Kutlanacak bir basın bayramı var mı?

Sansürün kaldırılmasının yıldönümü vesilesiyle kutlanan basın bayramı, bu sene de tutuklu gazeteciler ve basına yönelik iktidar baskısının gölgesinde kutlanıyor. AKP, muhalif gazetecilere yönelik sansür mekanizmalarını geliştirirken, yandaş medya istediği gibi at koşturuyor.

Abdülhamid'in sansür yasasının 24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet'in ilanı ile tarihe karışması, ülkemizde her sene "Basın Bayramı" olarak kutlanıyor. Ancak aradan 104 sene geçmesine rağmen bugün basın üzerinde uygulanan baskı devam ediyor.

Basının holdingleşerek "medya"ya dönüşmesi, piyasa mekanizmalarının gazeteciliği belirlemeye başlaması, sendikasızlaşma ve iktidar baskısı bugün basını belirleyen temel faktörler. Ancak AKP dönemi ile birlikte gazetecilerin "terörist" suçlamasıyla cezaevlerine doldurulduğu, başka bir ülkenin devlet başkanı ile röportaj yapmak isteyen gazetecilerin Başbakan'a yakın çevreler tarafından bizzat "uyarıldığı" bir döneme geçildi.

"Terörist" gazeteciler
"Terörist gazeteciler", Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmalarında sürekli dile getirdiği bir konu. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun saptamasına göre halen cezaevlerinde çoğu Kürt basınından ve sosyalist basından 90 gazeteci tutuklu bulunuyor.

Ancak Erdoğan, birçok kez gazetecilerin gazetecilik yaptıkları için değil, başka sebeplerle cezaevinde bulunduğunu iddia etti. Örneğin Erdoğan, Zaman gazetesinin 25. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada, tutuklu gazetecilerle ilgili şunları söylemişti:

"Bunların isimlerini tek tek saydık, ne ile itham edildiklerini, neden ceza aldıklarını belgeleri ile ortaya koyduk. Adam polise saldırı düzenliyor, polisimizi şehit ediyor, cebinden gazeteci kimliği çıktı diye gazeteciler hapse atılıyor kampanyası yapılıyor, anamuhalefet partisi de işte bu şahıslara sahip çıkıyor. Gidip yurt dışında polis katillerine arka çıkmak suretiyle ülkesini kötülüyor.

Ateşli silah bulundurmak, patlayıcı bulundurmak, evrakta sahtecilik, cinsel taciz, terör, darbeye teşebbüs... İçerideki gazeteciler dedikleri işte bu suç isnatları ile yargılanıyor."

Terörizm nerede?
Gazetecilerin de cezaevlerine atıldığı Ergenekon, KCK, Oda TV, Devrimci Karargah gibi davalarda, gazetecilerin birbirlerine manşet önermesinden gelen bir haberi yayımlamamalarına kadar bir dizi "suç" savcılar tarafından iddianamelere konmuş durumda.

Örneğin Aydınlık gazetesine yönelik ilk baskın gerçekleştiği zaman, Taraf gazetesinden Yasemin Çongar, kendisine, Ergenekon savcısı Cihan Kansız’a ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik bir “sahte e-mail komplosu”nun Aydınlık tarafından kurulduğunu iddia etmişti. Buna göre, oluşturulan sahte adreslerden aşağıdaki gibi e-mail’ler yollanmış ve Ergenekon operasyonlarını Erdoğan’ın yönlendirdiği izlenimi verilmeye çalışılmıştı. O zaman konuyla ilgili bir açıklama yapan Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk, Aydınlık’ın bu sözde yazışmaları yayımlamadığını, çünkü “Başbakan, bir savcı ve bir gazete yazarının böyle bir ilişki içinde olmalarını akıl dışı bulduklarını” belirtmişti. Bolluk, Aydınlık’ın bu belgeleri yayımlamadığı halde gazetenin imtiyaz sahibi Mehmet Sabuncu’nun gözaltına alınmasının esas komplo olduğunu söylemişti. Yine aynı iddianamede, Aydınlık dergisinin yazarı Doğu Perinçek’in, Erdoğan-Talat görüşmesiyle ilgili haber ve manşet önerisi, savcı tarafından “talimat” olarak değerlendirilmişti.

"3. KCK davası" olarak bilinen davada da, İddianamede gazetecilerin yaptıkları haberlerin de KCK Basın Komitesi’nin talimatlarıyla yapıldığı gizli tanık ifadelerine dayanılarak iddia ediliyordu. Örnek olarak tutuksuz yargılanan Etkin Haber Ajansı (ETHA) editörü Arzu Demir’in Haluk Gerger’in Suriye meselesine ilişkin demeçlerinin yer aldığı haberi gösteriliyordu. Ortadoğu Uzmanı Gerger’in Türkiye’nin savaş kışkırtıcılığı yaptığı iddialarına yer verilen haber iddianamenin 788 ve 789. sayfalarında yer alırken haberin Basın Komitesi’nin talimatıyla yapıldığı iddia ediliyordu.

Oda Tv davasında ise, tutuklu gazeteciler Başbakan'ın iddia ettiği gibi "evrakta sahtecilik, cinsel taciz" gibi suçlarla değil, "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek amaçlı yürütülen faaliyetler", "Türk Silahlı Kuvvetlerini darbe yapmaya teşvik etme amaçlı yürütülen faaliyetler", "Ergenekon silahlı terör örgütü kontrolündeki PKK terör örgütüne destek amaçlı yürütülen faaliyetler" ve "Siyaset dünyasına yön vermek amaçlı yürütülen faaliyetler" ile suçlanıyorlar.

"Tasmalı" gazeteciler
Başbakan Erdoğan, Uludere (Roboski) Katliamı'nın sorumlularının ortaya çıkartılması için yazan gazetecilere de ağır hakaretlerde bulunmuştu. Erdoğan yaptığı konuşmada şunları söylemişti:

"Medyada da akbabalar var. Daha düne kadar üniformalılar yazdıklarınızdan dolayı azarlıyorlardı. Onların karşısında selam durup 'şak' yapıyordunuz. Sizi o tasmalardan kurtardık. Şimdi ise boyunlarında uluslararası tasmalar taktılar.."

Wall Street Journal bile namert!
Suriye ile yaşanan uçak kriziyle birlikte dış politika alanında bir fiyaskoyla karşılaşan AKP ve Tayyip Erdoğan'ın sözlerinden Amerikan Wall Street Journal (WSJ) gazetesi de almıştı.

Suriye'nin düşürdüğü uçağın nerede ve nasıl düşürüldüğüne dair ABD'li yetkililere dayanarak bir haber yapan WSJ, Türk tarafının iddialarının doğruyu yansıtmadığını ve ABD'nin de bunu bildiğini ima etmişti.

Erdoğan bunun üzerine WSJ'nin doğru haber yapmadığını ve "namert" olduğunu iddia ederek şunları söylemişti:

"Son 1-2 gün içerisinde Suriye tarafından uluslararası sularda düşen uçağımızla alakalı Wall Street Journal gazetesi bir yayın yapıyor. Bu yayında uçağımızın Suriye sınırları içinde vurulduğunu söylüyor. ABD'de yaklaşan seçimler var. Aynı gazete farklı yayın yaptı, haber yalandı. Şimdi ise aynı şekilde doğru olmayan yayın yaptılar. Türkiye'deki malum medya bu habere sarıldı. Bu gazete bir siyasi hareket adına hareket eden bir gazete. Orada başkan Obama'ya karşı takınılan tavır bu. Bu gazetenin burada da uzantıları var. Bizim verdiğimiz diplomatik, teknik bilgilere dayalı değil, oradan çıkan gazetedeki habere dayalı haber yapıyorlar. "Güvenilir kaynak' diyorlar kimmiş o kaynak açıkla. Namertlik kapının arkasından dolaşmaktır. Bu gazete namert. Bu iddiaya itibar edenler de namerdin izinden gidiyor."

Esad röportajına engelleme
Türk basını üzerindeki iktidar baskısının son ve en somut örneği, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile röportaj yapmaya gidecek gazetecilerin engellenmesi oldu.

Suriyeli gazeteci Hüsnü Mahalli üzerinden Esad ile röportaj ayarlayan Ertuğrul Özkök, Amberin Zaman, Mehmet Ali Birand ve Fehim Taştekin, bağlı bulundukları medya grubuna bir Başbakanlık danışmanı tarafından "Esad'a propaganda imkanı verir" telkini gelmesi üzerine röportajdan vazgeçtiler. Yalnızca Cumhuriyet'ten Utku Çakırözer Beşar Esad'la görüşmeye gitti ve önemli bir mülakat yapmış oldu.

Yandaş medyaya ses etmeyin!
AKP'ye muhalif basın organlarına ve gazetecilere yönelik baskı sansür ve otosansür gibi mekanizmaları işletirken, AKP yanlısı medyada her türlü ırkçı, gerici ve hedef gösterici yayın yapılmaya devam ediyor.

Bu cenahın en "öncü" yayın organı olarak Vakit göze çarpıyor. Geçtiğimiz aylarda Bilgi Ünversitesi Öğretim Üyesi Esra Arsan'ı "PKK'li" yaparak hedef gösteren bu yayın, daha önce İdil Biret konserini hedef göstererek Alperen Ocakları'nın konsere saldırmasına neden olmuştu. Vakit'in son provokatif yayını ise Sivas Katliamı'nda yaşamını yitirenlerin cesetlerinin fotoğraflarını yayımlayarak, aydınların aslında yanarak değil, kurşunlanarak öldüklerini iddia etmesiydi.

Vakit haricinde Zaman, Samanyolu Tv gibi cemaat yayın organları, KCK ve Ergenekon davasında tutuklananlar için ırkçı yayınlar yapmış, BDP'lilerin Hıristiyan olduklarını, domuz kestiklerini ve Zerdüştlük inancına mensup olduklarını iddia eden haberlere imza atmışlardı.

(soL - Haber Merkezi)