İnşaat sektörü, on yıllarca kalkınmanın lokomotifi olarak görüldü. Başka sektörlere oranla çok daha büyük tutarlarda ve çeşitlilikte malzeme kullandığı için, genişletici etkisini ekonominin her alanında duyumsatıyordu.
Anayasa Mahkemesinin sicili hızla kötüleşiyor. Kullandığı dil ve yorumlarıyla her gün biraz daha çok AKP’lileştiğini görüyoruz. Kararlarında; “…Kanunun gerekçesinde de belirtildiği üzere…” gibi sözlerle daha önce olmadığı kadar sık karşılaşıyoruz.
Dün (11.12.2018) Resmi Gazetede Anayasa Mahkemesinin 22.11.2018 günlü 2015/269 Başvuru numaralı bir kararı yayımlandı.
Karar, üniversiteden ilişiğinin başörtüsü nedeniyle kesildiğini öne süren başvurucunun, din özgürlüğü ve eğitim hakkının engellendiği savı üzerine alınmış.
İşsizlik fonu, kendi istek ve iradesi dışında işsiz kalan sigortalılara destek vermek amacıyla 1999 yılında kurulmuştu.
Nedense işsizlere pek nasip olmadı.
İşsizlerden esirgenen paralarla milyarlarca lira biriktiriliyor. Merkezi Bütçenin nakit gereksinmesi gideriliyor; bütçeden karşılanması gereken harcamalar fon bütçesinden ödeniyor.
Aynı gemide olup olmadığımız tartışmaları bu aralar yine gündemde. Patronlar; şu kriz ortamında sendika, ücret, iş güvencesi, diye tutturmayın, hepimiz batarız ona göre… gibi sözlerle tehditler savuruyor.
Gemi onların, batarsa batsın; hiç mahzuru yok. Ama önce gemilerinde forsa olmaktan kurtulmalıyız.
Emekli olduğunuzda rahat edeceksiniz diye ceplerimizden zorla alınıp sigorta şirketlerine verilen paraların sigortacılıktaki adını biliyor musunuz:
Resmi metinlerde “Prim üretimi” olarak geçiyor.
Sigortacıların internet sitelerine ve basın açıklamalarına bakarsanız; “emeklilik pazarı”, “emeklilik sektörü” terimleriyle de karşılaşırsınız.
İşsizlik Fonu, çalışma istek, yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmasına karşın, kasıt ve kusuru olmaksızın işini yitiren sigortalılara işsiz kalmaları nedeniyle uğradıkları gelir kaybını belirli bir süre ve ölçüde karşılamak amacıyla kurulmuştur.
29 Ekim’de açılmış gibi yapılan İstanbul’daki havalimanı ne Türkiye’nin gücünün, kararlılığının, başarısının ne de ülke ekonomisini hedef alan saldırılara karşı direnişin bir simgesidir. Üstelik henüz bitmemiştir ve bu haliyle dünyanın en büyük havalimanı da değildir. Dahası, devletin gerçekleştirdiği ve sahibi olduğu bir proje de değildir.
Dün, 2019 yılı Merkezi Bütçe Yasa teklifi açıklandı. Hazırlanmasına ilişkin kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra kamu mallarının satılmasının öngörüldüğü iki bölüm ile tütün ve alkol ürünlerinin üzerine çullanmış gibi görünen ÖTV uygulamasına göz atalım.
Plansız Bütçe,
Enflasyonla Topyekûn Mücadele Programının patronlar dışında kimseye yararı yok. Dahası; böyle saçma yöntemlerle enflasyon düşmez.
Devlet erkanı ile anlı şanlı sanayicilerimizin yaymaya çalıştığı olumlu havanın cazibesine kapılmayalım.
Soyguna yeni bir ad buldular sadece!...
Berat Albayrak’ın 9 Ekim günü Programı tanıtırken söylediklerini anımsayalım:
Uğur Gürses özenle ve bilgisiyle peşine düşmeseydi, işsizlik fonundan 11 milyar lira alınıp, karanlık dehlizlerden geçirilip, rasyoları düzelsin diye, üç kamu bankasının kasalarına (Halkbank, Vakıfbank, Eximbank) boca edildiğini öğrenemeyecektik.
Basına 28 Eylül günü servis edilen Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketi hakkında yasa teklifini, dün (2 Ekim günü) Meclisin internet sitesinde yayımlayabildiler. Okuyunca, 5 gün geciktirmelerinin nedenini anlıyorsunuz: Varlık Fonuna kardeş geliyor.
Karşılıklı paslaşarak devleti talan edecekler. Ve bu konunun kamuoyunda tartışılmasını pek istemiyorlar.
“… kriz içindeyiz… on binlerce şirket battı… yatırım ortamı kalmadı…yoksulluk artıyor…” gibi sözler, nedense yalnızca sol cenahta dillendiriliyor. Sermayenin temsilcilerinden olumsuz bir söz işitmiyoruz.
Oysa 2017-2018 arasında on binlerce şirket battı, on binlercesi bankalarla, konkordatolarla boğuşuyor.
Dikkatinizi çekti mi bilmem; Diyanet İşleri Başkanı (DİB) son günlerde çok sık “medrese” güzellemesi yapıyor.
Medreselerin bu denli gündeme getirilmesi pek hayra alamet değil.
Bütçe süreci, 5018 sayılı Yasaya göre Orta Vadeli Programın (OVP) resmi gazetede yayımlanmasıyla başlıyor.
Yasaya göre en geç Eylül ayının ilk haftasında yayımlanması gerekiyordu. Yayımlayamadılar.
Patronlar için söylenen şu meşhur “Acımasızca sömürüyorlar” sözünden oldum olası hazetmemişimdir. Keşke gerçek olsaydı; vicdansızlarını kovar kurtulurduk.
Sömürü patronların suçu değil, kapitalizmin-emperyalizmin özelliğidir. Suçu patronlara yıkarsak, sistemi aklamış oluruz.
Çevre ve Şehircilik Bakanı dün konut sektörü temsilcilerini yanına alıp, dev bir satış kampanyası başlattıklarını duyurdu.
Başlıkta “garip” sözcüğü kullandım. Çünkü kampanyanın sahibi devlet değil. Üstelik hiçbir sürecinde yer almıyor. Ne uygulamasında ne de denetiminde rolü var.
Hiçbir anlamı kalmadığını biliyor olsak da ağzımızdan arada bir “hükümet…kabine…bakan… bakanlar kurulu … iktidar partisi… muhalefet…” gibi sözcükler çıkıyor. Ne de olsa bu kavramların ülkemizde yüz yıla yakın geçmişi var, dilimiz alışmış.
“Ülke yönetimi tek adama bırakıldı…Meclis işlevsizleştirildi…” gibi sözler kafa karıştırıyor. Olanların adını açıkça söyleyelim: Türkiye Cumhuriyeti tarihe gömüldü!
AKP çevrelerinin üzerine basa basa “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” dediği yeni Türkiye düzenine kısaca ve yeniden göz atmakta yarar var.
Dikkatlice durum tespiti yapmalıyız. Çünkü düşünebileceğimizin çok ötesinde olumsuz sonuçları olacak.
Herkes, özelleştirmenin mucidi olarak Özal’ı bilir… Oysa ilk Sülün Osman başlatmıştır.
1950’li yıllarda İstanbul’da, Galata Köprüsünü; Galata Kulesini; şehir hatları vapurlarını; tramvayları; meydan saatlerini satmış ya da kiraya vermiştir. Ancak teslimat sorununu çözemediği için sürdürememiş, unutulup gitmiştir.
Öyle bir düzen kuruldu ki; ülkenin para edebilecek taşınır, taşınmazları ile imtiyaz sayılabilecek değerlerini konularına göre tasnif edip, kurulu olan ya da kurulacak anonim şirketlere sermaye olarak dağıtmak ve borsada “halka arz” etmek, birkaç günden çok zaman almayacak.
Artık böyle bir devletimiz var. Patronlar “otoban hızında” diye tanımlıyor.
Uyanık olmazsak, işsizlik sigortası fonunda Haziran 2018 tarihi itibariyle biriken yaklaşık 125 milyar lira buharlaşabilir.
Fon bütçesi zaten “istihdam sağlasınlar” diye bir süredir patronlara cömertçe açılmıştı. Buharlaştırmak için tek imzalı bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yetiyor.
Bakanlıklar kaldırıldı. Artık, örgüt yapılarını düzenleyen, görevlerini belirleyen, kurallar koyan yasaları yok. Yalnızca adları duruyor ve kendilerine Cumhurbaşkanlığı örgüt yapısı içinde, birer şube müdürlüğü kadar yer veriliyor.
AKP kadroları, patronlar ve iktidara bir biçimde yapışmış asalaklar, elbette yeni anayasayı savunurlar. Hepsinin çok sayıda nedeni var; “ülke otoban hızında yönetilecek…teşvikler hemen uygulamaya konulabilecek…patronların üzerindeki istihdam ve vergi yükleri kaldırılacak…ülkenin her karış toprağının ekonomiye kazandırılmasının önündeki engeller iyice temizlenecek…”
Seçimi, ülkenin doğal kaynakları, zenginlikleri, ormanı, havası, suyu; köylerimiz, kentlerimiz; işçiler, çiftçiler; aydınlanmadan, laiklikten kalan son kırıntılar ve aklınıza güzel olan daha ne geliyorsa hepimiz yitirdik.
Kazanan gene emperyalizm oldu.
Hangi aday, hangi ittifak kazanırsa kazansın, yitireceğimiz açıktı.
Tayyip Erdoğan, önceki gün Samsun’da “Eski Türkiye sisteminin tabutuna son çivinin çakılması için” oy istedi.
Eski sistem, parlamentarizmin az gelişmiş ülkeler için üretilen bir versiyonuydu. Ne yazık ki, o kadarına bile sahip çıkamadık. Bu nedenle “gömmek için” oy isteme cesaretini bulabiliyorlar.
Bari kurulacak yeni düzenin nasıl bir şey olacağını öğrenebilseydik.
Obez derecesinde tüketim bağımlısıyız. Sermayenin “talep” gereksinmesini karşılayalım diye hastalık bulaştırdılar hepimize. Daha çok tüketebilmemiz için ellerinden geleni esirgemediler. Gelirlerimizi; birikimlerimizi; geleceğimizi ipotek etmek karşılığında aldığımız borçları; daha ne bulduysak hepsini derleyip toplayıp tüketimin hizmetine sunduk.
Devletin nasıl biçimlendirileceğinin temel ilkeleri, yeni Anayasa’da öngörülüyor. Ana hatlarını bu nedenle biliyoruz. Ancak şeytan ayrıntıda gizlidir. İçeriğinin nasıl doldurulacağını sır gibi saklıyorlar. Oysa seçimlere 20 günden az kaldı. Demek ki, seçimler öncesinde öğrenmemiz sakıncalı görülüyor.
AKP, yargıyı yerle bir etti. Laikliğin esamisi okunmuyor. Parlamenter sistem zaten yıllardır çalışmıyordu, fiili durum anayasa kuralı oldu.
Şimdi ülkeyi bu olumsuzluklardan kurtaracak birileri aranıyor.
Kurtarsınlar, İtirazımız yok.
İşsizlik Sigortası Fonu’nda 120 milyar lira var. Fon’da bugüne kadar toplanan para 184 milyardı, 64 milyar lirası harcandı. Harcanan tutarın sadece üçte biri emekçilere gitti, üçte ikilik bölüm doğrudan sermayeye aktarıldı.
İnşaat sektörünün önde gelen 41 şirketi dün (15 Mayıs 2018), piyasanın canlandırılmasına katkı vermek amacıyla, bir ay boyunca konut fiyatlarında yüzde 20 indirim yapacaklarını açıkladı.
Bir kalemde yüzde 20 indirebildiklerine göre kâr marjları hiç fena değilmiş.
Çok hareketli ve heyecanlı günlerden geçiyoruz. Erken seçim, ittifaklar, sandık tahminleri, YSK’nın maceraları, Cumhurbaşkanı adaylarının kimlikleri, seçim rüşvetleri ve Tayyip Erdoğan’ın sağa sola savurduğu hakaretler…
1 Mayıs, ne yazık ki, beklediğimiz coşkuyla kutlanamadı. Meydanlarda milyonlar, yüz binler yoktu.
Elbette birçok nedeni var. İşleri ile evleri arasında sıkıştırılmış; televizyonları karşısında uyuşturulmuş; toplu taşım araçları, AVM’ler ve camiler dışında toplumsal ilişki kaynakları kurutulmuş insanları harekete geçirebilmek kolay değil.
Birkaç gün önce IMF’nin yolsuzlukla mücadeleyi konu alan bir politika belgesi yayımlandı. Raporda, ülkeler ayrıntısında değerlendirmeler yok. Ama “iş dünyası” ve AKP, belgedeki genel yargılara bakarak yabancı yatırımları olumsuz etkilemesinden korkuyor.
Yarası olan gocunur elbet.
Emperyalizme teslimiyet, AKP İktidarları döneminde doruğuna çıktı. Daha çok yatırım yapsınlar; istihdamı artırsınlar; Ülkeyi kalkındırsınlar diye varımızı yoğumuzu alıp patronlara verdiler.
Onlar da orman kesip deniz doldurup üzerine beton dikiyor.
Varlığını sürdürebilmesinin tek koşulu, ülkenin bütün değerlerini pazara açmak olan bir güç eliyle yönetiliyoruz.
Önce bir soruyla başlayalım: Devlet neden vergi cennetlerinde şirket kurar?
Yanıtını EÜAŞ Genel Müdürü biliyor.
Elektrik Üretim Anonim Şirketi’ne (EÜAŞ) 2015 yılında, Jersey adalarında 50 milyon dolar sermayeli bir şirket kurdurulmuştu.
TBMM Tarım Komisyonunda çiftçinin tarlasını suladığı suyun özelleştirilmesi; ormanlardan para edecek parçalar koparılıp “ekonomiye kazandırılması” gibi niyetlerle hazırlanmış bir torba tasarı görüşülmeye başlanmıştı.
TBMM Tarım Komisyonunda, Devlet Su İşleri (DSİ) Örgüt Yasası başta olmak üzere 30 yasa ve KHK’da değişiklik öngörülen bir torba tasarı görüşülmeye başlandı. Hızlı gidiyorlar, 52 maddeden oluşan tasarının bütünü üzerindeki görüşmeleri 15 Mart günü toplanıp bir günde bitirdiler. Dün akşam 20.30’a değin çalışıp 8’nci maddeye geldiler. Bugün 17.00’de yeniden toplanacaklar.
Meclis sitesine yine bir torba yasa tasarısı asıldı. Başta, Devlet Su İşleri Örgüt Yasası ile Orman Yasası olmak üzere çok sayıda yasada değişiklik öngörülüyor.
Bütün değişikliklerin bir yazıda incelenebilmesi olanaksız. Önem sırası gözetmeden birkaçına değinmekle yetinmeliyim.
Meclise 2 Şubat günü verilen torba yasa tasarısı, Plan Bütçe Komisyonunda 22 Şubat günü kabul edildi. Yalnızca 7 oturum sürdü. Dün de (6.3.2018) Genel Kurulda görüşülmeye başlandı.
Torba tasarı 85 madde. Her biri uzmanlık isteyen çok önemli konular düzenleniyor. 42 yasada değişiklik öngörülüyor.
Özelleştirme iyice çığırından çıktı. Yap-İşlet-Devret (YİD), Yap-Kirala-Devret (YKD) gibi ihaleleri alan holdingler, yurt dışındaki finansman kurumlarından aldıkları borçları ödeyemezlerse AKP bize ödetecek. Kâr onların, risk bizim olacak. Bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmasıyla iş halledilecek. Bunun için Başbakana yakınlık, yaşamsal önem taşıyor elbette.
Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda komisyon başkanının sözleriyle, “yatırım, üretim, ihracat ve istihdamın teşvik edilmesine dönük” bir torba yasa görüşülüyor. Tasarı 82 maddeden oluşuyor. 8 Şubat’tan bu yana yaptıkları 5 toplantıda 71 maddesini kabul ettiler. Kalanını bugün bitirirler.
Ülke, AKP eliyle tasfiye ediliyor. Kamu kurumları, ülkenin daha iyi yönetilmesi değil, daha hızlı tasfiye edilmesi için yeniden biçimlendiriliyor.
Temmuz 2016’dan bu yana 31 OHAL KHK’sı yayımlandı. Anayasa ve İç Tüzük gereği bunların hemen Meclis Başkanlığına sunulması; Başkanlığın, ilgili komisyonlara göndermesi; komisyonların en geç 20 gün içinde görüşüp raporlarını yazması; milletvekillerine dağıtılması; Genel Kurulda ise öncelik ve ivedilikle görüşülüp yasalaştırılması gerekiyor.
Metal grevi, önce ertelendi, daha doğrusu yasaklandı. Ardından, patronların sendikası MESS, isteklerin bir bölümünü kabul edeceğini duyurdu. Böylelikle grev, daha başlamadan ve dal budak salmadan “kapatıldı”.
Türkiye’yi özel mülkleri sanıyorlar. Anonim şirket gibi yönetilen; pay senetleri dünya borsalarında işlem gören; para edecek neyi varsa alınıp satılabilen bir ülke düşlüyorlardı. Başardılar!
Daha da önemlisi, her yaptıklarının Türkiye’nin çıkarına olduğuna ikna edebildiklerinin sayısı çok fazla. Bu sayede güçlü ve caydırıcı olabilecek direnişlerin önünü kesebildiler.
Birine deseniz ki, sana para vereyim; o parayı bana borç ver; karşılığında, her yıl %8-10 aralığında değişen oranlarda faiz vereyim. Faiz sözünden hoşlanmıyorsan adına kira, kâr/zarar ortaklığı deriz.
BES’e devlet katkısı denilen tezgâh böyle işliyor.
Kısaca göz atalım:
24 Aralık 2017 günlü, 696 sayılı OHAL-KHK’sinde, taşeron işçilerinin sürekli kadrolara geçirilebilmesi için; “Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış” olması koşulu aranıyor.
İşçi düşmanı üç yasa şunlar: taşeron işçilerinin sürekli kadrolara alınması, zorunlu arabuluculuk ve otomatik BES.
Bu yasalar, besleme basında da çok yer buldu, müjdelerden geçilmiyordu. Oysa bir tanesinde bile emekçilerin çıkarına olabilecek bir düzenleme yer almıyor.