Büyüklere masallar: Yalnızca okumak isteyen saf Anadolu çocuğu Mümtazer...

Aslında imza kampanyasıyla uğraşmakmış, "tiyatro bu!" diye haykırmakmış, bütün bunlara hiç gerek yoktu. Mümtazer Türköne'nin bugünkü yazısını bekleseydik, elimizi sıcak sudan soğuk suya koymazdık.

Utanmak insana özgü. Başkaları adına utanmak ise büyük oranda solculara ait bir meziyet. Şu "Yetenksizsiniz" türü yarışmalarda rezil olan insanları görünce onlar adına duyulan utanç gibi.

Utanmazlık ise sağcılara ait bir insan hali. Bir de, sağcılarla çok hemhal olan solculara.

Mümtazer Türköne, Zaman gazetesinde yazdığı yazıda, devir onun devri olduğu için, iddianame onun iddianamesi olduğu için, hakimler ve savcılar onun hakim ve savcıları olduğu için, utanmadan yazabilir örneğin:

"Türkiye'de cinayet şebekesi gibi iş gören bir Marksist ana akım var. 'Öncü savaşı' ile gerçekleştirecekleri 'silahlı devrim' stratejisi için çok kan döktüler. 12 Mart'tan önce banka soygunları, adam kaçırma ve bombalama eylemleri yaptılar. 70'li yıllarda artan şiddetin üretildiği ana merkez oldular. 70'li yıllarda hayatını kaybeden Ülkücülerin katilleri bunlardır. 78'liler adına davaya müdahil olan eski Dev-Genç İstanbul sorumlusuna, kaç Ülkücünün katili olarak cezaevinde uzun yıllar geçirdiğini sorabilirsiniz?"

Devir Mümtazer'in devri. Abdullah Çatlı ve "Muhsin Başkan" ile dostluk, Tansu Çiller'e yancılık sorulamaz. Kurşun atan da yiyen de şerefliyse vatan için, artık bu defter eski defterdi. Karıştırılamazdı. Çok sıkışılırsa, "karanlık odaklar bizi birbirimize düşürdü" denilirdi. Böylece katil olmaktan kurtulurdu Mümtazer, kandırılmış saf köylü olurdu.

Ama sağcılık bununla sınırlı kalamazdı. Riyakarlık, yalancılık hepsi dahil olmalıydı. Tarih, sivillerin askerlere karşı mücadelesinin tarihiydi. Kendisi kullanıldıysa, Deniz Gezmiş de kullanılmalıydı. Ama Deniz, bilinçli kullanılmalıydı. Sağcılar bilinçsiz tek kullanımlık askerlerdi. Solcular ise bilinçli darbe-sevicilerdi:

"12 Mart öncesinde geliştirilen Millî Demokratik Devrim stratejisi, Marksist solun askerin yapacağı darbenin şartlarını oluşturma görevinin adıydı. Mahir Çayan'ın, Deniz Gezmiş'in örgütlerinin gerçekleştirdiği şiddet eylemlerinin tek amacı 9 Mart darbesidir. Kaos yaratmak ve böylece zorba bir dikta yönetiminin önünü açmaktır. Onların diktatörleri yerine ötekilerin diktatörleri darbeyi yapınca, olan bu genç insanların hayatına olmuştur. Bu gelenek fakir ideolojik müktesebatlarında sadece bu şiddetin mantığını kuran 'suni denge', 'aktif direniş', 'öncü şiddet', 'silahlı propaganda' gibi barut kokan gevezelikler mevcuttur. Bu ana damardan ayrılan yeni hizipler hep 'daha fazla şiddet' talebi ile ortaya çıkmıştır. 70'li yıllarda tırmanan şiddetin arkasında bu örgütler vardır. Ülkücüleri, okudukları okullarda meşru müdafaaya sevk edenler de bu sol örgütlerin estirdiği terör olmuştur."

Meşru müdafaa, ha? Vedat Demircioğlu, Kanlı Pazar, idamlar, yargısız infazlar, komando kampları... Artık hiçbirinin önemi yok. Türköne, rasyonel ve oportünist bir sağcıdır (her zamanki gibi) kendi ülkücü geçmişini "meşru müdafaa" ile açıklayabilecek kadar çakal zanneder kendini. Nasıl olsa, "Ülkücüler" belgeseli, her türlü mafyatik, silahlı-külahlı hırlamasına rağmen, "vatansever çocuklardı" demagojisini harlayacak, kendisi ülkücülerin şanlı ama tamamına erememiş tarihini ballandıra ballandıra anlatacak, ufo görmüş masum köylü ayaklarına yatacaktı:

"Söylediklerimin delili benim öğrencilik yıllarım. 74 affıyla Mülkiye'ye geri dönen eski solcuların öncülüğünde tırmanan şiddeti gün be gün yaşadım. Okula dönüşlerini kutlamak için yaptıkları boykota katılmayınca şiddete maruz kaldım. Öğrenim hakkım elimden alındı. Karşımdakiler 'anti-faşist mücadele'yi okumaktan başka derdi olmayan benim gibi Anadolu çocukları üzerinden sürdürdü."

Bu okumaktan başka derdi olmayan Anadolu çocukları, "meşru müdafaa" haklarını kullandılar tabii. Maraş'ta, Çorum'da, Bahçelievler'de okumaktan arta kalan zamanlarında kullandılar bu hakkı. Sonuçta onlar Anadolu çocuğu idi, Marksistler ise -haliyle- nesebi gayr-ı sahih...

Ve nasılsa iddianame onun iddianamesi, mahkeme onun mahkemesi. Hakkıdır, yazar. Solcular katildi, der solcular oyuna gelmedi, bizzat o oyunun kurucusuydu, der okumaktan başka derdi olmayan Anadolu çocukları 'anti-faşist mücadele' gerekçesiyle meşru müdafaaya zorlandı, der.

Sağcının kafası böyle çalışır. Türköne, bütün "değişim" lafzına rağmen bu anlamda hiç değişmemiş tipik bir sağcıdır. Sağdan kesilen muz ortaya kafasını sokmaktan çekinmez:

"Dünün Ülkücü katilleri, referandumun hayırcıları ve 12 Eylül duruşmasının maraza çıkartan grupları nedense hep aynı kişiler. Ve hepsinde aynı görevi yerine getirdiler. Onlara bu görevi kim verdi? Cevabı görülmekte olan darbe davalarındaki tutumlarına bakarak verebilirsiniz. Ergenekon'un, Balyoz'un avukatları yine bunlar. Nerede darbeciler, orada 'öncü savaşçıları' olarak ön safta onları bulabilirsiniz."

Türköne, bazı solculara yarın aklıyla ders verir. Heyhat, bu sefer haklıdır.

Ve kendini bilir:

"Fuller haklı. Türkiye'ye sol lâzım. Ama nasıl adam olacaklar? Amerika el atarsa belki..."

Türköne haklıdır. Kendisine Amerkan eli değdiği için "adam" olmuştur.

Ve o elin solu da ellemesi için figan etmektedir.

Tabii ki Türköne, "bir kereden bir şey olmaz" diye düşünmektedir.

Behçet Gültekin