Naipaul Türkiye'ye gelemedi

Ünlü yönetmen Emir Kusturica’dan sonra Nobel ödüllü yazar V. S. Naipaul da tepkiyle karşılanacağı gerekçesiyle Türkiye’ye gelemedi.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından Avrupa Yazarlar Parlamentosu’na onur konuğu olarak çağrılan Nobel ödüllü yazar V. S. Naipaul Türkiye’ye gelmedi. Olay, Türkiye’de ve dünya kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Yaklaşık bir haftadır çeşitli sanat çevreleri ve medya organları tarafından başlatılan tartışma sebebiyle, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Avrupa Yazarlar Parlamentosu, yazara Türkiye'de kendisi aleyhine oluşan gergin havayı anlatarak “kibarca” İstanbul'a gelmesinin doğru olmayacağını aktardı. Naipaul, uyarıya rağmen gelmekte ısrarcı olursa davetin geri çekileceği bildirildi. Yani Naipaul daha gelmeden kovulmuş oldu.

Hilmi Yavuz fitili ateşledi
Naipaul aleyhine kamuoyu yaratılmasında en büyük pay Hilmi Yavuz’a ait. Türkiye medyasında pek çok yazar Yavuz’un Naipaul’un İslam'a ve Müslümanlara hakaret ettiğini yazması ile birlikte Naipaul’u hedef tahtasına oturttu.

17 Kasım tarihli yazısında “Yazarlarımız, Müslümanlara onca hakareti reva gören Naipaul'la aynı masaya oturmayı içlerine sindirecekler mi?” sözleri ile tartışmayı körükleyen Zaman gazetesi yazarı Hilmi Yavuz, 21 Kasım tarihli yazısında da “bundan sonra yapılacak toplantıya Danimarka'da, Hz. Muhammed ile ilgili o karikatürü yapan zatın da, 'onur konuğu' olarak davet edilmesini” tüm kalbiyle önerdiğini belirtti. Kendisinin “protesto” çağrısına uyan Cihan Aktaş’ı da “işte onurlu yazar davranışı buydu” diyerek tebrik etti. Yavuz, bu yazısında bir de Naipaul’un Müslüman düşmanlığına ek olarak “kolonyalist ve emperyalist bir kimlik” olduğuna dikkat çekti. Yavuz daha da ileri giderek “Bunu, kendilerini antiemperyalist ve antikolonyalist olarak tanımlayan değerli ulusalcı ve solcu (eğer kaldıysa!) dostlarıma duyurmak istedim” dedi.

“Naipaul, Dawkins gibi değil!”
Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı ise Naipaul için “İçine doğulan bir kimlik ve kültür olarak Müslümanlardan nefret ediyor Naipaul, yani Yahudilerden sırf Yahudi oldukları için nefret eden anti-semitizm ırkçı hastalığı gibi bir İslamofobya ırkçı hastalığına sahip Naipaul” dedi. Kütahyalı, Richard Dawkins’e de “hakkını vermeyi” ihmal etmeyerek, “Yani Richard Dawkins gibi bir adam değil. Hem İslam’ın hem de tüm dinlerin entelektüel karşıtı olan Dawkins de Türkiye’ye geldi, tutkuyla bağlı olduğu ateizmin propagandasını yaptı, basın da epey yer verdi. Buna yönelik tek bir itiraz da okumadım ben” diye eklemeden edemedi. Kütahyalı, Hilmi Yavuz’un çok doğru bir tartışma başlattığını da özelikle vurguladı.

"Şerefsiz lavuk!"
Yeni Şafak’ta Salih Tuna da ileri gidenlerden. Naipaul’u anlattığı köşe yazısına “Bu şerefsizin burada ne işi var” başlığını veren Tuna, yazısında Naipaul’a hakaretler yağdırdı. Hakkında “Lavuk diyorum çünkü "bu adam" Naipaul'dan başkası değil” gibi ifadeler kullandı.

Nihal Bengisu Karaca, Habertürk’teki yazısında Naipaul olayının Kusturica meselesi ile benzerlik taşımadığını savundu. Karaca, “Kusturica açıktan soykırım taraftarı olmuş, tecavüz gibi bir insanlık suçunu övmüş biri. Naipaul ise en fazla ciddi bir eleştiriyi, edebi bir taşlamayı hak ediyor” dedi.

“Nefret etme hakkım var”
Ahmet Hakan, köşesinde, Naipaul’un “Tarihte hiçbir emperyalizm, İslam emperyalizmi ile kıyaslanamaz” sözünü eleştirip “Bunu derken tarihin en büyük sömürge imparatorluğunun kucağında oturduğunu unutuyor. Yani o derece zavallı bir ‘koloni çocuğu’ Naipaul” diye yazdı. Hakan, medyada günlerdir tartışılan konuya Naipaul gelirse gelsin, “yeter ki bütün bu toz duman arasında benim 'Naipaul’dan nefret etme hakkım' elimden alınmasın” diyerek yeni bir “boyut” kazandırdı.

Bulaç’tan Kuranlı ayetli açıklama
Zaman gazetesinin “güzide” yazarlarından Ali Bulaç da, dünkü köşesinde “Hiç davet edilmemeliydi” başlıklı yazısında Naipaul’a karşı yürütülen kampanyaya Kuran’la, ayetle cevap verdi.

Bulaç, Nisa, Maide ve Enam surelerinden örnekler vererek “Kur'an-ı Kerim, İslam'ın kutsallarının alay konusu olduğu sohbetlere katılmayı yasaklamakta, bu sohbetlere tanık olanların hemen toplantıyı terk etmelerini emretmektedir. Yasaklanan, gayrimüslimlerle sohbet, fikri alışveriş, seviyeli ve zihin açıcı tartışma (dünya barışına, insanların huzur ve refahına zemin hazırlayacak müzakere ve muarefe) veya faydalı beşeri ilişki değil, İslam'ın kutsallarının, (mesela Allah'ın birliği, Kur'an, Hz, Peygamber'in şahsiyeti, sahabeler, İslam'ın hükümleri, inançları vb. konuların) alay konusu olmasıdır. Bunun "hoşgörü"yle veya "düşünce ve ifade özgürlüğü"yle ilgisi yoktur. Belli bir edeb dairesi içinde her düşünce dile getirilebilir, tartışılır. Ama alay, hakaret/tahkir, küçük düşürme başka bir şeydir. Müslümanlar eğer bu meclislerde sohbetin yönünü ve konusunu değiştirmeyecek konumda iseler, toplantıyı terk etmeleri gerekir. Ayet, böyle yapmayacak olurlarsa, kulaklarının bunlara alışacağını, kalplerinin nasır tutacağını ve bunun sonunda Müslümanların da onlara benzeyeceğini söyler” dedi.

Bulaç, ayetlerden yola çıkarak “Eğer gelseydi Naipaul'u dinleyip dinlememe konusunda karar verebilmemiz için, ‘bir başka söze geçip geçmediğine’, yani İslam ve Müslümanlarla ilgili görüşlerini değiştirip değiştirmediğine bakmamız lazımdı. Ancak benim bildiğim, Naipaul eski Naipaul'dur. Davet edenler de, daveti savunanlar da hepimizi fazlasıyla rencide etmiştir” sonucuna vardı.

Onur konuğunu bilmiyor!
Etkinlik davetlileri arasında bulunan Cihan Aktaş ve Beşir Ayvazoğlu, Naipaul’un müslümanları “geri zekâlı”, “yaratıcı olmayan”, “parazit”, “hiçbir şeyi başaramayan” kişiler olarak nitelendirdiğini iddia ederek Hilmi Yavuz’un çağrısına uyup programa katılmayacaklarını duyurmuştu.

Aktaş, yaptığı açıklamada parlamenter olarak katılacağı toplantının onur konuğunu tanımadığını çekinmeden belirtti. Aktaş, "Onur konuğunun kim olduğunu Hilmi Yavuz'un yazısını okuyunca öğrendim. Doğrusu, Naipaul herhangi bir yazar olarak çağrılı olsaydı yine de katılabilirdim toplantıya. Ancak 'onur konuğu', farklı bir mesaj bildiren, beni de yazar olarak, Müslüman olarak bağlayan bir sıfat. 17. yüzyılda Hindistan'da gerçekleşen, sayısız insanın ölmesine sebep olan Babür Camii'nin bombalanması hadisesinden 'yaratıcı tutku' (creative passion) diye bahseden bir yazarın onur konuğu olması bana ağır gelir. Her şeye rağmen edebiyat demiyorum, edebiyat benim için çok önemli olduğu halde. Doğrusunu isterseniz, onu çağıranlar da Naipaul'u iyi tanımıyorlar gibi geldi bana. Aksi halde davet ederken iki kez düşünürlerdi. Naipaul'un yazar olarak sahip olduğu konumu Hilmi Yavuz yazısında çok güzel anlatmış" dedi.

Hayatlarında Naipaul okumamışlar!
Naipaul’un onur konuğu olarak gelmesini protesto eden yazarların yanı sıra bu yazarları ve Naipaul’un Türkiye’ye gelmesinin engellenmesini protesto edenler de oldu. Yazar Cem Akaş, 2010 Avrupa Yazarlar Parlamentosu'ndaki Komisyon Moderatörlüğü görevinden istifa ettiğini açıkladı.

Akaş, yazar Hilmi Yavuz'un başlattığı boykotu eleştirerek, ‘’Hilmi Yavuz hayatında Naipaul okumamıştı. Gazete köşesinde 2001'de yazdığı Naipaul yazısını, Rana Kabbani adlı Suriyeli yazarın Naipaul incelemesine dayanarak kaleme almıştı. Aynı yazıyı 2010'da, aradan geçen zaman içinde Naipaul'u yine okumamış olarak, Yazarlar Parlamentosu vesilesiyle yeniden yayımladı. Cihan Aktaş, Naipaul'u okumadığı gibi, Kabbani'yi de okumamıştı. O da protestosunu, Yavuz'un Kabbani'den cımbızladığı alıntılara dayanarak yaptı. İşin daha da ilginci, bu alıntılanmış cümleler hakaret değil, düpedüz gözlem/eleştiri/kişisel görüş kapsamında saptamalar içeriyordu ve sonuçta bir romandan alınmışlardı” ifadelerini kullandı.

Akaş sözlerini “Avrupa Yazarlar Parlamentosu'ndaki Komisyon Moderatörlüğü görevimden, bu ahmakça linç hareketinin parçası olmamak için istifa ediyorum” diye bitirdi.

(soL - Haber Merkezi)