“Arap baharı” İslamcılara nasıl göründü?

Aylardır Arap ülkelerinde süren başkaldırı ülkemizde de yakından takip ediliyor. AKP’nin model olduğunu iddia edenlerin yanı sıra bu başkaldırının dünyaya model olacağını savunanların da aralarında yer aldığı İslamcılar yaşananları nasıl değerlendirdi?

Arap coğrafyasında aylardır yaşananlar, tüm dünyanın gündemine oturdu. Tunuslu bir gencin kendisini yakması ile başlayan olaylar aylardır bir çok ülkeye yayılırken AB ve ABD de bölgede yaşananlara çeşitli yollardan müdahale etti. Ülkemizde de çok tartışılan ve yakından takip edilen sürece dair her kesimde bir çok değerlendirme yapıldı. Arap coğrafyasındaki bir çok hareket ile tarihsel olarak bağları olan İslamcıların bu konudaki değerlendirmeleri ise diğerlerinden çok farklı değil.

“AKP örnek oldu”
Bu konuda en çok AKP’nin bölgeye rol model olduğu iddiası öne çıkartılıyor. Zaman gazetesi başta olmak üzere bir çok yayın organı bu iddiayı temel alan bir eksen ile gelişmeleri değerlendirirken, İslamcı yazarlar da bu etkiye dikkat çekmeyi ihmal etmedi.

Zaman’dan Kerim Balcı’nın şu değerlendirmesi, AKP’nin bölgedeki değişimlere model olduğu yönündeki iddianın temel tezlerini gösteriyor:

Geçmişte kendilerini Milli Görüş çizgisinin partilerine yakın hissetmiş Mısır'ın İhvan-ı Müslimin ve Tunus'un En-Nahda Hareketi şimdi AK Parti'ye bakıyor ve onun "gömleğini çıkartma" cesaretinin getirilerini gözlemliyor. Bugün İhvan ve En-Nahda'nın kendilerinden beklenmeyecek ölçüde mutedil, yapıcı, olumlu ve çözüm odaklı tavırlarını AK Parti örneği olmaksızın açıklamak mümkün değil. Bu örneği sadece onlar okuyor değiller Türkiye'nin diplomatları da onlara dönüp bu örneği çalışmalarını tavsiye ediyor.

Bu konuda, İslamcı kesimin dış haberlere ağırlıklı olarak yer veren internet haber sitesi Time Türk’te de bir çok değerlendirme yazısı yer aldı. Özellikle çeviri makaleler ile AKP’nin rolünü kanıtlanmaya çalışıldı. Sitede yayımlanan, Foreign Policy in Focus yazarı Richard Cevat Haydari imzalı şu değerlendirme, bu konudaki temel söylemi yansıtıyor:

2003’te AKP, Irak’ı işgal için Türkiye’nin topraklarının kullanımına dair Washington’un isteğini geri çevirdi. Ardından gelen yıllarda, Türkiye, İsrail-Arap barışı ve İran’ın nükleer programı gibi sıkıntılı konularda daha bağımsız bir yol benimsedi. Bu cüretkâr duruşlar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı Arap caddesindeki en popüler kişi, Türkiye’deki en güçlü siyasi lider ve dünyanın etkili isimlerinden biri haline getirdi.

Yaşananları belli aktörler üzerinden AKP’ye bağlamaya çalışan İslamcı kesimin, bu aktörler dışında kalan ve kapsanamayan geniş kalabalıklar konusunda çok fazla şey söylememesi de dikkat çekiyor. Adı da AKP’ye benzeyen ve AKP gibi ılımlı partilerin Arap coğrafyasında kuruluyor olmasından yola çıkarak paralellik kuran bir çok yazıda, yaşananların bu aktörlerle sınırlı görülüp görülmediği konusunda da net bir değerlendirme yer almıyor.

En tartışmalı başlık: Emperyalizm
“Arap Baharı” olarak anılan sürece dair en tartışmalı başlıklardan biri de emperyalizmin gelişmelere karşı nasıl tavır takındığı ve olaylara ne yönde müdahele ettiği. Ayaklanmaların başladığı günlerde kitlelere soğuk yaklaşan ABD’nin devam eden günlerde bu tutumunu değiştirdiği bilinmesine rağmen, bu konuda oldukça tartışmalı değerlendirmeler yapılıyor.

Türkiye gazetesi yazarı Yılmaz Öztuna, G-8 toplantısından sonra şu değerlendirmeyi yaptı:

Kaddafi’nin bertaraf edilmesi üzerinde anlaşıldı. Yemen başkanı Ali Abdullah Salih’in 33 yıllık diktatörlüğünün devamının engelleneceği belirtildi. Avrupa Birliği ile Amerika, Suriye’de Beşar Esad’ın yönetimine son verilmesi üzerinde anlaştı. Rusya daha yumuşak davranılmasını istedi. Zira sert ekonomik yaptırımlar birçok ülkeyi de olumsuz etkileyebiliyor. (...) Demokrasi dünyasının, Arap ve Müslüman ülkelerinin liberalleşmesine destek verecekleri kesinleşti. “Arap İhtilâli” yerine nezaketle “Arap Baharı” dedikleri halkın diktatörlere ve totaliter rejimlere, büyük yolsuzluklara karşı ayaklanmasının kesilmemesini istiyorlar. Zira bu yönetimler, terör örgütlerini besliyor. Amerika’nın Orta Doğu’da bulunmasının üç sebebinden biri de bu coğrafya kökenli milletlerarası teröre son vermek. (...) G-8, İran dahil, demokrasiye geçmek isteyen coğrafyanın bütün ülkelerine 20 milyar dolarla yardım yapılabileceği üzerinde anlaştı.

Bu konuda en abartılı değerlendirmelerden birini Yenişafak yazarı İbrahim Karagül yapıyor. Yaşananların ABD’yi bile değiştirebileceğini öne süren Karagül gelişmelerin tüm dünyayı etkileyeceğini belirttikten sonra şu satırları kaleme aldı:

Tunus'da, Mısır'da, Libya'da, Suriye'de veya Yemen'de yaşanan, yüzyıla damgasını vuracak değişikliklere zemin hazırlayacağı söylenen "Arap Baharı" benzeri isyan dalgasının İspanya'da, Yunanistan'da, Portekiz'de veya başka Avrupa ülkelerinde yaşanabileceğini söylesek kim inanır! (...)
ABD'ye bakın!
Kredi notları düşürüldü, artık güven veren bir ekonomi piyasası yok. Para da vizyon da ülkeden kaçıyor. Doların kredisi çoktan çöktü. 14 trilyon dolarlık borcun günlük faizi 4 milyar dolar. Sınır çoktan aşıldı ve çark döndürülemez hale geldi. Savunma harcamalarının kesilmesinden emeklilerin maaşlarına kadar her şeyde kesinti başladı, başlayacak.
Bunun nasıl bir toplumsal huzursuzluk oluşturacağını anlayabiliyor muyuz? Kapitalizmin başkentini ayakta tutan sütunlar devriliyor. Bu halde geriye tek şey kalıyor: Askeri seçenek. Küresel kaynakların zorbalıkla ele geçirilmesi. İşte bu tam bir intihar olacaktır. Çöküşü hızlandıracaktır. Tarih, gücüne erişilemez sanılan, tanrılaşan imparatorlukların mezarlarıyla dolu.

Ancak bölgeye dair bir diğer tartışmalı aktör olan İran’ın da değerlendirmelere girmesiyle birlikte tablo daha da karışıyor. Türkiye gazetesi yazarı Öztuna, bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor:

Şimdi Şam’daki Baas iktidarı İsrail’in Filistinliler’i -mutadı üslûpta- kesip biçmeye başladığını ilân ederek, Arap Baharı’nın yönünü değiştirmek istiyor. “Ben iktidardan düşersem seni İsrail’e karşı kim savunacak?” gibi bir kışkırtmanın peşinde. Aynı zamanda stratejik müttefiki Tahran’a işaret çakıyor. “Yahudiler, Suriye’deki işbirlikçileri ve yabancı (herhalde ABD!) ajanların desteklediği çetelerle üzerime geliyorlar, imdadıma koş!” kabilinden bir propaganda ile krize yön değiştirmek peşinde. Nitekim 2 İran denizaltısı Akdeniz’e girdi. (...) Washington sükûnetle izliyor. Radikal bir karar almakta acele etmiyor. Zira bu takdirde İran, Doğu Akdeniz’deki hâkimiyete yakın nüfuzunun sona ereceği endişesiyle feryadı basacak, dünyayı velveleye vermek için elinden geleni yapacaktır.

Yeni tartışma ekseni
Yaşananlara nasıl bakılması gerektiği konusunda en ilginç değerlendirmelerden birini ise İbrahim Karagül dünkü yazısında sergiledi. İşgal tartışmalarına olumlu yaklaşan Karagül şunları yazdı:

Bu coğrafyaya ölüm yağdıranlara diz çöküp yalvartmamalı. Karşı olduklarımıza, kötü olana her zaman karşı durmalıyız. Irak'ta kötü olanlar Suriye'de iyi olamaz, bu yanılgı bizi çok daha büyük ızdıraplara sürükleyecek. (...)
Bir yere olan düşmanlığımız, kontrolden çıkıp bütün yönlere yayılmamalı. Rejimlere duyduğumuz öfke kendimizden görmediğimiz insanlara yönelmemeli. İşgale duyduğumuz öfke, rejimlere sempatiye dönüşmemeli.

(soL - Haber Merkezi)