Çanlar kapitalizm için çalıyor: ABD’nin hakimiyeti mutlak mı?

Trump “ABD’yi yeniden büyük ve kazanan” yapmak istiyor; ama aynı anda hem Çin’i ekonomik ve stratejik olarak dize getirmeye çalışıp hem başta Çin olmak üzere kurduğu bağımlı ilişkiyi ray değişimine uğratıp hem de sistemdeki dağılmayı toparlayabilmesinin bir soru işareti olduğu görülüyor...

Anıl Çınar

Bundan yaklaşık bir ay öncesinde egemen sınıfın üyeleri ve temsilcileri İsviçre’nin Davos kentinde Dünya Ekonomik Forumu’nda buluştular.  O günlerde ABD Dışişleri Bakanı olarak görevinin son günlerini tamamlayan John Kerry ile yapılan bir röportajda Kerry, 2008 krizini izleyen yıllar boyunca yaptıklarından nasıl gurur duyduğunu anlatıyor.

Herkes dünyanın ve ABD’nin iyi bir yere gitmediğini konuşurken Kerry’nin buna yanıtı “zor zamanlarda birçok problemle aynı anda uğraşmak zorunda kaldıkları; fakat iyi başardıkları” yönünde oluyor. Kerry ardından, ABD’nin ve dünya düzeninin bozulamayacağına dair kendinden emin yanıtlar veriyor.

Kerry’nin sağlamasını yapabilmek için bir negatif gerekir. Geçtiğimiz yılda ABD ekonomisinin en tepesindeki isimlerden ve burjuva iktisadının çeşitli simalarından söylenen şuydu: “Bir finansal krizle daha baş etmeye ne ABD’nin ne dünyanın gücü yetebilir.” Obama ise şunu söylüyordu: ”Yeni başkanın kendi yolundan yürüyemeyeceğinin garantisini veremem; ama şunu garanti ederim ki gerçeklik onu bu yolda düzenlemeler yapmaya ittirecektir.” Ve “Ofiste işler böyle yürüyor” diye de ekliyordu.

Ama yeni yönetimin ne yapabileceği konusunda “ofis” de bir türlü netleşemiyor. Üstelik “ofis”in raconunda bugüne kadar sayısız skandalın hatta suikastin olduğunu tarih gösteriyor. Bugüne kadar başka ülkelerin iç ilişkilerine nasıl müdahale edebildikleriyle övünen Amerikan devletinin kademeleri de bir başka ülkenin, Rusya’nın, kendi seçimlerine nasıl müdahale ettiği dedikodusuyla kilitleniyor.

Trump’ın “ekonomik milliyetçiliği” işte tüm bu olan bitenlerin tam ortasında tartışılıyor.

Amerikan devleti kendi geleceğinin silüetini Britanya’da görmeye başladığında 20. yüzyılın başlarıydı. Buna göre sermaye birikimini ve emperyalist egemenliği kâr güdüsünden ayırmak mümkün değildi ve asalak, rantiye devlet olmak bu geleceğin parçasıydı.

1929 tarihi bu geleceğin bir ray değişimine uğradığı dönemeçti. Buhrana verilen tepki birkaç parametrenin ürünü olarak gerçekleşti. Herbert Hoover’ın yerini alan Franklin Roosevelt büyük tepkilere karşı yola koyulmuştu belki; ama bir aklın temsilcisi olarak geldiği topraklar Hoover tarafından bir ölçüde hazır hale getirilmişti. Daha da önemlisi böyle bir aklın netleşmesi için gerekli dışarıdan, somut ve tarihsel bir basınç bulunuyordu dünyada: Sovyetler Birliği.

Diğer yandan ABD henüz dünyanın açık ara büyük ağabeyi değildi. Dünyanın ekonomik bütünleşmesi ve ABD’nin bundaki belirleyici gövde olma vasfı bugünkünden uzaktı.

(Grafik ABD’nin 1800 ile 2000 yılları arasındaki ticaret dengesini gayrısafi yurtiçi hasıla yüzdesi biçiminde gösteriyor. Kırmızı hat ithalatı, yeşil ihracatı ve mavi de ikisi arasındaki farkı gösteriyor. Farkın negatife düşmesi ekonominin borçulukla olan ilişkisini anlatıyor.)

1800’lü yılların ilk gelişme dönemini ve emperyalist paylaşım savaşı yıllarını dışarıda bırakırsak Amerikan ekonomisinin dünya ile bağlantıları aslen 1970’ler ile birlikte farklı bir sıçrama yapıyor. 29 ile 71 arasındaki dönemin yalnız %16’lık bir bölmesinde ABD net ihracı negatif değer görüyor. 72 ile 2011 aralığında ise bu oran %95. Bunlar şu anlama geliyor. 70’ler ile birlikte borçlanma ve dünya ile kurulan ticari ilişki ABD ekonomisinin önemli bir yönü oluyor.

(Grafik ABD’nin 1960 ile 2015 aralığındaki ticaret değerlerini gayrısafi yurtiçi hasılasına oranla gösteriyor. Diğer bir değişle, ticaretin ekonomik büyüklüğüne oranı için bir veri sunuyor.)

 

type="#_x0000_t75" alt="abd 70-2015 trade.png" style='position:absolute;
margin-left:70.45pt;margin-top:51.1pt;width:339.75pt;height:266.35pt;
z-index:3;visibility:visible;mso-wrap-style:square;mso-wrap-distance-left:12pt;
mso-wrap-distance-top:12pt;mso-wrap-distance-right:12pt;
mso-wrap-distance-bottom:12pt;mso-position-horizontal:absolute;
mso-position-horizontal-relative:margin;mso-position-vertical:absolute;
mso-position-vertical-relative:page'>
o:title="abd 70-2015 trade"/>

 

Bu değişimin birçok başka yönü var elbette. Birçok farklı veri çıkarmak da mümkün. Fakat bu değişime eşlik eden asıl önemli yön ABD’nin dünya sistemine nüfuzuyla ilgili. Kapitalist kampın ağabeyi ABD ekonomik anlaşmalar, siyasi kurumsallıklar ve fikir sistemi ile sisteme hakim oluyor belki; ama bu aynı zamanda iki yönlü bir biçimde aynı sistemin kırılganlıklarıyla birebir yüzleşmesi anlamına geliyor.

Sovyetler Birliği’nin bir dış basınç olamadığı tarihten itibaren, 90’lardan bugüne, ABD bu problemi nasıl çözeceğiyle başbaşa kaldı. Amerikan ekonomisinin yapısal problemlerinden dış ilişkilerde nasıl bir strateji tutturulacağına kadar tutulan pozisyonlar bu iki yönlü ilişkinin damgasını taşıyor. Tam da Kerry’nin üstesinden geldiklerini belirttiği 2008 krizi bu dünya sistemini denge tutmaz hale getiren bir tektonik yarattı. Bu hareketlilik kırılganlıkları iki yönlü ilişkinin ABD tarafına da yansıtıyor ve oradaki problemlerle birleşip yeniden dünyaya yansıma olanağı buluyor.

Çin ve Rusya üzerine yoğunlaşan strateji kavgaları ile Amerikan ekonomisine biçilen rol bu yüzden birbirine bağlı.

Örneğin, ekonomisinin güney denizindeki ticarete kritik bağımlı olduğunu bilen Çin, ABD’yi “sakinleştirmeye” çalışabilir, Japonya ile rekabetini ön plana çıkarmak isteyebilir ve bunun enstrümanları üzerine çalışabilir belki; öyleki ABD donanması hâlâ egemendir. Ama tektoniğin tüm aktörleri ittiği zaman yarışı ve rekabet bir çelişkiler yumağı halinde bu aktörlerin hepsini durmadan dibe çekiyor.

Buna ABD de dahil. Trump “ABD’yi yeniden büyük ve kazanan” yapmak istiyor; ama aynı anda hem Çin’i ekonomik ve stratejik olarak dize getirmeye çalışıp hem başta Çin olmak üzere kurduğu bağımlı ilişkiyi ray değişimine uğratıp hem de sistemdeki dağılmayı toparlayabilmesinin bir soru işareti olduğu görülüyor.

Çünkü içeride de anlaşmazlıklar devam ediyor ve Amerikan ekonomisinin nasıl dönüştürüleceği de soru işareti. Geçmiş dönüşüm birkaç firma üstünden okunacak olsaydı örnek şöyle olurdu: 90’lı yıllar boyunca listelerin en tepesinde duran General Motors ve Ford bugün yerini Walmart’a, Apple’a bırakmıştı. Şuan en tepedeki yerini koruyan Walmart’ın satışlarının yarıdan fazla bölmesi Çin’de üretilen ürünlerinin kıtadaki pazara tedarikiyle gerçekleşiyor. Apple için benzeri geçerli. Bu tedarik-tüketim mekanizmasında rantiye finans sisteminin rolü büyük.

Bu durumda kârının kaynağı aslen Çin ile kurulan ilişki üzerinden gerçekleşenler ile ayağını anakaraya basacak olanlar ya da bu mekanizmanın devam edebileceği konusunda aynı düşünmeyenler arasındaki uyuşmazlıkların kolayca giderilebilmesinin bu kriz dünyasında mümkün olmadığı gözüküyor. Çünkü bu mekanizmanın hem ABD hem dünyada yarattığı güç durum için çok veri birikti ve çünkü 1929’un dünyasında da değiliz.

Kerry röportajında “iyimser” bir insan olduğundan da bahsediyordu. Ancak böyle bir dünyada egemen sınıfın iyimserliğini “hesap hatası” olarak adlandırmak daha mantıklı gözüküyor. Yeni dünyanın kurucuları açısından ise iyimserlik için yeterince açıklık var gözüküyor.


Kaynaklar:

1) https://2009-2017.state.gov/secretary/remarks/2017/01/267073.htm

2) https://www.jacobinmag.com/2017/03/obama-trump-mattis-united-states-empire/

3) http://data.worldbank.org/indicator/NE.TRD.GNFS.ZS?end=2015&locations=US...

4) https://www.forbes.com/sites/mikepatton/2014/12/30/a-historical-look-at-...

5) http://www.econdataus.com/tradeall.html

6) https://www.statista.com/statistics/269403/net-sales-of-walmart-worldwid...