Tayyip Erdoğan, Anayasanın tanıdığı bütün yetkileri kullanmaya kararlı olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanının yetkilerinin ne olduğu konusunda rivayet muhtelif olmasa hiç sorun yok.
Üstelik yetki konusundaki rivayetlerin hepsi de AKP’lilere ait ve 2008 öncesindeki görüşleri bugünkü görüşleriyle hiç uyuşmuyor.
Bugünlerde Tayyip Erdoğan, AB üzerinden bir polemik yürütüyor. Demediğini bırakmadı. Anımsayalım: bizim AB’ne girmek gibi bir derdimiz yok; almazsanız almayın; zaten 50 yıldır oyalayıp duruyorsunuz; aklınızı kendinize saklayın; AB çok dürüstse önce Sabancı grubunun kardeşini katledeni bir kapıdan alıp bir kapıdan bırakmasının hesabını versin.
Basında Diyanet Vakfının, Diyanet İşleri Başkanına 1 milyon liralık makam arabası aldığı yazılınca Diyanet İşleri Başkanlığı esti, yağdı, gürledi. Haberi yazanlara da, yayanlara da tehditler savurdu. Mahkemede hesaplaşacağız dedi.
İnşaat, enerji, maden sektörleri rant ve iş cinayetleriyle anılır oldu. İşçi sağlığı ve İş Güvenliği Meclisine göre Türkiye’de 2014 yılının ilk 9 ayında 1414 iş cinayeti işlendi. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) verilerine göre Türkiye, iş cinayetlerinde Dünya üçüncüsü. Türkiye’den sonra El Salvador ve Cezayir geliyor. Ve bu durum AKP iktidarını sıkıştırmaya başladı.
En yakın okul, evimizden kilometrelerce uzakta. Çocuklarımızı her gün servis araçlarıyla okullarına gönderiyor; gelirimizin önemli bir bölümünü servis ücreti olarak ödüyoruz. Mahalle okulu kavramını unuttuk. Oysa on dakika yürüme uzaklığında üç cami, beş süpermarket var.
Ak Sarayın 70 dönümü AOÇ toprakları üzerine yapıldı. Oysa orası özel mülk. Üstelik kişilerin mülkiyetine göre daha çok koruma altında. Bakanlar Kurulu kararlarıyla kamulaştırılamıyor. Atatürk Orman Çiftliği Yasasına göre satılması ve kamulaştırılması için özel bir yasa çıkarılması gerekiyor.
Biri savcılığa dilekçe verdi: Şu adam suç işlememi ısrarla önlemeye çalışıyor dedi. Peki, ne yapıyor diye sordular. Tutanak tutuyor, sınıfın kapısının önünde duruyor, fotoğrafımı çekiyor, bunlar beni huzursuz ediyor diye yanıtladı.
Başbakan Davutoğlu 6 Kasım 2014 günü, Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018) Öncelikli Dönüşüm Programlarının birinci paketini açıkladı. Reel sektör alanlarını kapsadığını söylediği bu pakette, ithalatta bağımlılığın azaltılması; enerji verimliliğinin geliştirilmesi; tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi; sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşümler gibi adlarla anılan 9 eylem planı yer alıyor.
2015 yılı Programı 1 Kasım 2014 günlü Resmi Gazetede yayımlandı. İktidarların yol haritası anlamına gelen yıllık programlar, Kalkınma Bakanlığı’nca hazırlanıyor ve Yüksek Planlama Kurulunca incelendikten sonra Bakanlar Kurulu’na sunuluyor. 641 sayılı KHK’nın 32. Maddesindeki kurala göre, bütçelerin yıllık programlarda belirlenen esaslara uyularak hazırlanması gerekiyor.
Maden işçisine ölümlerden ölüm beğendiriyorlar. Grizu patlaması, karbon zehirlenmesi, göçük altında ezilme. Bunlara dün bir yenisi eklendi: galeride boğulmak.
20 Ekim günü AKP’liler Meclis Başkanlığı’na Bankalar Yasasında değişiklikler öngören iki ayrı yasa değişikliği önerisi verdi.
Dünyanın bütün sosyalistleri AKP İktidarına çok şey borçlu. Kapitalizmin nasıl bir sistem olduğunu gösteren o denli çok örnek üretiyorlar ki, bulunmaz nimet.
Emperyalizmin odağındaki ülkelerde uygun örnekler üretilemiyor. Çünkü buralarda yaşayan halk, iyi kötü nemasından yararlanıyor. Marks bu yüzden, emperyalizmi anlamak istiyorsanız sömürgelere bakın demişti.
Metin Eloğlu’na göre “bu zıkkımı içmek” öyle kolay bir şey değil. Bakın neyle karşılaştırarak açıklıyor
“Bu zıkkımın yanında
Arnavut ciğeri ister, bir.
Çiroz salatası ister, iki.
Cacık ister, üç.
Adalet, müsavat, hürriyet demeye
Sadece yürek ister”
Namık Kemal’in şu dizeleri aklınızda mı?
"Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet? / Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!"
Kimileri AKP öncesinde olmak üzere kamu taşınmazlarının yağmalanması amacıyla o denli çok yasa çıkarıldı ki, bugüne değin bitirilememiş olması bir mucize sayılmalı. Bu yazıda onlardan biri olan 4706 sayılı Yasadan söz etmek istiyorum. Bu yasaya dayanarak çıkarılan yönetmelik 11 Eylül günü değiştirildiği için konu yeniden ısındı.
Demek özgürlüğün anayasasını yapalım diyorsunuz? Kabul, bizim de katkımız olsun.
Sektörel vaka imiş. Tayyip Erdoğan da fıtratında var demişti. Açık açık “kimse kusurumuza bakmasın cinayetler sürecek” diyorlar. Sürüyor da zaten. 2003 yılından 2014 Mayıs ayına değin SGK kayıtlarına göre 52 binden çok işçi ölmüş. Kayıtsızlar kaç kişi belirsiz.
Sektörel vaka imiş. Tayyip Erdoğan da fıtratında var demişti. Açık açık “kimse kusurumuza bakmasın cinayetler sürecek” diyorlar. Sürüyor da zaten. 2003 yılından 2014 Mayıs ayına değin SGK kayıtlarına göre 52 binden çok işçi ölmüş. Kayıtsızlar kaç kişi belirsiz.
AKP, restoratörlüğe soyundu. “Köklü devlet geleneğini ihya ve inşa” edeceklerini söylüyorlar. Reform, Rönesans gibi geleceği ve çağdaşlığı işaret eden sözcükler yerine “ restorasyon” , “köklü devlet geleneği” gibilerini kullandıklarına bakılırsa geçmişi kurmayı planlıyorlar.
TÜİK verilerine göre Mayıs/2014 itibariyle 15 ve üzeri yaş diliminde 17 milyon 389 bin işçi ve memur var. Bunların 3 milyon 373 bini kamuda çalışıyor. Bu sayıya, özelde görünmekle birlikte kamuda çalıştırılan 660 bin dolayında taşeron işçiyi de eklemeliyiz.
AKP, ülkenin uluslararası pazarlarla bütünleştirilerek yağmalanması amacıyla tasarlanan bir ürün. Tasarlayanlar bu kadarını umuyorlar mıydı bilinemez ama zaman içinde “kurucu irade olma” gücüne bile erişti. İç dinamikleri iyi kontrol edebildi ve güçlü itirazlarla karşılaşmaksızın ülkeyi yasa, KHK, Bakanlar Kurulu Kararı, yönetmelik adı verdiği fermanlarla yönetti, dönüştürdü.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanmayan 13 milyon kişiden biri de benim. Seçimlerin meşru olmadığını düşünüyorum ve gereğini yaptım. Sonuçta, belki de dünya tarihinde ilk kez yolsuzlukları bu denli ortaya saçılmış biri, 53 milyon seçmenin 21 milyonunun oyunu alarak Cumhurbaşkanı seçildi.
Yarın Haziran direnişinin yıldönümü. AKP hazırlıklarını yapıyor. İstanbul valisi “farklı emeli olan” küçük grupların Taksim’de gösteri yapmasına izin vermeyeceklerini söyledi. İstanbul’a 5 bin polis 50 TOMA yığacaklarmış.
Ben, insanca yaşayabileceğim bir düzenin düşlerini kuruyorum. Onların deyişiyle “farklı emeli olanlar” grubuna giriyorum.
Cinayetin nedeni ve sonrasındaki gelişmeleri çok yakından izledik. Bunların ayrıntısına girmeden alt alta sıralarsak kapitalizmin genetik yapısını, Tayyip Erdoğan’ın deyişiyle “fıtratını” görürüz.
Yeni cinayetler işleyeceklerini biliyorduk. Önlemek için az mücadele vermedik. İnsan yaşamını sermayenin iştahına yem edemezsiniz dedik. Özelleştiremezsiniz, taşeronlaştıramazsınız dedik. Yargı yollarını denedik. Sokaklara çıktık. Sesimizi herkese duyurmaya çalıştık. Coplandık, gazlandık.
Dünyamızı karartanlar yas ilan etmişler. Eksik olsunlar.
Ülkede yıllardır adeta bir enerji seferberliği yaşanıyor. Devletin petrol ve elektrik kurumları parçalandı, piyasalaştırıldı, şirketleştirildi ve satılıyor. Elektrik dağıtımında (TEDAŞ) devlet payı kalmadı. Sıra üretime (EÜAŞ) geldi.
Bu yazıyı 1 Mayıs sabahı erkenden gazeteye göndermek zorundayım. 2 Mayıs sabahına nasıl uyanacağımızı bugünden kestiremem. Ama AKP’nin işçiye, emekçiye, köylüye, kentliye, kısacası halka nasıl baktığını her sosyalist gibi ben de biliyorum. 1 Mayıs’ı boşa çıkarmak için elinden geleni esirgemeyeceği çok açık. Bu yıl Taksim alanını halka karşı binlerce polisi ve TOMA’larıyla savunacağını okuduk.
Özelleştirme iyice çığırından çıktı. Yap-İşlet-Devret (YİD), Yap-Kirala-Devret (YKD) gibi ihaleleri alan holdingler, yurt dışındaki finansman kurumlarından aldıkları borçları ödeyemezlerse AKP bize ödetecek. Kâr onların, risk bizim olacak. Bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmasıyla iş halledilecek. Bunun için Başbakana yakınlık, yaşamsal önem taşıyor elbette.
Yatağan işçileri işlerini, aşlarını, geleceklerini yitirmemek için aylardır mücadele veriyor. İşletmelerinin özelleştirilmesine karşı direniyor. Özelleştirildiğinde alıcısına devredilmeden önce süresi yetenler emekli olmaya yönlendirilecek. Çalışma güçleri varken yoksulluk gelirine mahkûm edilecekler. Üstelik yasal haklarını bile EÜAŞ ödeyecek. Kamuda kalmak isteyenleri 4/C statüsü bekliyor.
Seçim sonuçları üzerindeki tartışmalar, belediye başkanlıklarını hangi partinin kazandığı üzerine odaklandı. Oysa belediye meclislerinin oluşumu belediye başkanlarından daha az önemli değil. Son yerel seçimlerde Eskişehir başta olmak üzere birçok büyükşehir belediye başkanlığını CHP kazandı ama meclis çoğunluğu AKP’lilerden oluşuyor.
Burjuva demokrasisi her zaman yanıltıcı kurgularla bezenmiş yanlış sorular sorar, kitlelerden istediği yanıtı alır. Tekelci kapitalizm insanları markalar arası yarışa koşullandırdığı için ilkelere değil markalara göre karar verilir. Böylelikle “halkın iradesi tecelli etmiş olur.” Bu yöntem özellikle seçimlerde çok işe yarar. Bu seçimde de öyle oldu.
Ankara Dikmen Vadisi’ndeki kentsel dönüşüm uygulamalarının üzerinden, henüz bunları unutacak kadar zaman geçmedi. Halkın direnişi, mücadeleler ve yargı sürecinde yaşananlar yıllarca gündemde kalmıştı. Ama bütün çabalara karşın işler yürütülüyordu.
Seçilirlerse siyaset yapmayacaklarmış. Belediyeler hizmet yeriymiş, oralarda ideolojilerin yeri olmazmış. Böyle olunca da adaylara “ne projelerin var” diye soruluyor. Onlar da sözgelişi Ankara’ya boğaz yapmaktan, parkları köprülerle birbirine bağlamaktan tutun da ulaşım, trafik gibi sorunları nasıl da güzel çözeceklerine değin akıllarına ne geliyorsa anlatıp duruyorlar.
Türkiye’de 12 yıldır bir deprem yaşanıyor. Bütün kurumları çöktü. Ne yasama, ne yargı, ne yürütme kaldı. Ara ara kimi yerlerden yaşam belirtileri duyuyoruz ama bu gidişle yakında onların sesleri de kesilir. Ülkenin varını yoğunu, pazarını sermayenin hizmetine sunmayı şiar edinmiş halkına savaş açmış bir iktidar yönetiyor ülkeyi.
AKP’yi aklamak mı? Sistemi kurtarmak mı?
Hiç dikkatinizi çekti mi? Bu ülkede “Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu” adlı bir kurul var. 2004 yılında kuruldu. Bakanlar Kurulu’nca atanan 11 üyeden oluşuyor. Kamu görevlileri için ahlak ilkeleri belirliyor, rehberler çıkarıyor, öğütler veriyor. Kurulun karar yetkisi üst düzey bürokratlarla sınırlı. Kendiliğinden ya da şikâyet üzerine harekete geçiyor.
İktidarlar her dönemde kamu ihalelerinin çekiciliğine kapılmışlardır. Çünkü kamusal kaynaklar önemli ölçüde kamu ihaleleri aracılığıyla paylaştırılır ve rant paylaştırma işi iktidarların varlık nedenidir. Ama özenli kullanılmalıdır.
Bütün ilke ve kurallarıyla elverişli bir ortam hazırlanmamışsa yolsuzluk ekonomisi sürdürülemez. Toplum, her yapılanın yasalara uygun olduğuna inandırılmalı, rantı paylaşanlar ise dağılımda “hakkaniyet” gözetildiğinden kuşku duymamalıdır. En zoru, ama aynı zamanda elzem olanı ikincisidir.
Google arama motoruna “Kentsel Dönüşüm” yazdığınızda yaklaşık 1 milyon 550 bin sonuç geliyor. Medya takip ajansı İnterpress’in 2.000 dolayında yerel, bölgesel, dergi ve gazeteyi kapsayan bir araştırmasında ise 2013 yılında 43.412 kentsel dönüşüm konulu haber yer aldığı belirtiliyor. Bunların çoğunun haberden çok reklam niteliğinde olduğunu söylemek belki de gereksiz.
Bu yazıda Sayıştay raporlarındaki bulgulardan yola çıkarak TOKİ’nin akıl almaz işlerinden söz edeceğim. Önce bir yanlışı düzelterek başlamalıyım: TOKİ, kendisini hâlâ Yüksek Denetleme Kurulu’nun (YDK) denetlediğini sanıyor. Oysa 2010 Yılında yenilenen Sayıştay Yasası ile YDK kaldırıldı, Sayıştay’a bağlandı.
Bu yazıda, yerel seçimde AKP oylarının ne kadar düşeceği, CHP’nin sağ adaylarla donattığı listeleriyle oylarını artırıp artırmayacağı gibi soruları bir yana bırakıp, seçime baştan yenik gireceklerden söz etmek istiyorum.
Aşağıda vereceğim bilgilerin yanlış, soracağım soruların ise anlamsız olmasını yürekten diliyorum. Sayıştay Başkanı, bilgilerin doğru olmadığını ikna edici belgelerle açıklayabilirse inanın sevinerek bu sütunlarda yer vereceğim.
Sorum şu: Sayıştay, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin 2008 yılı hesabını yargıladı mı?
İkide bir “hepimiz aynı gemideyiz” diyorsunuz. Bizi tehdit mi ediyorsunuz? Yoksa yol arkadaşı olduğumuzu mu söylemek istiyorsunuz? Sizinle aynı gemide olmadığımızı bilin. Yol arkadaşınız hiç olmadık. Olmayız da. Böyle bir şeyi kendimize yediremeyiz. Siz tekellerin gemisindesiniz.
Son 15 gündür en çok duyduğumuz sözlerden biri “yesinler birbirlerini” oldu. Gerçekten AKP ile cemaat denen oluşum birbirlerini mi yiyorlar? Sofrada kimler oturuyor, masanın üzerinde neler var? Kim kazanır? Birbirlerine ağır hasar verirler mi? Verirlerse bunun emekçilere ne yararı olur? Bunlar ve benzeri soruların yanıtı, mücadele yöntemini ve yönünü belirleyeceği için önemli.