Kara gün dostları: Liberaller islamcıların imdadına yetişti

“Müslümanların Masumiyeti” adlı filmle başlayan tepkiler, Libya’da ABD elçisinin linç edilmesiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Tüm Arap coğrafyasına yayılan tepkilere, İslamcılığın esasında emperyalizmle ne kadar uyumlu olduğunu gösterme girişimleri eşlik etti. Bu konuda da en fazla ses çıkaranlar, liberaller oldu.

Türkiye’nin dincileşmesi sürecinde, liberaller ile dincilerin el ele verdikleri artık bilinen bir gerçek. Liberaller dinci dönüşüm sürecine akıl ve heyecan katmakla kalmayıp, sürece direnç gösterebilecek kesimleri ikna etmek ya da etkisizleştirmek için de önemli çabalar harcadı. Bu çabaların başında, dinci gericiliğin hegemonyasına meşruiyet üretmek geliyor.

Üstelik bu işbirliğinin ve karşılıklı yardımların Türkiye ile sınırlı olmadığı da ortaya çıktı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da gerçekleşen ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçlerde de, liberaller ile dincilerin el ele yürüdüklerini, liberallerin özellikle dünya kamuoyu nezdinde, söz konusu dönüşümlere meşruiyet sağlamak için yüksek performans gösterdikleri görülüyor.

Liberallerin dincilere uzattığı elin en fazla işe yaradığı nokta, emperyalizmle uyumlu bir islamcılığın varlığını göstermek oldu. Tüm bu süreçte liberaller, emperyalist sistemin merkezlerine aynı mesajı gönderdiler: “endişelenmeyin, sizin çizdiğiniz yoldan çıkmayacaklar”. Fakat, “Müslümanların Masumiyeti” adlı filmin yayınlanmasıyla geçtiğimiz hafta alevlenen ve tüm bölge ülkelerini kapsayan islamcı tepkiler, liberallerin vaat ettikleri uyumun sorgulanmasına neden oldu. Dincileri bu zor durumdan kurtarmak ise, yine liberallere düştü.

Nilüfer Göle islamcıların masumiyetini anlatıyor
Zaman gazetesinde dün yayınlanan röportajıyla, Nilüfer Göle de yukarıda söz ettiğimiz misyonu üstlenmiş görünüyor. Röportajında, sorulan soruların da yardımıyla, esasında islamcılığın ve emperyalizmin buluştukları noktalar olduğunu göstermeye çalışan Göle, yaşanan saldırıların henüz bu buluşmayı kavrayamamış kesimlerce çıkarıldığını ifade ediyor. Dolayısıyla, bir kısım kontrol dışı unsurun eylemleri nedeniyle, emperyalizmin islamcılığı tümden gözden çıkarmaması gerektiğini söylüyor.

“Dünyaca ünlü sosyolog” sıfatıyla duyurulan Göle’nin röportajı, aslında gayet beylik kimi tespitlerin sıralanmasıyla başlıyor. Örneğin Göle, röportajında uzunca bir süre, islamın batıda Türkiye’de olduğundan farklı biçimlerde yaşandığını anlatıyor. İslam pratiklerinin sadece batıda değil, Müslüman ülkeler arasında, hatta Müslüman ülkelerin kendi içlerinde dahi bölgesel olarak farklılıklar sergilediği üstelik birçok farklı mezhep ve inanç/ibadet tarzının İslam dünyasında gözlenebildiği bilinirken, Zaman gazetesi bu bilgiyi ancak “dünyaca ünlü sosyolog”a doğrulatarak kullanabiliyor.

Müslümanların Avrupa coğrafyasında dinlerini yaşadıkları iklim, ortam, cemaat çok farklı. Faslı, Türkiyeli, Cezayirli, Pakistanlı Müslümanlar aynı kıtada, kimi zaman aynı mahallelerde, birbirlerinin farklı ibadet şekillerini, kültürel âdetlerini keşfedebiliyorlar. Aynı camileri paylaşıp paylaşmayacakları, hangi dilde vaaz verileceği konuları, kız alıp veremeyecekleri, Müslümanların gündelik hayatının bir parçası oluyor. Birçok Avrupalı Müslüman'ın deyişiyle birbirlerinin "küçük" farklılıklarını keşfederek, kozmopolit İslam'ı yaşıyorlar.

Oysa Göle Avrupa’daki “kozmopolit İslam”ın, neden örneğin Türkiye’de de karşılık bulamadığını açıklamıyor. Yani, eğer Göle tüm İslam nüfusunu Avrupa’ya taşımayı önermiyorsa, neden İslamın “kendi toprakları” üzerinde farklılıkları keşfeden kozmopolit bir İslama dönüşmediğini tartışmıyor. Daha açığı, örneğin batıya küçük farklılıkları keşfeden kozmopolit İslamdan söz ederken, Türkiye’de başbakanın Alevilere yönelik üslubuna ya da kız çocuklarının türbana sıkıştırılmasına değinmiyor. Çünkü Göle’nin argümanında, sosyolojik bir gerçeklik olarak İslam dini ile islamcılık arasında bir ayrım yer almıyor. Böylece Göle, İslam dininin tarihsel ve güncel sosyolojisinden, islamcı akımların siyasal projelerine meşruiyet devşirmeye çalışıyor.

Göle’nin yaptığı farklı kavramları birbiri yerine kullanmak, röportaj boyunca sık sık karşımıza çıkıyor. Ya da içerdiği özel anlamları boşaltarak ifade ettiği kavramlarla konuşuyor Göle. Örneğin, hegemonik seküler modernizm diyerek, modernizmin seküler karakterini devre dışı bırakmaya çalışıyor. Seküler olmayan bir modernliğin nasıl bir şey olduğunu hiç açıklamamasına rağmen, Göle’nin bu tür kavramlarla kapitalizmle uyumlulaştırılmış bir islamcılıktan söz ettiğini anlamak mümkün.

Zaman’ın sormadıkları, Göle’nin cevaplamadıkları
Tüm röportaj boyunca hakim olan “ağırlaştırılmış felsefe” görünümlü cevaplar, aslında islamcılık ile emperyalizm arasında kurulacak teması işaret ediyor. Göle’nin “iç içe geçişler”, “melez desenler”, “sınırda buluşmalar” vb. gibi kavramlarla ifade ettiği sosyolojik “gerçek”, Londra’da yaşayan Müslümanların Kahire’deki Müslümanlardan farklı biçimlerde yaşadığından ibaret. Bunu “dünyaca ünlü bir sosyolog” söyleyince, Zaman gazetesi de yayınlamakta beis görmüyor elbette.

Oysa bu sözlerin ardında hem Zaman’ın sormadığı hem de Göle’nin cevaplamadığı bir başka sorun gizleniyor. Göle’nin sözlerindeki temas, emperyalizmin merkezlerinde strateji masalarına konu oluyor. İslamcılığın Ortadoğu’da emperyalizmle ittifak ilişkisi kurabileceği, bunun sanıldığı kadar zor olmadığı işaret ediliyor. Gülen’in kınama mesajı ve cemaatçilerin endişeli tavırlarını düşündüğümüzde ise, Göle’nin sözleri son yaşananlardan sonra emperyalizmin “alınganlık” gösterip islamcılıkla ilişkisini zayıflatmaması temennisinin farklı bir biçimde ifade edilmesi oluyor.

Üstelik, Göle’nin gündemine girmeyen bir başka konu daha var: emperyalizmin sadece gerici, islamcı akımlarla ittifak kurmakla kalmayıp, kendi dinsel gericiliğini de üretip güçlendirmesi. Yani emperyalizm bir yandan islamcı akımları kontrolü altında tutup araçsallaştırırken, öte yandan kendi dinsel ideolojisini ve dinci siyasetini de üretiyor. Dincileşen emperyalist politikalar, örneğin Obama’ya islamcılarla “kardeşliğin” de bir sınırı olduğunu, bizzat içeriden hatırlatıyor. Emperyalizm sadece gericiliği kullanmıyor, aynı zamanda özsel olarak dincileşiyor ve ırkçılaşıyor da. Göle gibileri buna temas, iç içe geçiş ya da melezleşme diyebilir. Oysa olan, düpedüz ortaçağa dönüştür.

(soL - Haber Merkezi)