'Arap Baharı’nın açan gülleri: Kafa kesenler ve racon kesenler

Birkaç gündür medyada dehşet görüntüler izliyoruz. Suriyeli muhaliflerin genç yaşlı, kadın erkek, ölü diri ayırt etmeden insanları parçaladığı görüntüler bunlar. Medyada ise, ÖSO adlı grubun gerçek kimliği hakkında kesin bir sessizlik hakim.

“Arap baharı” denilen süreç boyunca internete düşen birçok katliam videosu izledik. Bunlar “ay çok fena” ile “tabi bunları yapanları da kınıyoruz” uçları arasındaki bir ölçekte değerlendirildi ve unutuldu. Görüntülerde izlenen katliamlara ve vahşete verilen tepkiler ne kadar farklı olursa olsun, bir şey hiç değişmedi: katliamın sorumlularının “demokratik” talepler adına mücadele ettikleri ve Ortadoğu’ya özgürlük getirmeye çalıştıkları söylendi her seferinde. Kimse “Arap baharı”na toz kondurtmadı yani.

Tekrar hatırlatmaya gerek yok, isteyen (ve midesi kaldıran) arşivleri karıştırıp yeniden izleyebilir söz konusu görüntüleri. Zaten bunlar arasında bir tanesi var ki, tüm diğerlerini önemsizleştirecek ölçüde çarpıcı ve insanlık dışı. Birkaç gün önce internete düşen ve genç bir Suriyelinin muhalifler tarafından kafasının kesildiği videodan söz ediyoruz.

Akşam vakti, bir sokak ortasında gözleri ve elleri bağlı genç bir erkek etrafında bir grup silahlı haydut biri “vurup bırakalım” diyor, diğeri ise “hayır, yatırın yere” diye talimat veriyor itiş kakış yere yatırılıyor genç erkek öyle sırtüstü ya da yüzüstü değil, sol omzunun üzerine hem de daha önce kurban bayramlarında bulunmuş olanlar bilecektir, kurban edilecek hayvan da bu pozisyona getirilir eline bıçağı alan biri yerdeki gencin boynunu başını geriye çekmek suretiyle gerdiriyor bıçak daha kolay ve daha derin kessin diye ilk darbeyle ortalık kan gölüne dönüyor zaten eli bıçaklı kişi gencin kanının akışı dinene ve gırtlağından gelen hırıltılar azalana kadar kanını akıtıyor bu da kurban bayramlarından tanıdık bir manzara, canının çıkmasını bekleyeceksiniz devam etmek için sonra devam ediyor kesmeye deri, soluk borusu, kıkırdak dokular, damarlar ve omurlar kesilip koparılıyor. Kelle kesiliyor. Allahuekber nidalarıyla ve kan esrikliği içinde.

Kaç kişi sonuna kadar izleyebilmiştir bilinmez, ama özellikle kaç gazeteci izleyebilmiştir diye sormak gerekiyor. Malum sıradan vatandaşın “ben bakamıyorum” deme hakkı var. Ama olaylar ve yaşananlar hakkında doğru bilgiye ulaşmakla, kamuoyunu bilgilendirip gerçekleri açıklamakla sorumlu olan gazetecilerin böyle bir şansı var mıdır?

Mesela Aslı Aydıntaşbaş izleyebilmiş midir bu videoyu? Sabah akşam Suriyeli muhaliflerin “dramı”nı yazan, herkesi “vicdan” muhasebesine çağıran Aydıntaşbaş, hiç sorumluluk hissediyor mudur kellesi kesilen genç için?

Ya da Melih Altınok, “benim vergilerim helal olsun Suriyeli muhaliflere” derken, kimlerden söz ettiğini açıklıyor mu? Hatay’da beslenen silahlı çetelerin hükümetten aldıkları cesaretle Suriye topraklarında insan avına çıktıklarını nasıl göz ardı edebiliyor?

Ya diğerleri? İsrail’e “öldürmeyeceksin” diye efelenen başbakanın Suriyeli muhaliflere verdiği desteği “işte büyük devlet olmanın sorumluluğu” diyerek allayıp pullayanlar? “Esed zulmü” cümlesini ağızlarına sakız edip sivil posta memurlarının bina tepelerinden aşağı atılmalarına dair tek söz söylemeyenler? Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin para ve silah akıttığı, ABD, İngiltere ve Fransa istihbarat ajanlarının Suriye topraklarında elde silah savaştığı bilinirken, İran ve Rusya’yı Esad’a destek verdikleri için eleştirenler hiç mi tutarsızlık hissetmiyorlar? Bunlar saymakla bitmez, görmek isteyene bu kadarı bile yeterli zaten.

Velhasıl bir tarafta kelle kesenler var, diğer tarafta racon kesenler. Asker sivil, kadın erkek, genç yaşlı, suçlu suçsuz, ölü diri ayırt etmeden insan öldüren muhalifler var bir de muhaliflerin özgürlük ve demokrasi istediğini söyleyenler var. “Alevilerin gırtlağını keseceğiz” diyen selefiler var bir de Esad rejiminin diktatörlük olduğunu söyleyenler var. Açık açık şeriat istediklerini söyleyen Arap “devrimciler” var bir de BAAS’çılıktan, jakobenizmden ve laikçilikten söz edenler var.

Meselemiz “kim kimden daha iyi” sorusuna cevap bulmak değil. Bu sorunun doğru bir cevabı da yok, çünkü yanlış olan bizzat sorunun kendisi. Mübarek ya da Kaddafi’yi eleştirmek için “Arap baharı” trenine atlamanız gerekmediği gibi, şeriatçı “devrimciler” hakkındaki eleştirilerinizi ifade ettiğinizde de Esad'çı ya da BAAS’çı olmuyorsunuz. Bu zavallı mantık silsilesi, “Arap baharı” konusundaki itirazların ortaya dökülmesini önlemek için icat edilmiş bir “manevi” tecavüz biçimi aslında.

Malum artık ABD’nin devrimci, AKP’nin özgürlükçü, şeriatçıların demokrat oldukları bir dünyada yaşıyoruz ve insanları susturmanın daha “ince” yolları devreye sokulmuş durumda. Medya işte bu “ince” yolların en çok işlev görenlerinden bir tanesi. Zaten fazlaca olmayan akıllarını ABD’nin maaş çekleriyle tamamen kaybeden birçok isim, medyada tuttukları köşelerden her gün ve utanmazca devam ediyorlar bu tecavüze. Ya da şöyle diyelim isterseniz birileri oralarda kafa keserken, bunlar buralarda racon kesiyorlar hala.

Racon kesmenin kafa kesmekten daha kolay olduğu tahmin edilebilir. Fakat daha az sorumluluk içerdiğini söylemek o kadar kolay değil. Dolayısıyla iki lafın birinde Suriyeli muhaliflere destek açıklayan, şeriatçıların “demokrasi ve özgürlük mücadelesi”ni selamlayan, gericilerle kol kola girip insanlık dersi vermeye kalkan, cinayetlere ve vahşete göz yumup eleştirenleri BAAS’çılıkla suçlayan sürü halindeki medya dünyası, o videodaki kanın lekesini taşımaya mahkumdur.

Onlar istedikleri kadar “midem kaldırmıyor” deyip kapatsınlar gözlerini. Asıl mide bulandırıcı olan, o videoyu suskunlukla geçiştirenlerin durumudur.

Can Soyer (soL)