Afiyet olsun (Ramazan Bereketi)

Oruç ayında televizyon kanallarını ve gazeteleri "ramazan bereketi" kaplamış durumda. "Nefsin terbiye edildiği" günün sonunda iştahla koşuşturulan sofralar ramazana damga vuruyor. Oruç, kapitalist piyasanın son kurbanı...

"Ramazanınız afiyetle geçsin diye % 100 dana etinden en nefis lezzetleri sizler için hazırladık"

Zaman gazetesinin arka sayfasında sayfanın dörtte üçünü kaplayan bir reklamın yazı başlığı büyüklüğünde harflerle yazan sloganı bu. Reklamın tamamı koca bir sucuk kangal ve dilimlenmiş pastırmadan oluşuyor. "% 100 DANA" damgası da boynuzlu bir öküz kellesi ile tamamlanmış halde sol köşeye yerleşmiş.

Vardır bir hikmeti
Bir haftadır görsel medyada "Ramazan lezzetleri"ni okudukça şaşırıyor ve "herhalde biz bu konulara fazla uzak olduğumuz için anlamıyoruz, vardır bir keramet" diye düşünüyorduk. Ramazan ve oruç, nefsin terbiye edilmesini anlatıyor olmalıydı, "ramazan lezzeti" başlıbaşına bir gariplikti ama olsun! Belki bizim anlamadığımız bilmediğimiz bir şeyler vardı. Belki gün boyunca oruç tutarak nefsini terbiye edenlerin iftar ile birlikte türlü nefaset ve lezzete kavuşmasında felsefi bir anlam da vardı.

Aksi halde durum vahimdi.

Kanal 7, ATV, Kanal D ve başka pek çok televizyon kanalı yukarda aktardığımız reklamın benzerlerini yoğun şekilde yayınlıyordu... Herhalde bir hikmeti vardı.

Tadını çıkartın
"Ramazan yılda bir kere gelir, World'le tadını çıkartın"

Bol davullu, beyaz bıyıklı dedeli, pamuk nineli, dumanı üstünde ramazan pideli bir kredi kartı reklamının sloganı buydu.

"Duyduk, duymadık demeyin, sofranızı donatmak için Tansaş'a gelin"

Yine ramazan davulları eşliğinde türlü nefasetin kamera önünden geçtiği bir başka reklam bunu haykırıyordu.

Reklam sloganlarıyla kalsa iş yine iyi.

"Ramazan'a özel Güveç'te SEK"

Koç'un yoğurtçusu, ramazana özel ürün çıkartmışsa, herhalde birilerine danışmıştır diyorduk.

"Olsa da yesek" diye de bağlanıyordu reklam.

"Türkiye için iftar vakti, Sütaş için iftihar vakti" oluyorsa, herhalde Sütaş çalışanlarının gün boyunca oruç tutarak nefis tutmada bir "iftihar" hali tutturmaları ile ilgili değildi bu. Sütaş, ramazanda iftiharla sunuyordu. Yoğurdu, sütü, ayranı... Yeme de yanında yat.

Üstelik bakarsanız "iftar vakti çorba vakti, çorba vakti Knorr vakti"ydi zaten.

"Tel kadayıf, dondurma ile buluşmak" için ramazanı beklediğine göre muhakkak bizim hikmetine vasıl olamadığımız bir durum sözkonusuydu.

Yeme ayı deği, yememe ayı
Neyse ki dini bütün din adamlarımız imdadımıza yetişti.

Doğankent Müftüsü Recep Şahan'ın, "ramazanı festival ayına çevirenleri" kınayışı bizim aklımıza yatıyordu ve "anlamadığımız bir şey olmalı" düşüncesinden de müftü Şahan gibi kişiler sayesinde sıyrıldık. Şahan çok net konuşuyor: "Halbuki Ramazan yeme ayı değil, yememe ayıdır."

Gerçekten de bakıldığında islam metinlerinde ramazan ayı boyunca tutulan günlük oruçlardan değil, ramazan ayının kendisinin bir azla yetinme, nefsini terbiye etme ayı olduğundan söz ediliyor.

Yani islama göre inananlar ramazan ayını genel bir azla yetinme ve şükredip, ibadet etme dönemi olarak yaşamalılar. Tüm medyayı kaplamış olan ramazan reklamlarında bir gariplik var ve bu konuya eğilmek gerekiyor.

Hep siz mi yapacaksınız?
soL olarak itiraf etmemiz gereken bir şeyi de bu arada saklamadan söyleyelim. Aksiyon, Zaman gibi Fethullahçı yayınlarda ve Sabah, Bugün, Star gibi iktidar yanlısı muhafazakar basında her gün "sol dediğin şöyle olur", "solculuk bu değildir", "şu yapılmadan solcu olunmaz" gibi yazılar okuyup duruyoruz ve "müslümanlar ramazanı nasıl eda etmeli", "bu oruç oruç değildir", "gün boyu oruç tutup aç kaldıktan sonra iftarda mükellef sofralarda tıka basa yemek iyi bir müslümanın yapacağı şey değildir" gibi cümlelerle ahkam kesmek imkanı, bizde bir tür intikam duygusu yarattı.

Bir süredir solculara solculuk öğretmeye kalkmış gericilerimize küçük bir ramazan yazısıyla da olsa benzerine katlanma şansı tanıyalım dedik ve bu haberi hazırladık.

İftarda buluşuruz
Ramazan'ın bir oruç ayı gibi değil de bir "özel" tüketim mevsimi olarak yaşanmasının tek örneği reklamlar ve iftara hitaben paketlenmiş gıda ürünleri değil.

İftar denildiğinde bir süredir herkesin aklına iftar çadırları ve AKP'nin seçim yatırımları geliyor. Öte yandan, bir de beş yıldızlı otellerde, lüks restoranlarda yenilen iftar yemekleri var.

Sadece bunlar da değil, daha düşük bütçeli vatandaş için de "iftar yemeği" oruç açmanın ötesinde bir gastronomik anlam kazanmış durumda.

Görüştüğümüz bir lokanta sahibi, özellikle 30 yaş altı bekar eğitimli bir kesimden "iyi müşterileri" olduğunu söylüyor. Bu kesimin iftar yemeklerine "ayrı bir damak zevki" olarak yaklaştığı da yaptığı gözlemler arasında.

Gerçekten de belirli bir kesim için, ramazan gün boyunca süren açlığın sonunda ulaşılan bir büyük haz, bir yayından boşalma hali. İftar yemeğinin bu şekilde bir gastronomik keyif haline getirilmiş olmasının "oruçun" anlamıyla ne kadar uyumlu olduğu da elbette tartışmalı.

Denemeye değer
Ramazan ve oruçtaki bu dönüşümün "genel müslüman"ın hali olduğu ve özellikle siyasal islamın daha muhkim kalelerinde tablonun bu olmadığı düşünülebilir.

Gerçekten de islamcı basın olarak bilinen yayınlara bakıldığında bir vurgu farkı kolaylıkla gözleniyor. Milli Gazete'de "ramazan reklamı" hiç yer almazken, Zaman gazetesi "günün yemeği", "bereket dolu", "bir kere tadına varınca" gibi başlıkları olan gıda reklamlarına geniş yer veriyor.

Dünyevi hazla manevi hazzın birleştiği bir başka reklam ise Yeni Şafak gazetesinin sayfalarını süslüyor:

"İftarı, güneşin suda kayboluşunu izleyerek beklemek, iftardan sonra havuza girmek, ışıl ışıl kumsalda yürüyüş yapmak, çınarların altında sahura kadar sohbet etmek...

Denemeye değer!

Yalova Asude Tatil köyü"