taraf, bu aldatmacayı sıkça kullanmaya çalışıyor ama çoğu zaman salaklık her taraf'larından akıyor. Örneğin, O. Kütahyalı, "bağımsızlık barbarlıktır." diye yazdı, ardından "Deniz Gezmişlerin bağımsızlık fikri, Ogün Samastlara örnek olmuştur." dedi. Derken de derdi imanı "bağımsızlık" kavramını kirletmekti. Kendisi kirlendi, kirlenirken pis kokan bir kariyer ve Taraf'ta köşe kazandı.

Aldatmak üzerine yüzlerce sayfalık roman yazan, kadın ruhunu, kadınlığı ve kadınları kirleten Ahmet Altan, "aldatmak"tan elde ettiği birikimi, kariyeri, bu kez de, "bağımsızlık kavramı"nı kirletmek için kullandı. Bugünkü Taraf'ta salakça bir "aldatma" denemesi yaptı. Yazısındaki salaklığı ve iğrençliği görmek için yazının tamamını buraya taşımak gerek. Ama burada salaklığa ayıracak yer yok. Salaklığın ipliğinin pazara çıkarılması yeterli.

Yazıda neler yok ki...

Kafkasya'daki savaştan başlayıp, binlerce insanın ölümünden duyduğu insanı acıyı anlatıyor. Tam, "aaaa... ne kadar da duyarlı" diyecekken, buradan, "bağımsızlık" kavramının ne menem kötü bir kavram olduğuna atlıyor: "Sanırım insanlık tarihinin en tehlikeli, en öldürücü kelimelerinden biri 'bağımsızlık' kelimesi."

Bu sözün ardından, "bağımsızlık" kavramını kirletmek için ne tür salaklıklarla, iğrençliklerle karşılaşacağınızı tahmin etmek zor değil.

Yazının devamında A. Altan döktürüyor:

"İnsanlar nasıl yönetiliyor?" soru böyle olmalıymış. Ama bağımsızlık kelimesi bu soruyu değiştiriyormuş... Soru: "İnsanları kim yönetiyor?" haline dönüşüyormuş.

Toplumun yönetilme tarzı ile hangi güçler tarafından yönetildiği arasındaki ilişkiyi bir anda koparan bir aldatmacayla salak bir oyuna başlıyor A. Altan yazısında... Puzzle oyunu gibi istediğini istediği yere yerleştiriyor keyfince...

Gorbaçov'u Amerikan başkanı yapıyor... Bill Clinton'u Türkiye'nin başına geçiriyor... Bu sapık oyundaki gibi olsaymış her şey daha iyi olurmuş. Clinton'ın Türkiye'yi yönetmesini çok istermiş...

Ama bağımsızlık bunların önündeki en büyük engelmiş... Aslında bağımsızlık, uluslara, halklara ilişkin bir kavram değilmiş, Altan'a göre yalnızca liderler bağımsız olurmuş. Yazısının sonuna doğru, baklalar birer birer ağzından dökülüyor...

"Küba'da sadece Castro bağımsızdı mesela.

Ondan başka bağımsız biri yoktu."

Ne denir? Başına Küba halkı kadar taş düşsün. Küba'da bağımsızlık idealinin halkın iradesi olarak Castro'da şekillendiğini, Küba halkının her hal ve koşulda Batista-ABD'ye bağımlılık kavramlarını duyduğunda tüylerinin diken diken olduğunu salakların dışında cümle alem biliyor.

Eeee... "Bağımsızlık" kavramı bu kadar kirletilebilir demeyin... Dahası var... AB'den övgüyle söz ederek bağımsızlık fikrine saldırmadan yazıyı bitirmek yakışmaz Ahmet Altan'a... AB'de bu işler nasılmış? Salaklık devam ediyor:

"Bütün ülkelerin yönetimleri diğer ülkeler tarafından denetleniyor, hiçbir yönetimin "bağımsız" olmasına izin verilmiyor.

Onun için Avrupa halkları bağımsız.

İstedikleri gibi yaşıyor, istedikleri gibi ibadet ediyor, istedikler gibi konuşuyor, istedikleri gibi giyiniyor, istedikleri gibi yazıyorlar."

Ehhh... Bütün ülkelerin yönetimleri, piyasa mekanizmaları, AB'nin merkez ülkelerinin emperyalist politikaları tarafından denetlendiği ve onursuzlaştırıldığı doğru. Türkiye'nin AB hikayesi bunu anlatmıyor mu?

O zaman Ahmet Altan'ın anlattığı hikaye ne sizce?..