Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.
Ortalık karmakarışık.
Üst üste tutuklanan gazeteciler için akıl almaz suçlar üretenler mi dersiniz, yoksa yakında kesekâğıdı olacağı belli olan düzmece dosyalar mı, namus cinayetleri mi, ihlaller mi ya da Fransa, soykırım, grev, Dersim, Maraş, ölüm oruçları mı? Hepsi iç içe.
Son olayın adresi bildik bir yer, anlı şanlı Kars.
Ortalık gizli tanıkların ifadelerinden oluşan düzmece davalardan, tutuklamalardan geçilmiyor ama ne hikmetse hepimizin gözü önünde yaşanan en büyük hak ihlallerinden biriyle ilgili, tek kelime bile eden yok!
TV dizileri sektöründen söz ediyorum.
Kimin umurunda olacak pek bilemiyorum ama inatla ve en yüksek sesle buradan bir kez daha sesleniyorum.
9 Aralık'tan beri bir oyun şarkısı dilimden düşmüyor.
“Gardiyanları ve yargıçları ve savcıları hepsi halka karşıdır.
Kanunları, yönetmelikleri, bütün kararları hepsi halka karşıdır.
Dergileri, gazeteleri, bütün yayınları hepsi halkı karşıdır.
Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak,
Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini.
Üzüldüm.
Adamın bağırsaklarını ölçtüler-biçtiler, midesine balıklama dalarak eşeleyip deştiler.
Kaç gündür öyle yan gelmiş yatıyor, yazık.
Kimseyle görüşmüyor-görüştürülmüyor iki numaralı efendisi hariç!
Nasıl olduysa oldu Efendi gelir gelmez, bizimki hop ayaklanıverdi.
Efendi gitti tekrar yataklara düştü.
Ne zaman ülke bir salkım üzüm gibi ezilmeye başlasa, hemen bir pişkinlik gösterisine tanıklık ediyoruz.
“Bitti bu iş, buraya kadarmış, ülkenin neresine gidersen git seyirci yok.”
Son günlerde, turneye çıkan gruplardaki oyuncu arkadaşlardan ve tiyatro organizatörlerinden duyduğum bu yakınma, meslek alanımızın ne denli daraltıldığının net ifadesi olsa gerek.
İstanbul’da kapalı gişe oynayan oyunlar bile, Anadolu’da seyirci bulmakta zorlanıyor!
Uyandım sabah ile.
Gri bir gökyüzü çökmüş kentin üstüne.
Uzaktan siren sesleri doluyor kulaklarıma, martılar çığlık çığlığa, kumrularda bir telaş bir telaş sormayın.
Televizyonda ölüm haberleri-deprem-enkaz-çadırlar- 'Vali İstifa' diyen depremzedeye biber gazı-cop-soğuktan ölen çocuk canımı acıtıyor, kapatıyorum.
Benim okuduğum gazetelerde de bir sorun var!
Ferhan Şensoy tarafından yazılmış-yönetilmiş-müziklenmiş, Orta Oyuncular oynamıştı.
Yıllardır süren talana ve dönemin Belediye Başkanı Bedrettin Dalan efendinin yıkım politikalarına karşı, sahnelerden yükselen en önemli reaksiyondu.
Fazla değil 4 ay önce Mimarlar Odası organizasyonuyla Van'a gittik.
“Kent Kültür ve Demokrasi” başlığıyla yapılan etkinlikler kapsamındaki oturumlarda, “çarpık kentleşmenin, plansız yerleşimin insan geleceğini karartan bir uygulamayla sürdüğüne” işaret edilmiş ve “olası bir depremde yıkım ve de kayıpların önüne geçmek için” acil çağrı yapılmıştı.
Memleketimin sokakları-caddeleri-meydanları gericiliğin, ırkçılığın 'kana kan intikam' sesleriyle dolmaya başladı.
Küçücük çocukların alnındaki bantlarda, 'şehitler ölmez vatan bölünmez' yazıyor.
Kürt düşmanlığını körüklemek için yapılmayan kalmadı.
Mimarlar Odası, “Kent Kültür ve Demokrasi” başlığıyla Sinop'ta başlattığı, Van ve Hatay sonrası 13- 15 Ekim İstanbul'da İTÜ Maçka Maden Fakültesi M.K Anfisi'nde sürdürdüğü etkinlikleri, 15 Ekim gecesi, 'Martılar Ah Eder' ile bitirdi.
Günün hangi saatinde olursa olsun, Galatasaray Lisesi’nin önünde öyle upuzun yatar bulursunuz onu.
Mevsimlerin önemi yok.
Sanki orada doğmuş gibidir, orada doğmuş ve orada büyümüş.
Önünden gelip geçenlere diker gözlerini, tanıdıklarına bakakalır.
Dostlarının verdikleriyle yetinmesini bilecek kadar alçakgönüllüdür.
Başvuru yapan 328 tiyatrodan 162’sine toplam 3 milyon 500 bin Lira yardım vermekle övünen Kültür Bakanlığı, destek verdikleri tiyatroları, ajansları, dernekleri açıkladı.
Kenterler gibi Türkiye tiyatrosuna saygın katkılar sunmuş bir kurumun adı listede yer almazken, ‘yaptıkları tiyatro mudur, değil midir?’ tartışmasını doğuracak birçok yeni yapıya da destek olundu.
Çabuk unutuyoruz.
Her şeyi ama her şeyi çabuk unutuyoruz.
Olaylar ülke gündemine bir balon gibi geliyor yine bir balon gibi sönümlenip gidiveriyor.
Fazla değil iki ay önce Beyoğlu Belediyesi’nin İstiklal Caddesi başta olmak üzere, tüm ilçede başlattığı uygulama unutuldu gitti
Meslek alanımızda ‘Oyuncular Sendikası’ adıyla kurulan yapı, zar-zor da olsa istenilen toplantı sayısına erişerek, ilk genel kurulunu yapıp resmi kimliğini kazandı.
Aradan 31 yıl geçmiş.
Postal sesleri ile yaşama gözlerini açanlar şimdi 31 yaşında.
Doğdukları gün bu ülkeye yaşatılanları, üstümüze kalkan panzerleri, kelepçeleri, katliamları, insan avlarını biliyorlar mı acaba?
Tiyatrolar yeni oyunlar için provalarda.
Bu sezon ‘yardım’ için Kültür Bakanlığı’na başvuran tiyatro sayısı her sezonkinden daha fazla.
Toplam 280 adet amatör-profesyonel-üniversiteler ve yerel gruplardan oluşan yapılar, dosyalarını hazırlayarak bakanlığa sundular.
Henüz bakanlıktan ses yok.
Kimlere ve hangi kıstaslara göre para dağıtılacak belli değil.
Basında en çok haber yapılanlar, Somali çıkartmasında kıvıran ‘sanatçılarmış’.
Şaşırmadım.
Ramazan ayı boyunca iftar çadırı kurmayan tek AKP li Belediye kalmamış.
Şaşırmadım.
Cumhuriyet Halk Partisi 45 bin adet ilahi CD’si dağıtmış.
Şaşırmadım.
Başbakan, Somali için cemaatlerden nakit para talep etmiş, onlar da ‘emriniz olur’ demişler.
Can Yücel’in mezarına balyozlarla saldırıp parçalayan akıl ile Kars’ta heykel yıkan akıl aynı değil midir?
Allionai antik kentini taş-kum-beton ve çamurla doldurup suların altına gömen akıl ile Hasankeyf’i Ilısu Barajına kurban eden akıl, aynı değil midir?
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin önündeki tanıtım panolarında süslü-püslü bir 'bilgilendirme' boy gösteriyor.
"Yargı kararları nedeniyle AKM'de onarım çalışması yapılamıyor"
Şimdi yine, bağırıp-çağırıyor bu adam diyecekler ama, ayıptır ayıp!
Bunun adı, halkı sürü yerine koymak, sürece tanıklık edenleri ve taraf olan bizleri karalamaktır.
Ayrı düşüşümüzün üstünden 12 yıl geçmiş.
Oysa paylaştıklarımız o kadar yakın ki, o kadar olur.
Bazı sözcük ustaları vardır aradan akan onlarca zamana karşın hayata yenik düşmezler.
Hele bir de kavganın içine karışırlarsa, zenginleşir, çoğalır, şarkı olur, türkü olur, dillere dolanırlar.
Beyoğlu, iki haftadır baskın üstüne baskın yiyor.
Kahvelerin, lokantaların önünde işgaliyeleri ödenmiş masa-sandalyelere karşı, adeta savaş açılmış durumda.
Sokaklar polis destekli zabıtalar tarafından işgal ediliyor ve gerekçe gösterilmeden mekânların önünde ne varsa toparlanıp, kamyonetlere yüklenip bir bilinmeze götürülüyor.
Avrupa’nın en büyük 'adalet sarayı' sessiz -sedasız hizmete girmiş.
Neden sessiz-sedasız?
AKP’nin elini kolunu tutan mı var?
İşbaşına geldikleri günden bugüne yargıya bunca katkısı olmuş bir siyasi akıl, böylesi bir anıt yapının açılışını büyük bir şova dönüştürmeli!
19 kat ve 19 ayrı bloktan oluşan bir dev yapı.
‘AKP her iki yurttaştan birinin oyunu almasına karşın, istediği gibi at koşturamayacak’ deniyor.
Bu bir yanılsama.
Meclis Başkanlığı seçiminde en net örneğini gördüğümüz gibi, MHP ‘gereğini yapmaya’ hazır.
Bu durum parlamento dışındaki hayata da egemen olacağa benziyor.
AKP’nin hedefine koyduğu tüm toplumsal dinamikler, MHP’nin de hedefinde.
Memleketin ne yanına baksanız içinizi karartan onlarca şey görüyorsunuz.
Ülke bereketli, topraktan adeta pislik fışkırıyor.
İnsanın sabrı zorlanıyor kardeşim, 'sıka sıka ağızda diş kalmayacak!'
Üstünden tam 18 yıl geçen o büyük acı yaşandıkça çoğaldı, yaşandıkça yürekler kanadı,
yaşandıkça öfkeler büyüdü.
"Zaman aşımı" denen canileri,katilleri, hırsızları, karapara aklayıcılarını koruma yasasından
yararlanan insanlarımızı ateşe veren caniler, aramızda dolaşıyorlar.
Bu kimin ayıbıdır?
Bu kimin suçudur?
Ülkenin orta yerinden alevler yükseliyor.
Bu toz-duman dinecek, kara bulutlar dağılacak, memleket sakinleşecek mi?
Hiç sanmıyorum.
Kargaşa, keşmekeş, her tür kriz ve tüm bunlardan son damlasına kadar beslenen bir siyasi cambazlık, pişkinliğini en utanmaz-arlanmaz boyuta kadar taşıyor.
Balkon konuşmasının ardından yaşananlar, başbakan efendinin önümüzdeki süreçte yapacaklarının tüm ipuçlarını ortaya koydu.
Anladık ki ‘olgunluk’ döneminin AKP’si ‘hepimizi kucaklamaya’ geliyor.
Neden derseniz, 12 Haziran gecesi höykürülen ‘barış, kardeşlik, helalleşme’ gibi sözler, karşılığını buluyor da ondan.
Sizin de içiniz kalktı biliyorum, sizin de kusasınız geldi!
“Ne bu kardeşim, bu kadar da olur mu, adam her iki kişiden birinin oyunu aldı”
“Nasıl iş bu, aklım almıyor, bu halk bu kadar geri olabilir mi?”
“Adam diktatör, halk diktatörleri seviyor, ne diyorsa inandırıyor, inanıyorlar”
Kars’ta İnsanlık Anıtı, tekbir sesleriyle kesilip-biçilip-yıkıldı çöplüğe atılıverdi, kimin umurunda?
Kars Belediyesi, 'halkını heykelsiz bırakmama' kararı almış!
“Kent’in simgeleri bal ve kaşardır”
Hemen kollar sıvanmış ve heykellerin yapımı için ihaleye çıkılmış.
Kars halkı dört gözle bal ve kaşar heykellerini bekliyor.
Bir yanda imama ve ordusuna biat edecekleri belli olanlar diğer yanda söz üstüne akıl koymayı kotaramayan Kılıçdaroğlu’nu ağızları açık izleyenler ve ırkçılığın yaşadığı kapanlar, kitlelerin ilgisini çekiyor!
Memleket panayır yeri.
Her tür kör dövüşünü izlemek bedava.
Anlıyoruz ki küfrün-hakaretin-saygısızlığın bini bir para olunca, seyirci keyif alıyor!
Böylesini de ilk kez görüyorum.
Ne film festivallerinin açılış-kapanışlarında ne de tiyatro ödül törenlerinde bunca pespayeliğe tanık oldum.
Kral TV müzik ödülleri gecesi, kirlenmişliğin-çürümüşlüğün dibe vuruşu olsa gerek.
10. sınıf şarkıcılar-manken eskileri ‘çılgınlık’ yarışındalar.
Aralarında kimler yok ki.
Son günlerde kiminle sohbet etsem, ‘bir dokun bin ah işit’ durumu yaşıyorum.
Seçim meydanlarından yükselen sesler, bu günden daha da karanlık bir gelecek vaat ediyor.
Atış serbest.
2023 yılını hedef gösterenler, belli ki bu günün yoksulluğu, işsizliği, yolsuzluğuyla hiç ilgilenmiyorlar.
Yaşananların sorumluluğunu üstlenmeden, varsa yoksa ‘çılgın proje’ için ahkâm kesiyorlar.
Sıkışınca ‘yeni anayasa’nın kapağı aralanıyor.
Bu ülke uçurumdan aşağı yuvarlanıyor dedikçe “abartılı bir saptama” diyenler, şimdilerde ortalarda yoklar.
Ülke 12 Haziran seçimlerine doğru seğirterek yol alırken, sanat alanlarında bir suskunluk, bir teslimiyet, bir boyun eğme yarışı var ki sormayın!
Kimsenin ağzını bıçak açmıyor.
Korku desem, tam karşılığı olmayacak.
‘Biat’ ediliyor desem, çok ağır olacak.
Ama sonunda rahatlıkla söyleyebiliyorum ki bunca olay karşısında ‘gıkları çıkmayanların’ durumları vahim!
Susuyorlar.
Ağızlarını bıçak açmıyor.
Kongre Vadisinin içindeki Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin kapıları yüzlerine kapandı.
Müdürlükleri baraka bina Reşat Nuri Sahnesine, sanat yönetmenlikleri Letafet Apartmanına apar-topar taşınıyor.
Tiyatroları hayatlarından tecrit edildi.
Bölgeye tüm giriş çıkışlar ikinci bir emre kadar yasaklandı.
Başbakanlık korumaları soruyorlar, “kim göz kırptı?” diye yanıt yok.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünden ne suya-ne sabuna bir açıklama geliyor.
‘Genç Osman’ kalabalık bir oyun, göz kırpan oyuncuyu bulmak zor!
Bilmiyorlar o bendim.
Küçük hanımı ben ‘taciz’ ettim.
İnanmıyorsanız oyundaki diğer arkadaşlarıma sorun.
Önce beşincisi düzenlenen Yeşilçam Sinema Ödülleri töreninde, daha sonra 30. yılını adımlayan İstanbul Film Festivali’nin açılış gecesinde sanatçı dostlarımızdan protestolar yağdı.
Beyoğlu Belediyesi himayesinde gerçekleştirilen Yeşilçam Ödüllerinde dört büyük ödülü alan ‘Çoğunluk’ filminin yapımcısından, tutuklu gazetecilere dayanışma mesajının iletilmesi, alkışlarla destek gördü.
Sevgili kardeşlerim, değerli meslektaşlarım, bizlere destek veren değerli dostlar.
Yeni bir Dünya Tiyatro Günü’nde sorunlarımızı dile getirip sizlerle paylaşmak ve bu sorunların çözümleri için ortak bir kavga yolu oluşturmak adına düşüncelerimizi sizlerle paylaşıyor olmak, neredeyse geleneksel bir davranış biçimine dönüştü.
27 Mart Pazar günü saat 11.00’da yıkılıp yerine otel yapma düşleri kurulan Muammer Karaca Tiyatrosu önünde buluşuyoruz.
Aynı gün birçok ülkede meslektaşlarımız da sokaklara çıkıyorlar.
Dünyalı yol arkadaşlarımızla birlikte bir kez daha, barışın ve kardeşliğin sesi olarak çoğalacağız.
Gazeteciler İstanbul’da, sağlık emekçileri Ankara’da tarihlerinin en büyük eylemleriyle sokağa çıktılar.
Sıra sanatçıların seslerini-sözlerini birleştirip ortaklaşmalarına gelmedi mi?
Ülkemizin en büyük siyasi davası, “bir hukuksuzluk, adaletsizlik örneği” olarak sürüp giderken, telefon görüşmelerindeki ‘selam göndermeler’ bile suç sayılıp gazetecilerin kollarına kelepçeler takılırken İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, belge ve bilgilerle oluşturduğumuz ‘suç duyurusu’ dosyamıza “kovuşturmaya gerek olmadığı” kararını verdi.
Korku yürekleri kuşatınca, suskunluk erdem olmaya başladı.
Toplumca susuyor, olanları siyah-beyaz bir film gibi izliyor, işin içinden sıyrılıp çıkacak güçle olan bağlarımız olmayınca da kendimize bile çalım atıyoruz.
Bu günler hayata çalım atma günleri olsa gerek!
Böylelikle kurtulmuş oluyoruz üstümüze taşan dertten-tasadan ve böylelikle rahatlıyor-huzura eriyoruz!
Bugünlerde, dünde kalmış oyun şarkıları düşmüyor dilimden.
TV ve gazete haberlerini görüp, yaşanan hayat işkenceye döndükçe bir ıslıktır çoğalıyor sesim.
12 Mart ve 12 Eylül süreçlerindeki gözaltılar-tutuklamalar ve katliamlarda da benzer şarkılar yapışmıştı dilime.
Gün gibi anımsıyorum, o zamanlar bu şarkılar meydanlarda da söylenirdi.
Haydi, gözümüz aydın.
Torbaydı çuvaldı derken, artık ‘nur topu gibi’ yeni yasalarımız var.
Tüm toplum olarak tepe tepe kullanacağız!
Çalışma yaşamımızı alt-üst edecek düzenlemelerin getirileri üstüne yazılanlar, alanlarda söylenenler AKP’nin umurunda olmadı.
“Cahil cesareti” denilen sıradanlık, akıl almaz işlere imza atmaya başladı.
“Ucube” tartışmasıyla başlayıp gelinen nokta, artık tüm tarafların kılıçlarını çektiği bir zeminde restleşmeye kadar vardırıldı.
Etik-hukuk ayaklar altına alınıyor.
Padişah’ın buyruğu bir an önce yerine getirilsin diye yenilmedik halt kalmadı!
“Komşuda pişer bize de düşer mi?” diye soruyorum dostlara.
Kahkahalarla gülüyorlar.
‘Düşmez hocam, bizimkiler yalanla beslenmeye alıştırıldılar’
Sonra Hollanda üstünden bir ileti düşüyor sayfama.
“Mısır ve Tunus’ta sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, üniversitelerden hocalar halkla beraber sokakta eylemdeler.”
İşçiler, emekçiler parlamentoda görüşmeleri süren ‘Torba Yasa’ için meydanlarda.
DİSK her gün, gelecek kötü günleri anlatmak adına basın açıklamaları, yürüyüşler mitingler düzenliyor.
Yandaşların dışındaki tüm emek örgütleri de ayakta.
Anlaşılıyor ki çalışma hayatının giderek bir kâbusa döneceği günler yakın!
Duyduk duymadık demeyin.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, AKP li üyelerin önermesi ile Beyoğlu’ndaki Muammer Karaca Tiyatrosu’nu yıkma kararı aldı.
“Bu adamlar sanat düşmanı” dedikçe başta Taraf gazetesinin elinden ‘hüner’ damlayan liboş yazarları-çizerleri, sonra Yeni Şafak-Vakit- Zaman gibi akıllarını AKP’ye teslim etmiş gazeteler, Kanal 7-Samanyolu-Kanal 24 gibi gericilik mevzisinden seslerini yükseltenler “vesvese bu sözler” diye yanıtlar türettiler.
Ama işte olan oldu.
2011 yılında, şöyle alabildiğine özgürlük solumak, dost ellerden tutup ağızlar dolusu şenlenmek, uykularımız bölünmeden keyif çatmak ekmek parası, kira parası, yol parası, gazete-kitap dergi parası düşünmeden, sağlık ve eğitim giderleri için ömür boyu didinmeden yaşamak istiyorsak, hiç zaman yitirmeden arınmamız gerekiyor.
Yalandan ve yalanın kuyruğuna yapışıp siyaset yapanlardan,