Kaynağı iktidar olan gazeteci: Fatih Altaylı

28 Şubat’la ilgili Meclis Komisyonu’nda ifade veren Fatih Altaylı, gazetecilerin iktidara yakın olmasının “iktidar borazanlığı” olarak algılanmaması gerektiğini, iktidarın gazeteci için kaynak teşkil ettiğini söyledi.

28 Şubat süreci ile ilgili soruşturmasına devam eden Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun bugünkü konuğu Fatih Altaylı’ydı. Tartışılacak beyanlarda bulunan Altaylı, gazetecilerin iktidara yakın olmasının olağan olduğunu savundu. Gazetecilerin iktidara yakın olmasının “iktidar borazanlığı” anlamına gelmediğini söyleyen Altaylı, iktidarın gazeteci için kaynak teşkil ettiğini sözlerine ekledi. Altaylı gazeteciler üzerine çok oyun oynandığını da savundu.

“İrticadan korkmuyorum”
Fatih Altaylı Türkiye’nin mevcut durumunda irticadan korkmadığını da söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İnsan bilmediği şeyden korkar. Cübbeli Ahmet şimdi benim neredeyse arkadaşım oldu. 3-4 kere programa geldi. Cübbeli Ahmet'le ilgili benim kafamda müthiş negatif bir şey vardı. Bir gün bana geldi, bir geldi dünyanın en gırgır adamlarından bir tanesi. Süper mavra, her şeyi anlatıyor. Ben Cübbeli Ahmet'i bilmezken ondan korkuyordum, şimdi adamın içerde olmasına üzülüyorum.”

“Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemleri zıvanadan çıkmıştı”
Susurluk olayıyla ilgili olarak 1997 yılında başlatılan “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemleri”nin de sorulduğu Altaylı, o dönemde eylemlerin desteklenmesi gerektiğini yazdığını söyledi. Altaylı, eylemlerin bir süre sonra “şirazesinden çıktığını” yazdığının hatırlatılması üzerine bu kez “gazeteci olarak iktidarı eleştirme görevleri olduğunu” savundu.

Altaylı sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemlerine verdiği desteği çekmesini, eylemlerin bir süre sonra Türkiye’de iktidar karşıtlarının ortak eylemine dönüştüğü ve gerçek maksadının ortadan kalktığı, “zıvanadan çıktığı” gerekçeleriyle açıkladı.

Kaynağı iktidar olan gazetecinin dönüşleri
Fatih Altaylı, “zıvanadan çıktı, ben de desteğimi çektim” dediği bir dakika karanlık eylemleri için 1997 yılının Ağustos ayında pek de böyle konuşmuyordu. Altaylı o dönemde yazdığı yazılarda eylemlerin yeni biçimler altında sürdürülmesi gerektiğini savunuyor ve şöyle yazıyordu:

“Şubat ayı boyunca yaptığımız sokak ve meydan toplantılarında sloganımız, ‘Susma, sustukça sıra sana gelecek’ şeklindeydi.”

“Şimdi yeni bir sloganın zamanı ‘Unutma, unutursan yine başa gelecek...’”

“Okumayan bir toplum olduğumuz için, hızla unutuyoruz. Oysa 1993'ten, 1997'ye kadar geçen süreyi unutmamalıyız. Hatta belki daha da öncesini.”

“Bugün başımıza demokrasi havarisi kesilen kadını unutmamalıyız. 1993 ile 1997 arasındaki binlerce faili meçhul cinayeti, ortalıktan ansızın kaybolan yüzlerce kişiyi unutmamalı, demokrasi havarisinden bunların hesabını sormalıyız.”

Bugün “irticadan korkmadığını”, Cübbeli Ahmet’in arkadaşı olduğunu söyleyen Altaylı o dönemde sık sık irtica tehlikesine değiniyor, din tacirlerinden bahseden yazılar yazıyordu. Altaylı 29 Temmuz 1997 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısında imam hatip okullarını eleştiriyor, 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulamasına karşı çıkanları “din elden gidiyor” sloganı arkasına saklandıklarını yazıyor ve şöyle devam ediyordu:

"Din ticaretinden oy ve para kazananların yaygarası başladı. Slogan bildik ve klasik: 'Din elden gidiyor'...

"1400 yıldır dimdik ayakta duran İslamiyet, bu çapulcuların çoluk çocuk üzerinden siyaset yapması, avanta elde etmesi engellendi diye bir yere gitmez, kimse merak etmesin."

"Elden giden bunların avanta düzenleri... Dinin arkasına saklamaya çalıştıkları maddi-manevi avanta sistemleri..."

"Dün pazardı... Hıristiyanlar'ın kilise günü."

"Kalmakta olduğum Washington'un banliyösünde sabahın köründe insanlar ayaktaydılar. Binlerce insan pırıl pırıl giysileriyle kiliselere gitti.
Oysa Amerika'da 'Papaz Hatip Liseleri' yok..."

"Yani bizim din tacirlerinin teorisine göre burada Hıristiyanlığın elden gitmiş olması lazım."

"Ama gitmemiş... Öyle görünüyor.”

Fatih Altaylı yine o dönemde irtica tehlikesine karşı harekete geçilmesine “dincileri sindirirseniz, yer altına indirirsiniz” argümanıyla karşı çıkanlara sert sözlerle eleştiriyordu. Altaylı 8 Temmuz 1997 tarihinde yazdığı bir yazıda, Refahyol iktidarının “borazanlığını” yaptığını söylediği bir gazete için şunları söylüyordu:

“Neyse, bu gazetede birkaç günden beri şeriat yanlısı yayınlar yapıyor.

"Uydurduğu kılıf da şöyle: ‘Sindirirseniz, yeraltına indirirsiniz.’"

"Yapmayın ya! Sahi mi?"

"Lafa bak lafa... Yani şeriatçı kuruluşların üzerine gitmeyin, bırakın serbestçe çalışsınlar..."

"Sonra ne yapalım beyler..."

"Bu fikri nereye kadar götüreceksiniz...”

Altaylı yine o dönemde Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması ve Talim Terbiye Kurulu tarafından denetlenmesi gerektiğini savunuyor ve şöyle devam ediyordu:

“Kuran kurslarının müfredatının Diyanet İşleri tarafından hazırlanması doğru olabilir. Ancak bunun Talim Terbiye Kurulu tarafından denetlenmesi ve bu kursların Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olması şart. Yoksa birkaç yıl sonra yeni sorunlarla karşılaşmak ve kafamızı duvarlara vurmak zorunda kalabiliriz.”

“Kaynak” değiştikçe Altaylı da değişiyor
İktidarı “gazetecinin kaynağı” olarak gördüğünü söyleyen Altaylı, iktidarlar değiştikçe kendisi de değişiyor. Susurluk döneminde sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemlerine destek veren, ancak bugün komisyonda bir süre sonra desteğini çektiğini iddia eden Altaylı, bu yılın nisan ayında dönemin en tartışmalı ismi Mehmet Ağar hakkında da övgü dolu sözler ediyordu. Altaylı, Mehmet Ağar’a verilen “ödül gibi” cezanın ardından, “Yıllardır tanırım Ağar'ı. İstanbul'da şube müdürü olduğu dönemlerden. Herkese dost adamdır. Tanısın tanımasın herkesin yardımına koşar. Sevmeyeni çoktur ama seveni de çoktur. Çok kişiye iyiliği dokunmuştur. Karşılık beklemeksizin.Bilirim.Yıllar içinde aleyhinde onlarca yazı yazmışlığım vardır.Ne küsmüştür, ne darılmıştır, ne surat etmiştir, ne de en küçük bir sitem.Hapis cezası onaylanınca "Geçmiş olsun" demek için aradım. Teşekkür etti" diyordu.

Başbakan Erdoğan da Altaylı’nın övgü dolu sözlerinden sık sık nasibini alan isimlerden. AKP’nin 30 Eylül’de yapılan kongresi öncesinde bir yazı kaleme alan Altaylı, kongrede Erdoğan’ın yapacağını tahmin ettiği konuşmayla ilgili şunları söylüyordu:

“Başbakan Erdoğan, ‘Başbakan ve Genel Başkan’ olarak katılacağı bu son büyük kongrede kendisinin ve partisinin 2023 vizyonunu anlatacak ve önümüzdeki 10 yıllık süreçte Türkiye’de neler yapmayı planladığını, Cumhuriyet’in 100. yılına girerken nasıl bir Türkiye hayal ettiğini halka aktaracak. Ben buna ‘AK Parti’nin 100. yıl manifestosu’ demeyi uygun buluyorum. (…)”

“Yakın kurmaylarıyla konuşma metni üzerinde çalışan Başbakan’ın 100. yıl manifestosunda en büyük ağırlığı ‘demokrasiye’ vermesi kimseyi şaşırtmamalı.”

“Başbakan Erdoğan’la geçmişte yaptığımız sohbetlerde, Türkiye’nin 12 Eylül sonrası apolitik bir toplum haline getirilmesinden yakındığını ve geniş tabanlı siyasetin önünün açılması gerektiğini söylediğine sık sık şahit oldum.”

“Konuşmasında siyasi katılımı, partilerüstü bir anlayışla yaygınlaştırma yolunda atılacak adımları anlatması büyük sürpriz sayılmamalı.”

“Başbakan’ın katılımcı siyaset anlayışının sonucu olarak gördüğü en temel sonuçlardan biri, ‘millet için devlet” anlayışı.”

“Yani milletin devlete hizmet ettiği değil, devletin millete hizmet ettiği bir anlayış. Bunun da 100. Yıl manifestosunda yer alması kuvvetle muhtemel. Çünkü Erdoğan’ın demokrasi anlayışının temel taşlarından biri de bu. (…)”

“Başbakan’ın demokrasi başlığı altında giderek bir terör sorununa dönüşen Kürt sorununun halli konusunda önemli açılımlar yapması ve terör örgütünün tüm kozlarını elinden almaya yönelik bir hamle yapması için 100. yıl manifestosu çok önemli bir fırsat. Başbakan Erdoğan’ın ‘başkanlık sistemi’ hayalini ilk olarak anlattığı ve bunu ilk olarak kaleme alan gazeteci olarak, Başbakan’ın bu konuşmasında başkanlık sisteminin gerekliliğinden ve yararlarından bahsetmemesini olası görmüyorum.”

Altaylı yazısının sonunu ise şöyle bağlıyor: “Umarım bu manifesto, Türkiye’de demokrasinin gelişmesi yolunda sonraki nesillerin sözünü edeceği bir ‘mihenk taşı’ olur.”
(soL-Haber Merkezi)