'Yalnız bir kadının denge arayışları'

Tülin Tankut'la Yazılama Yayınevi'nden çıkan "Yalnız bir kadının denge arayışları" adlı kitabı üzerine konuştuk.

Haber Merkezi

Tülin Tankut, kısa süre önce Yazılama Yayınevi'nden çıkan "Yalnız bir kadının denge arayışları" adlı kitabına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Romanın politik bir arka planı var ama siz karakterlere odaklanmışsınız. Bilinçli bir seçim olsa gerek bu.

Politik tartışmalara yansımayan ama kişinin politikaya ilgisinde belirleyici bir rol oynayabilen insani durumlara dikkat çekmek istedim. Tarih, kurulu düzene karşı çıktıkları için ölümü bile göze alan kadın ve erkek devrimcilerle doludur . Buna karşılık ortalama birey, gündelik yaşamını olumsuz bir biçimde etkilemediği sürece, baskıcı siyasal iktidara direniş göstermez. 12 Eylül darbesi de roman kişileri tarafından farklı biçimlerde algılanmıştır. Solcu aydınların üzerinde Darbe’nin yıldırma politikaları etkili olmuştur. Bunda yaş, mizaç, genetik, aile sorumlulukları v.b. etmenler kadar cinsiyet de rol oynamaktadır. Nitekim roman kişilerinin kadın ve erkek olarak sahip oldukları özellikleri kazanmalarındaki toplumsal etkilerin ve koşullandırmaların tümünün izlerini taşıdıklarını görürüz. Örneğin romanın baş kişisi Zeynep, Darbe’nin sarsıcı etkilerini yaşamının her anında hissetmesine karşın başkaldırısı eyleme dönüşemez? Neden? Darbeye muhalefet etmek onun da sorumluluğu değil mi ? Bunun için gereken potansiyel e de sahip. Ama harekete geçmek için kadının önce kendi yaşamını değiştirip dönüştürme gücünü kazanabilmesi gerekir.

Zeynep’in yaşamını çocukluk, genç kızlık, evlilik, boşanma ve sonrası evrelerinde ele almanızın nedeni bu mu?

Kadının öz gelişimi sınıfsal ve ataerkil normlara tabi tutulmuştur. Ayıp duygusu, kadın kimliğinin inşasında vazgeçilmez bir öğedir. Kız çocuğu bu duyguyu önce aile içinde edinir ve içselleştirir. Zeynep küçük yaşta baba yetkesinden sonra anneanne yetkesine teslim edilmiştir. Yetkenin kendini hissettirdiği akraba çevresi, okul, taşıt, sokak, gündelik yaşam, iş yaşamı, evlilik onu huzursuz etmekte ve bütün bunların yarattığı çelişkilerle baş etmek zoruna gitmektedir.

Zeynep yaşamdan beklentilerinin boşa gittiğini fark edince de, Amca dediği Sait Bey ve devrimci öğretmen arkadaşlarının etkisiyle yaşamını dönüştürmek istiyor. Bu dönüşüm sürecini dönemin siyasi iklimi çerçevesinde değerlendirir misiniz?

Bilindiği gibi, 1960’lı 70’li yıllarda sol, kadın konusunda toplumsal çözümlere yoğunlaşmıştı. 1975’te sol içindeki kadınlar, kadın için eğitimde fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret, doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştırılması, doğum izninin uzatılması, kreş v.b. talepleriyle yürüyüş, miting gibi etkinliklerle ve çeşitli yayınlarla geniş kitleleri harekete geçiriyorlardı. Bu arada edebiyatçılardan, sanatçılardan destek alıyorlardı. Zeynep kadın sorunlarına toplumcu perspektiften bakmış ve aradığını orada bulmuştur . Bireysel dönüşüm sürecinin politik bir tavır almadan gerçekleşemeyeceğine kanaat getirmiştir. 80 sonrasındaysa feminist hareketin etkisiyle kadın ezilmişliğinin bir sistem sorunu olduğu bilgisiyle yetinilemez düşüncesi gelişmeye başlamıştı. Ama Zeynep ‘in bu gelişmeden haberi yoktur. Feminist bilgileri kopuk kopuk arkadaşı İngiliz devrimci Rose’dan edinmiştir.

Zeynep’in eşini terk etmesinin nedeni olarak , aralarındaki politik görüş ayrılığını ve eşinin siyasi duyarsızlığını göstermişsiniz. Sizce toplumumuzda onun konumundaki kaç kadın sırf bu nedenle geleceğini düşünmeden eşini terk eder ?

Zeynep şövalye ruhlu bir kadın. Eşinin çocuk konusundaki baskılarına sabırla katlanır. Ama politik düşünceleri nedeniyle eşi tarafından küçümsenmeye, aşağılanmaya dayanamaz. Eşi onun öğretmen örgütüne katılmasına bile izin vermez.

Aile üzerinde çok duruyorsunuz: Yalnızca Zeynep’in değil; Sumru’nun, Güniz’in, Oya’nın, Ayten Hanım’ın aileleri, evlilikleri . Yaşar’ın kadınlardan oluşmuş ailesi… Sizi bu konuda sorgulamaya iten nedenleri biraz açar mısınız?

Aile, devlet iktidarının topluma meşru gözüken alanlarından biridir. Toplumsal politikada egemen olan aile kavramını Türkiye’de ilk kez sosyalistler sorgulamıştı; 80 sonrasında feministler, kadının aile içindeki konumunu da sorgulama kapsamına aldılar. Kapitalist örgütlenmeyi keşfetmek için kadınların yaşam deneyimleri önemli bir anahtardır. Çünkü yaşam deneyimlerimizi düzenleyen sistemdir. Sistemin sömürü ve baskı üreten niteliğini görünür hale getirmek gerekir. Sumru’nun yaşamı analiz için daha zengin malzeme içerdiğinden onun üzerinden ilerleyelim: Kadının “ev kadını” konumu, onun baskı altında tutulmasının ana nedenidir. Kadının evdeki ücretsiz emeği, işgücünün yeniden yaratılmasında ve korunmasında dolayısıyla kapitalist toplumsal oluşumun sağlanmasında temel unsurdur. Ev işleri , çocuk, yaşlı, hasta, engellinin bakımı gibi hizmetleri gören kadının emeği “ karşılığı ödenmemiş” emektir; bu hizmetler ev dışında ücretli olarak yapılmaktadır. Öte yandan Sumru aile fedaisidir. Evlenmeye o nedenle rıza göstermiştir. Aile yükümlülüğü olmasaydı belki ağabeyi ve ilk aşkı gibi onu da politik mücadele içinde görecektik.

Sizce bir kadın dönüşüm sürecinde en büyük zorluğu nerede yaşıyor? Zeynep’ten yola çıkarsak…

Dünyanın her yerinde kadın cinselliği, namus üzerinden tanımlanır. “ Namussuz” , erkek için de telaffuz edilir ama cinsel çağrışımı yoktur namusun. Üstelik Zeynep dul bir kadın! Cinsel baskıyı her yerde hissediyor. Bu da onu davranışlarını kısıtlamaya zorluyor. Bu yüzden altını çizerek belirtmek istiyorum: Romanda da değinildiği gibi, cinsel tabuların yıkılması, toplumumuzun demokratikleşme mücadelesinden ayrı düşünülmemeli.

Aşka da politik açıdan yaklaşıyorsunuz.

Zeynep genel geçer aşk anlayışını benimsemiştir. Devrimcilerin aşklarında yaşanan o gurbet duygusundan etkilenir. Ama sorgulamayı derinleştirdikçe düşünceleri değişir: Kurulu düzendeki cinsiyet ayrımcılığının, erkeksi değerlerin, kapitalizmin bireyci ve rekabetçi değerlerinin yüceltilmesine hizmet ettiğini kavrar: Kadın ve erkek aşk karşısında da eşit değildir.

Aşkın da demokratikleşmesi gerekiyor yani. Peki, Hasan’ı nereye koyuyorsunuz bu bağlamda?

Roman kişilerinin gerçeğe uygun olmasını istedim. Hasan’sa ülküselleştirilmiş bir karakter olarak beliriyor. Zeynep onun aracılığıyla hem aşkın hem de erkek egemen politik kültürümüzün demokratikleşmesini arzu ettiğini dillendiriyor.

Otuz yıldır kadına yönelik baskının, dinsel normların yaptırım gücü kullanılarak arttığını görüyoruz. Zeynep’in o dönemde siyasi İslam’ın ayak seslerini duymamasını nasıl açıklarsınız?

Roman, dönemin düşün yapısını yansıtıyor. Dolayısıyla Zeynep politika alanında sürekli iç ve dış tehdit üretilmesine tepkili. Türkiye’nin Nato’ya girmesiyle başlayan ve tüm topluma yayılan anti- komünist propagandaları ( Komünizmle Mücadele dernekleri) hatırlayacak olursak… Zeynep’in dönüşümünde etkili olan, solcu aydın Sait Bey de siyasal İslam’ın canlanışını, toplumumuzda bilimsel ve nesnel bir dayanak bulamayacağı düşüncesiyle önemsemezmiş izlenimi veriyor.

Roman 1984 yaz başında bitiyor. Devam etseydi nasıl gelişirdi?

Romanın bittiği dönemde küreselleşmenin tüm dünyada hararetle savunulduğu bir sürece giriliyor. Roman kişilerini de haliyle bilinmezliklerle dolu bir gelecek bekliyor. Zeynep gidişata karşı duracak kararlılığı gösterebilir mi? Liberal sol’a savrulmuş olabileceği uzak bir olasılık. Onun kendinden yola çıkarak, sisteme duyduğu öfkenin meşruluğunu hissetmesi kanımca önemli. Sumru çocuğuna duyduğu sorumlulukla, Özlem ve Nadir siyasi çalışmalarıyla; Yaşar, işçi kimliğine sıkı sıkı sarılmasıyla umut veriyorlar.

Son olarak kadın konusunda günümüze dair eklemek istediğiniz neler var ?

Siyaset dünyamız, iktidarıyla, muhalefetiyle, en yoksul kesimin oylarıyla güçleniyor. Bildiğiniz gibi yoksulluk, eğitimsizlik, işsizlik din istismarını kolaylaştırır. Yoksullukta kadınlar başı çekiyor. Evlere kapatılmak istenen gene onlar. Siyasal İslam’ın kadın algısıysa değişmez. Dolayısıyla bu gün en çok kadınların demokrasiye ihtiyacı var. Demokrasiyse laiklikten ayrılamaz. Kadınların siyasal iktidar karşısında bireysel olarak güçlendirilmeleri yaşamsal bir önem taşıyor. Bu yalnızca kadın örgütlerinin işi değil. Unutmayalım ki, sistem kadınları hem sömürüyor hem eziyor; bu nedenle kapitalizme karşı verilecek mücadelenin kapitalizmin cinsiyet ayrımcılığı boyutunu içermesi kaçınılmaz.