"Yabancıların gözünden Türkiye" polemiği, bilgisizliğe işaret ediyor

Türkiye'ye dair ilerici bilinen iki yabancı yazarın girdiği polemik, dışarıda Türkiye'nin ne kadar az ve yüzeysel bilindiğinin bir kanıtını oluşturdu.

Uluslararası basında ilerici tavırlarıyla tanınan iki isim, Ramzy Baroud ve Shabnam Dana, Türkiye'nin geldiği noktayla ilgili polemiğe girdiler. İki yazarın yürüttüğü tartışma, Türkiye'nin dışarıdan ne kadar yüzeysel tanındığını ortaya koydu.

Ramzy Baroud, Dissident Voice'ta çıkan "Ekonomi tek başına Türkiye'nin başarısını açıklamaya yetmez" başlıklı yazısında AKP'nin "başarısını" ekonomideki "iyileşmeye" bağlayanlara itiraz ederek, asıl başarıyı siyasi alanda görmek gerektiğini söylüyor. Baroud, Türkiye'yi Libya'yla karşılaştırıyor. Libya'nın da ekonomik büyümesi 2000'den bu yana dikkat çekiciydi. 2010'da Libya ekonomisi yüzde 10 büyümüştü. Fakat Baroud, buna rağmen "Libyalılar için sosyal adalet, gelir dağılımı, siyasi özgürlükler ve diğer konuların, sevindirici milli gelir tablolarından daha önemli olduğunun görüldüğünü" belirtiyor.

Türkiyeli gözlerle elbette sorulacak soru aşikâr: Baroud, bahsettiği bu kıstasları Türkiye açısından da incelemiş mi? Ya da daha basit ifade edersek: Peki Baroud Türkiye halklarının nasıl yoksullaştığının, siyasi özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığının, adalet duygusunun toptan mahvolduğunun farkında mı? Yanıtları bilmiyoruz, fakat Baroud bu iddialı yazısında Türkiye'nin ekonomik başarısına sadece büyüme oranları ve İbrahim Öztürk'ün bir yazısını tanık göstermiş. İbrahim Öztürk bilerek çarpıtıyor, çünkü AKP'ci Baroud ise gazeteci titizliğine yakışmayacak şekilde bilgisi olmadığından çarpıtıyor, bu yüzden AKP'ciliğe düşüyor.

Bundan sonra Baroud'un Türkiye analizi ilginçleşiyor. Baroud diyor ki, "modern Türkiye" sadece "AKP'nin gözle görülür başarılarına" indirgenemez, daha gerilere, Mustafa Kemal Atatürk'e kadar gider. Fakat Baroud'a göre zor şartlarda ülkenin bağımsızlığını kazanan bu liderin ne kendisi, ne de siyaset tarzı, "moderniteyi neredeyse tamamen Batılı değerler üzerine inşa eden çoğunluğu müslüman bir ülkenin kültürel ve siyasi kimlik sorununu" çözemedi.

Baroud'un okuması, liberal-İslamcı tezlere aşina Türkiyeli okura hiç yabancı gelmeyecektir. Vardığı sonuç da… Baroud, bu argümanlara yaslanarak Türkiye'nin siyaseten batıdan kopmasını, kültürel olarak doğulu, yani İslamcı kimliğe yakınlaşmasında görüyor.

Baroud'un "islami kimlik" tarifi, ister istemez siyasal islama tahvil oluyor ve Refah Partisi, "Türkiye'nin NATO'nun uşağı olmasına karşı mücadele veren bir aktöre, ordu da batıdan kopulmasını engellemek için darbe yapan bir güce dönüşüyor. AKP de, bu "batı karşıtı" mirasın sürdürücüsü olarak 2002'den bu yana Türkiye'yi "yeni bölgesel güç" haline getiren başarılı iktidar olarak sunuluyor. Baroud, yazısını Türkiye'nin bölge için model ülke olduğu vurgusuyla bitiriyor.

Radical Views'ta Shabnam Dana, "Türkiye Müslüman Dünya için uygun bir model mi?" başlıklı yazısında Baroud'a yanıt verdi. Dana'nın AKP iktidarındaki Türkiye'nin batıyla ve İsrail'le yakın ilişkilerine dair yaptığı vurgular, Baroud'un yazısına doğru bir yaklaşımla yanıt veriyor. Hem Hillary Clinton, hem de Barack Obama'nın Türkiye'yi bölgedeki ülkelere model olarak sunduğu konuşmalardan alıntılar yapan Dana, Türkiye'nin tutuklu gazeteci sayısında dünya lideri olmasından ne Clinton, ne Obama ne de Baroud'un bahsettiğini belirterek, ikiyüzlülüğe işaret ediyor.

Dana, ABD'nin Türkiye'yi bir müttefik olarak müslüman aleminin kalanına ulaşmak için bir araç olarak kullandığını tespit ederek, AKP Türkiyesi'nin dış politikasındaki en önemli unsuru yakalıyor.

Ancak bu defa da Dana'nın güncel siyasi duruma dair iyi gözlemine, muazzam bir Türkiye tarihi bilgisizliği eşlik ettiğini görüyoruz. Baroud'un Türkiye'nin "başarısını" Mustafa Kemal'e ve cumhuriyetin kuruluşuna kadar götürmesini eleştiren Dana, şöyle yazıyor: "Mustafa Kemal Atatürk, yeni Türkiye devletinin kurucusu olarak, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Britanya İmparatorluğu tarafından Türkiye'yi batı hegemonyası altına sokmak ve batı yönelimini güçlendirmek için iktidara gelmesini yardım ettiği bir kişi olarak biliniyor. Modern Türkiye, Alman ulusunu aşağılayan ve sonunda Hitler'in yükselişine kapı açan Versay Anlaşması'yla kuruldu."

Bu defa Türkiyeli göze gerek yok. Türkiye tarihine dair üstünkörü bilgisi olan kişi dahi, yukarıda anlatılanların tamamen yanlış olduğunu fark edebilir. Mustafa Kemal'i İngilizler'in iktidara taşıdığı iddiasının yanlışlığı bir yana, Türkiye'nin Versay Anlaşması'yla kurulduğunu sanmak gerçekten vahim bir durum.

Özgün bir örnek, neredeyse dönemi için bir "anomali" olan (birinci?) Türkiye Cumhuriyeti'nin batıya yönelimi ve sonuçta batıya bağımlılıkla sonuçlanan sürece dair Türkiye dışında doğru gözlemler çok zayıf.

Aslına bakılırsa, Türkiye'ye dair doğru bir kavrayışa sahip yabancı analistlerin sayısı da başka ülkelerle kıyaslandığında yok denecek kadar az. Batılı entelektüellerin ilgisine Türkiye'den çok Arap coğrafyasının mazhar olması bazı bakımlardan doğal görünebilir, fakat haber üretimi bakımından şu an Türkiye'ye dair yazılanların hem sayısına, hem de niteliğine bakıldığında, dengesiz bir zayıflık olduğu da aşikâr.

Türkiye'den İngilizce haber almak için Today's Zaman ve Hürriyet Daily News'a mahkûm olan yabancı gözlemciler, bölgedeki önemi giderek artan bu ülkeyi anlamak için daha çok çaba sarf etmeliler.

Yiğit Günay (soL)