Cannes'da 62'nci son!

Üzerine ekonomik krizin gölgesi düşse ve mecaza pek meraklı necip ve muzip basınımızın deyişiyle "Cannes 'kan' ağladı" ise de popülaritesinden bir şey yitirmeyen Cannes Film Festivali'nin 62'ncisi sona erdi.

soL (HABER MERKEZİ) Bu yıl 13-24 Mayıs tarihleri arasında yapılan ve 7. sanatı eğlenceden, film festivallerini ise turizm aktivitesinden ibaret gören gelenekselleşmiş kitlesini sinemaseverlerden daha fazla cezbeden Cannes Film Festivali'nin 62.si geçtiğimiz gün düzenlenen ödül töreniyle sona erdi. Altın Palmiye ödülünü, "Le Ruban Blanc" (Beyaz Kurdele) isimli filmiyle Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'nin kazandığı festivalde, Fransız yönetmen Jacques Audiard da "Un Proph&egravete" (Bir Peygamber) isimli filmiyle büyük ödüle layık görüldü. En iyi yönetmen ödülünü ise "Kinatay" isimli filmiyle Filipinli Brillante Mendoza aldı.

Bu yılki jüri başkanlığını Fransız oyuncu Isabella Huppert'in üstlendiği festivalde, Fransız oyuncu Charlotte Gainsbourg, Lars von Trier'in Friedrich Nietsche'nin aynı adlı eserinden sinemaya uyarladığı fakat festival sırasındaki gösteriminde seyirciler tarafından yuhalanan "Antichrist" (Deccal) filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülünü, Avusturyalı Christoph Waltz da Quentin Tarantino'nun, "Inglourious Basterds" (Şerefsiz Piçler) isimli filmindeki performansıyla en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı.

Cannes "turist" gelmeyince "yoksul", sinema kimin umurunda...
Hüküm süren ekonomik kriz, bu yılki Cannes Film Festivali'ne ilgiyi geçmiş yıllara oranla azalttı. Krizin sadece, biraz festival filmlerini izlemek çokça da "kırmızı kadife halılık" ünlüleri görebilme ve sinemanın esamesinin okunmadığı çeşitli partilere ve eğlencelere katılma niyetiyle Fransa'nın bu güzel kentine akan "turist" sayısına darbe vurduğu, geçen yıla oranla sponsor sayısında ve festival bütçesinde ise azalma olmadığı gözlendi.

Film yapımcıları, dağıtım şirketleri temsilcileri ve "sinema izleyicisi-turistler"in, kriz yüzünden Cannes'da daha az kaldığı ve daha az harcama yaptığı kaydedildi. Daha önceki yıllarda Cannes kentinde ve civar kasabalardaki otellerin tamamen dolduğunu vurgulayan turizm işletmecileri, her yılın Mayıs ayında Cannes kentine 200 bin civarında "fazladan" turist çeken festival süresince kentteki otellerde boş oda bulunmasını ve kentteki lokanta ve kafeteryaların geçen yıllara oranla daha sakin olmasını ekonomik krizin etkisini gösteren en açık kanıt olarak yorumladılar.

Yapımcı şirketlerin ve ülkelerin kendi sinemalarını tanıtmak için düzenledikleri söylense de, "festivalin sosyal etkinlikleri" kapsamında Cannes kentinde yapılan partilerin sayısı neredeyse yarı yarıya düştü. Davet veren kişi ve kurumların, önceki yıllara oranla daha mütevazi ve ölçülü harcama yaptığı görüldü.

Güneşli bir "pazar" havası ki...

Festivalde kurulan film pazarında, dünyanın dört bir yanından çok sayıda film görücüye çıktı. Filmlerin daha iyi tanıtılıp pazarlanması için bu yıl festival alanında 14 bin metre kare yer ayrıldı. Pazara sunulan filmlerin oluşturduğu cironun bir milyar Euro'yu geçtiği tahmin ediliyor.

12 gün süren festival sırasında, 32 sinema salonunda sinema endüstrisi alıcıları için 1004 film gösterilmesi, pazarlanmak için getirilen Cannes'a getirilen filmlerin sayısının ise beş binin üzerinde oluşu pazarın büyüklüğüne işaret etti. Yaklaşık dört bin gazetecinin kayıt yaptırdığı bildirilen festivale, dünyanın dört bir yanından gelen sinema sanayisi temsilcileri ile "sinema izleyicisi-turistler"in sayısının 40 bini geçtiği belirtildi.

Altın Palmiye için yarışan yönetmen Pedro Almodovar'ın ve filminde rol alan Penelope Cruz'un, yazılı basın için 1000, televizyonlar için ise 1500 dolarlık "özel söyleşi" tarifeleri, festivaldeki ticari kaygıların nereye kadar uzandığını gösteren yeni uygulanmaya başlayan örneklerinden biri olarak çok konuşuldu.

Festivale de Obama damgası: "Disney emperyalizmi" Obama ile değişti mi?
ABD'li Pete Docter ve Bob Peterson'un birlikte senaryosunu yazıp yönettikleri üç boyutlu (3D) çizgi animasyon filmi "Up"ın (Yukarı) senaryosunun, Obama ile birlikte "Disney emperyalizmi"nin de adeta tavır, renk veya kabuk değiştirme sürecine girdiğine işaret ettiği yönünde şakalaşmalara neden oldu. Pixar stüdyolarının Disney bünyesine katılmasının, Mickey Mouse dünyasına "yaratıcı bir dinamizm" kadar, "çevrecilik", "kardeşlik", "dayanışma" gibi bir takım evrensel değerlere sahip çıkmayı da beraberinde getirdiği, festivalin çizgisinin de açılış filmi olarak seçilen "Up" ile "yukarı" yükseldiği yorumu yapıldı.

Türkiye Cannes'ın neresinde?
Geçtiğimiz yıl "en iyi yönetmen" ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan'ın bu yıl da festivalin yarışma bölümünde jüri üyesi olmasıyla, son yıllarda da yerli sinema endüstrisinin
pazarlama atağına kalkışmasıyla Türkiyeli izleyicinin daha bir çekidüzen verilmiş "sanatsal" ilgisine mazhar olan Cannes Film Festivali'ne basının ilgisi de fazla oldu.

Sinema eleştirmenlerinin, bu yıl yarışan 20 yönetmenin yarısından fazlasının, 21. yüzyıl dünya sinemasının, Almodovar, Audiard, Bellocchio, Campion, Haneke, Lee, Loach, Mendoza, Park, Resnais, Suleiman, Tarantino, To ve Von Trier gibi "iddialı" isimleri olduğunu vurgulayarak festivalin çıtasının bir hayli "yukarda" olduğunu belirtmeleri üzerine ve Nuri Bilge Ceylan'ın "yukarılar" sınıflamasına jüri üyeliği ile dahil olması vesilesiyle, Türkiye de kendine paye çıkardı.

Türkiyeli yönetmen ve oyuncuların "kırmızı kadife halı"nın cazibesinden bu yıl neden mahrum kaldığını fazlasıyla dert edinen basının aklı, ancak "Altın Palmiye" için yarışanların
yürüyebildiği halıda takılı kaldı.

ABD standının yanında...
Bu yıl "Altın Palmiye" için yarışan Türk filmi bulunmamasına rağmen, yabancı yapımcıların ve dağıtım şirketlerinin Türk sinemasına ilgisinin yüksek olduğu geçmiş yıllara oranla daha çok ziyaretçinin gezdiği, Türkiye'nin standının geçmiş yıllara oranla daha çok ziyaretçi topladığı belirtildi. Kültür Bakanlığı ve Başbakanlık Tanıtma Fonu'nun desteğiyle açılan standın yer aldığı çadırın, "daha önceki yıllara oranla iki misli büyüklükte" ve "yer olarak daha iyi bir konumda" olduğu, o "iyi konum"un da "ABD'nin standının hemen yanı ve festival sarayının tam karşısı" olduğu büyük bir sevinçle duyuruldu.

Bulgar yönetmen Kamen Kalev'in çektiği ve festivalde yarışma dışı gösterilen "Eastren Plays" isimli filmin oyuncuları arasında Türkiye'den Hatice Aslan, Saadet Işıl Atasoy ve Kerem Atabeyoğlu'nun yer alması, "oyuncularımızın Bulgaristan pavyonunda kendileri için verilen özel bir resepsiyona ve yine Bulgarların Cannes açıklarında düzenlediği tekne gezisine katılmaları", Cannes plajındaki Majestic Barriere Palace'ta "dünya starları ve seçkin davetlilerden oluşan yaklaşık 400 kişiye, zengin Türk yemeklerinden örneklerin sunulduğu" "Türk Gecesi" adlı bir davet verilmesi, bir sonraki gün de Can Dündar'ın çektiği "Mustafa" filmi için özel bir seans düzenlenmesi gibi, Türkiyeli sinemaseverlerin pek de umursamayacağı PR faaliyetleri, yerli basının festivale ilişkin verdiği haberler arasında ağırlıklı yer tuttu.

Cannes... Satılmış? Siyasi? Entelektüel?
"İkiyüzlülük, satılmışlık, yanlılık veya seçkincilik" gibi suçlamaların muhatabı olan Cannes Film Festivali'nin politikasına, geçtiğimiz yıl jüri başkanı seçilen Sean Penn'in "anti-Bush söylemi"ne karşın büyük bir yenilik veya "siyasilik" içerilemedi veya Orhan Pamuk'un katılımıyla "entelektüellik"... "Sinemanın çok yönlülüğünü, bu sektörün serbest pazar ekonomisinin bir parçası olduğu kadar, sisteme, yerleşik değerlere başkaldıran bir sanat aracı olduğu"nu unutmayan Cannes, bu "çelişki"den istifade, dünyanın en büyük 7. sanat buluşması olma özelliği ve özgünlüğünü sürdürmeye devam etti. Festival kurulduğundan bugüne, jüriyi ve festivalde gösterilecek filmleri, toplumsal ve siyasi hassasiyetleri konjonktüre göre "gözeten" bir seçim ve ödüllendirme politikası güttü.

1982'de Yılmaz Güney ve Şerif Gören'in "Yol"u ile Costa Gavras'ın "Kayıp"ı, 2004'te ABD'li Michael Moore'un "Fahrenheit 9/11"i ve 2006'da da Ken Loach'un "Özgürlük Rüzgarları" festival tarafından ödüllendirilen "siyasi" filmler arasında ilk akla gelenler...

Cannes'ın "büyüklüğü" nerede?
İki yüz yıl önce haritada yeri bile olmayan bir Akdeniz köyü olan Cannes'ın 70 yılda dünya çapında bir çekim merkezine dönüşmesi her zaman ilgi çekti. Bugün 70 bine yaklaşan nüfusuyla "dev bir köy" olan Cannes, 2. Dünya savaşına kadar sakin bir balıkçı kasabası olma özelliğini sürdürür. İtalyan faşizminin lideri Mussolini'nin sinemayı, bir propaganda aracına dönüştürmek amacıyla 1932 yılında faaliyete geçirdiği Venedik Mostrası'na karşı Fransız aydın çevreleri de Cannes Film Festivali'ni düzenlerler. Cannes Film Festivali'nin açılış günü, Venedik Festivali'nin başlangıç günü olan 1 Eylül 1939'a planlanır. Aynı gün Nazi Almanya'sı Polonya'yı işgal eder. İptal edilen açılış şenliğinin yeniden gündeme gelmesi için 1946 beklemek gerekecektir.

Cannes Film Festivali'nin, parasızlık nedeniyle düzenlenemediği 1948 ile 1950 ve siyasi çalkantılar nedeniyle de yarıda kalan 1968 yılları hariç, 62 yıldır sürekli artan bir ilgiye rağmen, yola çıkılırken belirlenmiş "siyasi" misyonunu yerine getirip getirmediği tartışma konusu... 7. sanata yön veren akımlar burada kürsüye çıksa da, Cannes, medyanın, paparazzilerin ve "star"ların, köklü bir sanayi ve ticaret yapısınının yerleşikliğinin üreyip yerleşiklik kazandığı bir yer oldu...

Cannes, artık yalnızca senenin 10 gününde 150 bin sinema ve medya meraklısının, turistin geçip, kente 120 milyon Euro bıraktığı canlı bir "sinema müzesi" de değil... Kent, Fransa'nın Paris'ten sonra ikinci büyük kongre ve iş merkezi haline geldi. Festival Komitesi Başkanı Gilles Jacob'un şu sözleri Cannes Film Festivali'nin "büyüklüğü"nü gözler önüne seriyor:

"91 ülkeden, yaklaşık 1000 gazete, 300 televizyon, 200 ajans, 150 radyoyu temsilen gelen 4500'e yakın gazeteci, sinema yazarı, eleştirmen, 1200 sinema yönetmeni, 10 bin civarında yapımcı, dağıtımcı, alıcı, satıcı, görücü ve gerisi, yani sinefil ("sinemanyaklar") olmak üzere festival süresince yaklaşık 40 bin kişiyi akredite ediyoruz. Yarısı Kültür Bakanlığı, Cannes Belediyesi, yerel yönetimler, özel fonlar, kurumsal muhataplar ve sponsorlardan gelen 20 milyon Euro'luk bir bütçemiz var. 10 günde 14 bin metrekare alana yayılmış 30 kadar salonda 1400 gösteri düzenliyoruz. Evet, bir cins Hollywood oldu ama, en sıradan sinema seyircisi de, kendine yapacağı ilk filmi için para arayan genç yeteneğe de, kapılar, olanaklar açacak, dengeli bir yapıyı savunuyor, zihniyeti yaşatıyoruz..."