Sınıf yok, İslam var!

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, Batılı ülkelerde sınıfların olmasına rağmen, Doğulu ülkelerde dini kimliklerin belirleyici olduğunu söyledi.

Ali Bulaç, Zaman gazetesindeki köşesinde Türkiye’de sınıfların olmadığını iddia etti. Bulaç, iddiasına kanıt olarak “işçiyle işverenin aynı safta namaz kılmasını” gösterdi.

“Sınıf ve değer siyaseti” başlıklı yazının başında Bulaç, 20. yüzyıl başında yaşayan İslamcı düşünür Sait Halim Paşa’nın fikirlerini aktararak, şu iki parametreyi öne sürdü: “a) İslam ile Batı arasında kültürel bakımdan köklü bir fark vardır. Batı'da kültürün temeli "sosyo-ekonomik", İslam'da ise "sosyo-kültürel"dir. b) Batı'da insanların gruplara ayrılması sınıfsaldır, sınıf temeline dayanır, İslam'da ve Osmanlı'da ise "din ve kimlikler" esas alınarak ortaya çıkmıştır.”

Ancak Ali Bulaç’ın, Türkiye’de sınıfların varlığını toptan reddetmekle, sınıfların siyasetteki rollerini inkâr etmek arasında yazı içinde kararsız kaldığı göze çarpıyor. Bulaç, önce öne sürdüğü “Türkiye'de seçmen davranışı ve tercihlerinde, sınıfsal bilinç belirleyici rol oynamaz” teziyle ikincisini savunsa da, hemen ardından “sınıfın tanımı” için üç özellik ortaya atarak, bunların Türkiye’de söz konusu olmadığını söylüyor.

Bulaç’a göre sınıfı tanımlayan üç özellik şunlar: “a) Sahip olduğu iktisadi gelir farkının, siyasi ve hukuki imtiyazlara mesnet teşkil ediyor olması. b) Bir gelenekten geliyor olmasıdır. Eğer sosyal bir zümre, bir anda ortaya çıkmışsa, o, sınıf değildir. Sınıf olabilmesi için, o toplumun tarihinde geleneksel olarak devam ediyor olması ve tarihsel bir süreci izlemesi gerekir. c) Seyyalitenin, yani sınıflar arasında geçişkenliğin olmaması ya da çok zor olması.”

Kişilerin fabrikalar, toprak gibi üretim araçlarına sahip olup olmadıklarına değil, “gelir farklarına” bakalım diyen Bulaç’ın, Türkiye’de gelir farkının siyasi ve hukuki imtiyaz teşkil etmediğini düşündüğü anlaşılıyor. “Bir anda” bir sınıfın nasıl ortaya çıkabileceğini açıklamayan Bulaç, ikinci maddesiyle işi “Osmanlı’da sınıflar yoktu, millet sistemi vardı, sınıf siyaseti bizim geleneğimizde yok” demeye getiriyor.

Üçüncü madde için ise Bulaç şunu ekliyor: “Türkiye'de böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü sosyal zümreler arasında seyyaliyet, akışkanlık ve geçişkenlik söz konusudur. Dahası Türkiye'de insanlar hâlâ sınıf farkına pek değer vermemektedirler. Bir işçiyle işvereni pekâlâ bir cuma günü, aynı safta birlikte namaz kılarlarken görebilirsiniz.” Bulaç, “Madem tanım gereği geçişkenlik olmayınca sınıf olmuyor, o zaman sınıflar arası geçişkenlik var demek nasıl bir çelişkidir?” sorusunu da atlıyor.

Kimlik siyasetine Ecevit de alınmış
Türkiye’de sınıf değil kimliğe göre siyaset yapıldığını savunan Bulaç, “’Değere dayalı siyaset’in anahtar terimi ‘hak ve adalet’tir. Hak, sözün ve hükmün gerçeğe uyması adalet ise her hak sahibine hakkının verilmesidir. Resulullah da (sas) adaleti, ‘her hak sahibinin hakkının verilmesi’ şeklinde tarif etmiştir ki, çok partili hayata geçişimizden sonra iktidar olan partiler, siyasetin anahtar terimleri olan ‘hak’ ve ‘adalet’ gibi kavramları öne çıkarmışlardır. Bülent Ecevit'in CHP'si "Hakça Düzen"i, Demirel'in ‘Adalet Partisi’, Necmettin Erbakan'ın ‘Adil Düzen’i ve R. Tayyip Erdoğan'ın ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’” diye yazıyor.

(soL - Haber Merkezi)