'Hükümet ses kayıtlarıyla devrilmez'

Merdan Yanardağ, 17 Aralık’tan sonra Türkiye siyasetinin gündemini belirleyen ses kayıtlarının gerçekleri ortaya çıkardığını ve bunun solun haklılığını gösterdiğini vurguluyor. Ancak Yanardağ, kayıtların Erdoğan’ı “devirecek” bir güce sahip olduğunu sanmanın bir yanılsama olduğunu da hatırlatıyor.

Gamze Erbil

Merdan Yanardağ ile görüşmemizin ikinci bölümünde Türkiye siyasetinin bundan sonraki yönelimleri ve buradaki aktörlerin yeni konumlanışlarını ele aldık. Özellikle CHP ve Kürt hareketinin yeni tabloda kendine açtıkları alan ve bu yönelimlerinin eleştirilmesi gereken yönleri üzerinde durduk. Haziran direnişinden sonra Türkiye siyasetinin devrimci dinamiklere nasıl bir alan açtığını ve Yanardağ’ın bu konudaki değerlendirmelerini yarınki bölümde okuyacaksınız.

Türkiye siyaseti, 17 Aralık’tan bugüne yapılamayan operasyonlar ve ses kayıtlarıyla yürütülüyor. Yapılamayan operasyonlar iktidarın parçalanmasının görüntüleri, sizin de bahsettiğiniz Fetret Devri’nin. Ses kayıtlarının sızdırılmasını nasıl değerlendirmeliyiz. Daha önce wikileaks gibi örnekler üzerinden bu tip “mühendislik” faaliyetlerinin örnekleri çok yaşandı dünyada. Gerçekte siyasetin gizli mekanizmalarını ortaya çıkartan bu sızıntılar nasıl değerlendirilmeli, Türk halkının algısını şekillendiriyor bu enformasyon. Ama belli bir hedef doğrultusunda. Sol buna nasıl yaklaşmalı?
Solun yapması gereken şey şu. Bu bantlarla ortaya çıkan bir takım pislikler var.

Şimdi, suç ortakları birbirini ihbar ettikleri zaman, birbirleri hakkında söyledikleri şeyler genelde doğrudur. Bu tıpkı uzak Batı’da banka soyguncularının ganimeti paylaşmak için aralarında çıkan anlaşmazlık sonucu birbirine düşmesi gibi bir durum. Birbirlerini ihbar ediyorlar. Biz burada bir takım verilere ulaşıyoruz.

Bugüne kadar teorik olarak saptadığımız , birer varsayım olan birçok tespitin ve eleştirinin doğru olduğunu gördük. Çok açık bir şekilde doğru olduğunu gördük. Dolayısıyla bunlar politik mücadelede sakıncasız bir şekilde, tereddüt etmeden birer malzeme olarak kullanılmalıdır. Buraya kadar hiçbir sorun yoktur bana göre.

Ancak bunu şöyle anlamamak gerekiyor, AKP iktidarını sarsan bu bantlar falan değil, Gezi direnişiyle başlayan toplumsal silkiniştir. Onun ardından geldi bu bantlar. Onun ardından geldi AKP iktidarının düşürülmesi. Dolayısıyla ben burada asıl muhalefet odağının toplumsal muhalefet olduğunu, Haziran direnişi olduğunu düşünüyorum.

Yapılması gereken şu sosyalist sol şunu yapmalı. Bu bantlar nedeniyle mücadele görünüşte AKP ve Cemaat arasında geçmektedir, iki parti mücadele ediyor. Bir tarafta iktidar partisi AKP var, bir de Cemaat partisi var. Bunu hızla AKP ve Cemaat Partisi arasındaki kavga olmaktan çıkarıp bunu toplumun, emekçilerin, halkın iktidarla kavgasına, solun iktidarla kavgasına ve mücadelesine dönüştürmek gerekiyor. Burada aynı zamanda CHP içindeki sola da seslenmek gerekiyor, onun içindeki solcu arkadaşlarımıza da seslenmek gerekiyor.

O konuyu değerlendirmemiz mümkün mü? Türkiye’deki iktidar dağılması AKP ve Cemaat arasındaki kavga olarak lanse edildiği sürece, burada siyaset algısında ciddi çarpılmalar oluyor. Mühendislik faaliyeti de aslında tam da burada sonuç alıyor sistemin devamlılığını sağlama konusunda.
Bugün en büyük tehlike bu mücadelenin, yerel seçim mücadelesinin AKP ve Cemaat arasında geçiyor oluşudur. Çünkü toplumda böyle bir beklenti uyandırdılar. Bir kaset çıkacak, bir bant çıkacak ve herşey değişecek, AKP iktidarı yıkılacak. Bu büyük bir tehdit ve insanları buna alıştırdılar, böyle bir beklentiye ittiler. Dolayısıyla toplumun, ya da toplumsal muhalefetin yıkamadığı AKP iktidarını, cemaatin ve bu bantların yıkacağını sanmak gibi büyük bir siyasal yanılsama oluşturdular. En büyük tehlikeyi burada görüyorum, bunu süratle kırmak gerekiyor. Durum bu.

O yüzden CHP solunu da harekete geçirecek bir muhalefet hareketine, eylemliliğine ihtiyaç var bu dönemde. Süratle buradan çıkmak gerekiyor. Böyle bir kaset, bant, görüntü her neyse telefon görüşmesi ortaya çıkmasa bile, AKP iktidarının yıkılabileceğini, hiçbir meşruiyetinin kalmadığını, hatta yıkıldığını, bir Fetret Dönemi’nin yaşandığını, farklı farklı iktidar odaklarının oluştuğunu ve cemaatin yalnızca bu odaklardan birini oluşturduğunu ve cemaatin bu iktidarın parçası olduğunu, Türkiye’nin egemen siyasal güçlerinden biri olduğunu görmek ve bu muhalefeti cemaate karşı da yöneltmek gerekiyor.

Cemaatin CHP üzerinden kendini aklama olasılığı, tehlikesi çok büyük burada. AKP’nin askerle anlaşarak kendilerini tasfiye edeceğini düşündü Cemaat. Burada bir hamle yaptı ve cumhuriyetin diğer kurucu kuvvetlerinden biri olarak gördüğü CHP ile anlaştı. Diğerinden daha önce hareket etti. Bizim burada yapmamız gereken şey, ne AKP’nin ne Cemaat’in kaytarmasına, suçu diğerinin üzerine yıkarak aklanmasına izin vermemektir.

Eğer bunu engellemezsek, rejim kendisini yeniden üretecek, bu fırsatı tanırsak.

Fakat görünen o ki, CHP burada buna izin vermenin ötesinde, destek olacak bir yere konumlanmış durumda...
Evet, AKP ve cemaat arasında gidiyor görünen seçim tablosunda CHP cemaatin çengeline takılmış durumda. Bir tanesi bu. Nedeni de şu, çünkü hem Türkiye’deki egemen sınıflar, İstanbul burjuvazisi AKP’den kurtulmak istiyor ama AKP iktidarı eliyle elde ettiği kazanımları da kaybetmek istemiyor.

Neoliberal politikalara kayıtsız şartsız teslim oldu AKP, gözü kara bir biçimde bu neoliberal politikaların uygulayıcısı oldu. Küresel sermayenin talepleri de bu yöndeydi. Dolayısıyla AKP iktidarının çökmesiyle sert bir savruluşu engellemeye çalışıyorlar. Burada da yapılacak tek şey bu süreçte CHP’yi terbiye ederek bu yumuşak geçişi sağlayacak bir çizgiye kazanmaktı. Maalesef öyle bir yerde konuşlanmış durumda CHP. Bu projeye “evet” demiş, o anlaşılıyor.

CHP’ye yönelik bir operasyonun yapıldığını düşünüyorum. Dolayısıyla Amerika ve Cemaat’le anlaşarak CHP’nin iktidara gelebileceği söylendi. Servetin ve iktidarın uzunca bir süre bu kadar uzağında kalmış bu partiyi de ikna ettiler.

Bu CHP üst yönetimiyle, CHP tabanı arasında bir gerilim ortaya çıkartıyor. Ama öyle görünüyor ki, CHP üst yönetimi bu projeye yani “yumuşak geçiş projesi”ne ikna olmuş konumda. Neoliberal saldırılar sonucunda halkın, emekçilerin ellerinden alınan hakların kalıcılaştırıldığı ama bir takım geri adımların atılmasıyla tepkinin yumuşatılacağı bir yeni dönem tasarlanıyor.

AKP’nin yeni dönem “tasarımları” neler olabilir?
Yerel seçimlerden 30 Mart’ta başarısızlıkla çıktığı taktirde, bir Cumhurbaşkanlığı seçimi değil, yapılacak bir Anayasa değişikliğiyle Meclis’ten, eski sistemle bir Cumhurbaşkanlığı seçimine gidebilirler.

İki, bir takım provokasyon ve katliam girişimleriyle bir olağanüstü hal ilan edebilirler, bunu yaparak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini erteleyebilirler.
Ya da, 30 Mart’tan sonra çok hızlı bir şekilde AKP’de bir parçalanmayla AKP iktidarının düşüşüyle karşılaşabiliriz. Yani sürprizli ve patlamalı bir dönem bu dönem. Sürprizlere açık bir dönem, buna hazır olmak gerektiğini düşünüyorum ben.

Önümüzdeki dönemde sokağın ülke siyasetindeki belirleyiciliğine vurgu yapan Yanardağ, AKP’nin yeni gladyo aranışlarında bu dinamiğin etkisine dikkat çekiyor.

Cemaat yeni gladyoydu, AKP’nin derin operasyonlarını üstlenen. Şimdiki tabloda, Erdoğan hükümeti hukuksuz ve zorba işlerini nasıl yürütecek? Bir 1453 meselesi var, Okmeydanı’nda yaşanan somut örnekler, buna dair biraz konuşsak. Hangi dinamikler, nasıl oluşumları yardıma çağırıyor?
Evet, AKP onu tasfiye edip kendi kontrgerillasını oluşturmaya çalışıyor.

1453’ün eski kontrgerilla subayları ya da yöneticileri tarafından kurulduğu anlaşılıyor. Çünkü çok tuhaf sloganlar atıyorlar. 70’li yıllarda bizim bile tam karşılamadığımız, bize bile yetişmeyen sloganlar, mesela “TİP TİP tipsizler, allahsız komünistler”... Bu 1965’in sloganıdır. İlk kontrgerilla sloganıdır. Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Türkiye’yi salladığı, meclise 15 milletvekili soktuğu dönemde CIA’in burada Komünizmle Mücadele Dernekleri üzerinden örgütlediği gericilerdir bunlar, islamcı gericilerdir. Yani Mehmet Şevket Eygi’lerin dönemine ait sloganlardır. Bu sloganları duymuş olan insanların yaş ortalaması şu anda 65 filan yani bu kadar eski. Belli ki o eski kontrgerillacı bir ekibi, bu Yeniden Milli Mücadeleci diye bilinen ekibi yardıma çağırdı AKP. Taksim’deki Kanlı Pazar saldırısında kullanılan sloganlar bunlar.

Peki bu gerçekten çok zavallı bir durum değil mi?
Düşünebiliyor musun, “TİP TİP tipsizler”... 22 yaşındaki çocuklar Kasımpaşa’dan çıkıyorlar, kahvelerden toplanmış lümpen, serseri, uyuşturucu kullanan “emanetlerle mi gelelim” diye telefonlaşıyorlar. Bunlar geliyorlar “TİP TİP tipsizler”... Anlamamış ilkönce insanlar. Yani tipsizler diye hakaret ediyor diye düşünmüşler.

Tabii ki çok zavallı, yani 28 Şubat’tan sonra yeni Gladio’yu AKP iktidarıyla birlikte polis ve MİT içinde örgütlediler. Daha çok da cemaatin denetiminde gelişti. Çünkü 28 Şubat’ta Ordu’daki özel kuvvetler komutanlığını tasfiye ettiler. Özel Harekat Dairesi’ni tasfiye ettiler büyük ölçüde. 28 Şubat o bakımdan ayrıca tartışılması gereken bir şeydir. Öyle yok, post modern darbe gibi abuk subuk kavramlarla değerlendirilebilecek bir şey değildir. Daha derin bir şeydir. Daha çok polise kaydı o dönemde yeni Gladio. O yüzden AKP şimdi kendi derin devletini inşa etmeye çalışıyor ama çok zavallıca yapıyorlar bunu.

Şimdi Beşiktaş’ta bir 1453 grubu kurdular, sonra Kasımpaşa’da kurdular, Fenerbahçe’de bir 1453... Bunu giderek bir sokak gücü olarak değerlendirmeye çalışıyorlar. Geçenlerde Ertuğrul Günay’ların bir paneline aynı grup gelmiş, 100 kişi sloganlar atmışlar. AKP’den ayrılanları da hedef alıyor. Böyle bir güç organize etmeye çalışıyorlar.

Şöyle bağlayalım, kavganın sokakta tayin edileceği bir dönemdeyiz, sokağa hakim olan, siyasete de hakim olacak önümüzdeki dönemde öyle anlaşılıyor. O bakımdan çatışmalı bir döneme gireceğiz çünkü AKP direniyor.

Merdan Yanardağ, Kürt siyasi hareketinin Erdoğan’dan çözüm beklentilerine “Batıda, kuzeyde, güneyde diktatörlük varken, güneydoğuda özgürlük ve demokrasi olmaz” hatırlatması yapıyor.

AKP’nin Cemaat ile ortaklığının bitmesiyle, başka ittifak arayışlarını gündeme getirdiğini ve fakat bunun için “geç kaldığını” söylediniz. Öte yandan tüm yaşananlara karşın AKP’nin “çözüm” vaadiyle Kürt hareketini kendine bağlamayı sürdürdüğünü görüyoruz. Açılım süreci kesintili ve gel-gitli bir şekilde de olsa sürüyor. “AKP iktidarının yanında kalan tek şeyin Kürt siyasal hareketi” olduğunu ifade ettiniz. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz...
Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan arasındaki ittifak dışında, bugün AKP’nin herhangi bir siyasal desteği, bağlaşığı yok diye düşünüyorum. Bu da vahim bir durumdur. Türkiye’de Kürt siyasal hareketi, AKP iktidarıyla bu sorunu çözebileceğine inanmaya devam etmektedir. Bu büyük bir yanılgıdır.
Türkiye’nin batısında, kuzeyinde, güneyinde dinci-faşizan bir diktatörlük varken, Türkiye’nin güneydoğusunda özgürlük ve demokrasi olmaz. BDP’nin çözüm adına AKP iktidarına vereceği her destek Türkiye’de dinci faşizan rejimin tahkim edilmesine, yarım kalan inşa sürecinin tamamlanmasına katkıda bulunacaktır.

Bu yanılgı devam ediyor ve Gezi direnişi sırasındaki tereddütleri, katılmak konusunda gösterdikleri ikircikli tutum ve hatta Haziran direnişini “Ergenekoncuların eylemi” diye yaftalamaya kalkmaları çok büyük bir siyasal hataydı. Türkiye’nin ilerici güçlerine, devrimci güçlerine destek verecekleri yerde AKP’ye ve gericiliğin yanında konumlanmak gibi büyük bir hata yaptılar, bu hatayı hala devam ettirdiklerini düşünüyorum. Yer yer özeleştiri yapsalar bile.

Cemil Bayık, hata yaptıklarını söyledi. Geç kaldıklarını ve doğru okuyamadıklarını, sonra katıldıklarını söyledi ama Diyarbakır Newroz törenlerine Abdullah Öcalan’ın gönderdiği mesajın hâlâ Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarına bir yatırım içerdiğini görüyorum ben.

Bugüne kadar atılmış bir adım yok. Neye dayanarak beklentinin sürdüğünü düşünüyorsunuz?
Bu sürecin hukuki zemini yok, Abdullah Öcalan kendisiyle yapılan görüşmelerde defalarca söyledi. Ziyaretlerde yaptıkları görüşmelerin bile bir hukuku yok. Abdullah Öcalan “PKK lideri” olarak müebbet hapis cezasına mahkum edilmiş durumda. Onun mektubu Diyarbakır’da meydanda okunuyor. Hangi hukuka göre okunuyor? Bu mektubu götürenler, getirenler, orada okuyanlar, herkes bir suç işliyor aslında. Abdullah Öcalan’ın avukatları ve bazı BDP’li yöneticiler “çözüm yasaları çıkmadı” dediler. Çıkartmadılar bu yasaları. Ama ona rağmen hala AKP iktidarından bir çözüm beklentisi var.

AKP gericiliğiyle bu Kürt sorununu özgür, adil ve barışçıl bir biçimde çözemezler, onurlu bir biçimde çözemezler. Yapılması gereken şey şu, çözümü Türkiye’nin ilerici güçleriyle, devrimci güçleriyle, Türkiye’nin aydınlanmacı güçleriyle bu çözümün yolunu aramak durumundalar.

Ama böyle bir yolu, Kürt siyasi hareketinin bir bütün olarak seçeceğini düşünmemiz mümkün değil, değil mi?
Şöyle, burada bir sınıfsal mücadeleden bahsetmiyorum. Sınıfsal bir yönelim için, evet ayrışma kaçınılmaz ama ulusal sorunun çözümü bile dünyanın hiçbir yerinde gericilikle anlaşılarak gerçekleşmez. Onunla savaşırsınız, bağımsızlığınızı alırsınız ya da başka bir anlaşma yaparsınız. Başka bir şey o. Ama Türkiye’nin burjuva demokratik anlamdaki aydınlanmacı, seküler ve ilerici güçleriyle değil de, cumhuriyetçi güçleriyle değil de, gerici güçleriyle böyle bir tercihte bulunmak sosyalistlerle birlikte olmanın önünde de en büyük engeli oluşturmaktadır.

Neden bu noktaya gelindi sizce?
Türkiye’de dinci-faşizan bir iktidara sadece kendi ulusal çıkarlarını esas alarak, örneğin Türk emekçilerini, devrimcileri, solcuları, sosyalistleri gözetmeden, sanki mahkumuz gibi, büyük bir şeyimiz var, günahımız var ve bu bedeli ödeyeceğiz sanki. Kendi egemen sınıflarıyla birlikte Türk egemen sınıflarına yüklemesi gereken bedeli, bütün Türklere ve Türk emekçilerine ödetmeye kalkıyorlar. Böyle büyük bir yanılgı var, ben artık bu opsiyonun dolduğunu, bu kredinin tükendiğini düşünüyorum. Eğer Türkiye’de bizi hapseden, Gezi’de Berkin’i öldürenlere bir itirazları, bir eleştirileri yoksa -ajitatif bir motiften söz etmiyorum, retorik kurtarmaz burada. Eylemli olarak, eğer yarın bir gün mecliste anayasa değiştirilip yeniden cumhurbaşkanlığının meclis tarafından seçilmesi sırasında BDP’liler oy verecekse, -somut olan budur, o halde bizim bütün eleştirilerimizi güncellememiz gerekiyor. Bu toplumun sağlığı açısından, Kürt halkının çıkarları ve onurlu bir gelecek kurmaları için de bu eleştirileri yeniden güncellememiz gerektiğini düşünüyorum.

Güncellenecek eleştiri nedir?
Yani PKK’nin, Abdullah Öcalan’ın ve BDP’nin gerici-faşizan AKP iktidarıyla kurduğu bu ittifaka bizim bir itirazımızın ve bir eleştirimizin olması gerekiyor. Çünkü bu Türkiye’de gericiliği güçlendirecektir. Türkiye’de bu demokrasiyi ve özgürlüğü geliştirecek bir karaktere sahip değildir. Onlar bunun böyle olabileceğini varsayıyorlar ama bu böyle olmayacaktır. Bunu göreceğiz. Yani Diyarbakır’dan gelen TOMA’lar Ankara’da insanların üzerine o asitli suyu sıkıyorlarsa eğer, burada bizim söyleyecek bir sözümüz var diye düşünüyorum. “Bizim gücümüzü gördünüz mü, bakın Kürt illerinde hiç bir eylem olmadı” dediler, Haziran direnişi sırasında.