Yabancılaşmanın cinsiyeti: Mary Wollstonecraft ve 'Kadın Haklarının Savunması'

Mary Wollstonecraft, on sekizinci yüzyılın sonunda meydana gelen siyasi ve toplumsal değişimlere ne seyirci ne de onlardan bihaber kaldı; devrimi bizzat yaşayarak, öncesini ve sonrasındaki dönüşümleri ve deneyimlerini yazılarına yansıtarak, dönemin erkek düşünürlerinden ayrılıp toplumsal yaşamın parçası olan farklı bir sınıfı ve cinsiyeti odak noktasına aldı. Düşünceleri ve yazdıklarında kadın…

soL Kültür - Merve Tokmakçıoğlu

Kadınlara akla dayanan bir eğitim verilene kadar, insani erdemlerin gelişiminin ve bilginin geliştirilmesinin sürekli olarak denetlenmesi gerektiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Eğer kadının sadece erkeğin arzularını tatmin eden ve de onun yemeklerini pişirip, çamaşırlarını yıkayan bir uşağı olarak dünyaya gelmediğini kabul edersek, o zaman kızlarının eğitimine dikkat eden anne ve babaların ilk görevi şu olmalıdır: bedenini geliştirmek için bir çaba sarf etmeseler de, en azından bu bedeni hatalı güzellik ve kadınlık kavramlarıyla yok etmekten kaçınmalıdırlar. Ne yol izlenirse izlensin, kız çocuğu bir kusurun suni bir akıl yürütme sonucu mükemmel olacağı düşüncesine inandırılmamalıdır. [1]

Fransız Devrimi itici ve dönüştürücü bir kuvvet olarak pek çok düşünürü ve aydını derinden etkiledi; insan hak ve özgürlüklerine dair yazılar kaleme alındı, metinler yayımlandı. Özellikle aristokrasinin yönetici sınıf olduğu İngiltere’de çeşitli yazarlar komşu Fransa’da gerçekleşen devrim ile ilgili merak, korku ve hayranlık duyguları içindeydi: İngiltere’de on sekizinci yüzyılın son döneminde muhafazakârlar (Tory) ve liberaller (Whig) arasında ortaya çıkan Fransız Devrimi konusundaki düşünce ayrılığı dönemin ruhunu da belirleyen bir olguydu. Kendini “liberal” bir muhafazakâr olarak tanımlayan Edmund Burke’ün (1729-1797) Fransız Devrimi’ne karşıt olarak yazdığı Reflections on the Revolution in France [Fransa’daki Devrime Dair Düşünceler, 1790] ve devrim sürecinde bizzat bulunmuş olan Thomas Paine’in (1737-1809) Rights of Man [İnsan Hakları, 1791] bu dönemin en bilinen metinlerindendir. Ancak bir başka yazar ve eseri daha var ki etkisi sadece yazıldığı dönemde kalmamış, yirminci yüzyıl cinsiyet politikalarını ve kadın hakları akımlarını da etkilemiştir. A Vindication of the Rights of Women [Kadın Haklarının Savunulması, 1792] başlıklı eserinde Fransız Devrimi’nden aldığı ilhamla hem erkeğin hem de kadının hakları konusuna eğilen, aristokrasinin ve genel olarak İngiltere toplumunun erkek-egemen düzenini eleştirerek orta sınıf kadının toplumsal, politik, cinsel ve kültürel ihtiyaçlarını ortaya koyan, kadının varoluş nedenini sorgulayan bu yazar Mary Wollstonecraft’tır.

"TÜRÜNÜN İLK ÖRNEĞİ" OLAN KADIN YAZAR​

Wollstonecraft 1759’da yoksul düşmüş, çok çocuklu bir ailenin en büyük kızı olarak Londra’da doğar. Alkolik olan babasının aile içi şiddetine karşı küçük yaştan itibaren annesini ve küçük kız kardeşlerini korumaya başlar. Çocukluğunda düzenli bir eğitim alamayan Wollstonecraft kendi kendini eğitir. Yirmi bir yaşında annesinin ölümüyle evi terk eder ve 1783’ten itibaren öğretmen ve mürebbiye olarak çalışırken, aynı zamanda da çevirmenlik ve yazarlık yaparak edebiyatla ilgilenir. Eğitim konusundaki düşüncelerini Thoughts on the Education of Daughters [Kız Çocuklarının Eğitimi Üzerine Düşünceler, 1787] adlı ilk kitabında toplar. O yıl kız kardeşi Everina’ya yazdığı bir mektupta, orta sınıf kadınların çalışma alanlarının kısıtlı olmasını eleştirerek, radikal bir kararla, sadece yazarlıktan para kazanmaya çalışacağını belirtir; ‘türünün ilk örneği’ olacağını yazar.[2] İlk romanı Mary, A Novel [Mary, Bir Roman] 1788’de yayımlanır. 1790’da Burke’ün devrim karşıtı metnine cevap olarak A Vindication of the Rights of Men [İnsan Haklarının Savunulması] ve 1792’de de A Vindication of the Rights of Women [Kadın Haklarının Savunulması] kitaplarını kaleme alır.

1792’de Paris’e giden Wollstonecraft burada devrim sonrası oluşan ortama yakından tanık olur. Britanya, Fransa’ya savaş ilan ettiğinde İngiliz vatandaşı olduğu için zor durumda kalır ve ancak 1795’te kızı Fanny ile birlikte Londra’ya dönebilir. İskandinavya’ya yaptığı yolculuğun anılarını kitaplaştırır, edebiyat ortamına tekrar girmeye başlar. 1796’da zamanın en ünlü düşünürlerinden ve siyaset kuramcılarından William Godwin ile tanışıp evlenir. Mary Wollstonecraft 1797’de, kızı Mary’yi (sonradan Mary Shelley) doğurduktan on gün sonra enfeksiyon nedeniyle ölür.

Wollstonecraft, Edmund Burke’ün karşı devrimciliğine yanıt olarak yazdığı A Vindication of the Rights of Women [Kadın Haklarının Savunulması] kitabında toplumsal ve siyasi konulara değinerek kendi deyimiyle “evlenmemiş, orta sınıf kadın” bakış açısıyla yazar. Salt bu bakış açısı bile kitabı başlı başına çığır açan bir metin haline getirir: On sekizinci yüzyıl sonundaki İngiliz toplumunda ne orta sınıfın ne de kadının sesi vardır; sınıfsal ayrışmanın bir sonucu olarak egemen olan aristokrasinin kendilerine biçtiği yaşam koşullarına ve rollere uygun bir hayat sürdürürler. Bir kadın –hangi sınıftan olursa olsun– kapsamlı bir eğitim göremez, meslek sahibi yapılmaz ve siyasi, toplumsal ve kültürel konularda söz sahibi olamaz. Wollstonecraft’ın eleştireceği gibi bir ‘süs’ ya da bir ‘dekor’ olmaktan öteye gidemez.

BURKE VE FRANSIZ DEVRİMİ

Burke, Düşünceler olarak kısaltacağımız kitabında Rousseau ve Voltaire gibi din karşıtı “edebî canavarların”[3] düşüncelerinin Fransız Devrimi’ne yol açtığını, devrimin kaotik ve tahmin edilemez bir doğası olduğunu ve “hayvani yığınların”[4] devrime götürdüğünü yazar. Fransız Devrimi ile birlikte “şövalyelik çağının”[5] da sona erdiğini belirten Burke, monarşinin ve aristokrasinin kalıtsallığının din ve devlet yapısının can damarı olduğunu vurgulayarak, bu iki yapının doğal hakları korumadaki en önemli ilkeler olduğunu söyler:

Kişinin, ebeveyninin sahip oldukları üzerinde hakkı vardır; çocuklarının beslenmesi ve gelişmesi için gerekli olan şeylere, yaşamda eğitim ve öğretime, ölümde teselliye hakkı vardır. Başkalarına köstek olmadan kendi başına başarabildiği her şey üzerinde hakkı vardır. Aynı zamanda, toplumun beceri ve güç ile onun için meydana getirdiği her şey üzerinde hak sahibidir, bunları istediği gibi kullanabilir. İnsanlar eşit haklara sahiptir ama eşit şeylere değil...[6]

Burke’ün esas korktuğu durum, Fransa’daki devrimin İngiltere’ye sıçrayarak orada toplumsal ve siyasi dönüşüme neden olması ve mevcut düzenin bozulmasıydı. Fransa’da toprakları ve unvanları ellerinden alınan aristokratlar için ciddi bir üzüntü duyuyordu, çünkü Burke için toprak demek özgürlük demekti ve düzenin devam ettirilmesinin en büyük aracıydı. Bu nedenle Avrupa’da halen toprağa bağlı bu düzenin devam ettiği yerlerdeki uluslar bir araya gelip Fransa’ya savaş açmalı ve eski düzen (ancien régime) kaldığı yerden devam ettirilmeliydi. Devrime yol açan tutkular ve düşünceler kontrol altına alınmalıydı; bu düşünceler kötülüğün ve şeytanlığın daniskasıydı. Burke, “Katliam, işkence ve idam – işte sizin insan haklarınız!”[7] diyerek bu düşüncelerini dile getiriyordu. Özellikle 16. Louis ve Marie Antoinette’in yakalanıp hapse götürülüşünü son derece trajik bularak şöyle yazar:

Asil esirler, korkunç bağırışlar, tiz çığlıklar, çılgın danslar ve ağıza alınmaz hakaretler arasında yavaş yavaş ilerliyorlardı. Bütün bu sesleri çıkaranlar cehennem zebanisi kılıklı, şekli şemaili bozuk, hemcinslerinin en aşağılık türünden olan kadınlardı. [8]

WOLLSTONECRAFT: ÖZEL MÜLKİYET VE KADIN HAKLARI​

Wollstonecraft, Edmund Burke’ün bu son tasvirini “muhtemelen sebze-meyve ya da balık satarak geçimini sağlamaya çalışan ve hiçbir zaman eğitim fırsatı verilmemiş kadınları demek istiyorsun”[9] diyerek alaya alır. Burke’ün tam karşıtı olarak kötülüğün ve insanın canavarlaşmasının özel mülkiyetten ve babadan oğula geçen haklar ve unvanlardan kaynaklandığını yazar. “Düşünen zihne göre yaşadığımız dünyayı korkunç bir hale dönüştüren kötülüklerin çoğunun kaynağı mülke gösterilen saygıdır”[10] çünkü,

Saygınlık, mülkiyete göre gösterildiğinden, bir sınıf diğerini ezer; mülk de bir kez edinildiğinde, yetenekleri ve erdemi ezer (...) Tüm bunlar olurken de dünyanın değersiz insanların ve zalimlerin inine dönüşmesine şaşırmamak gerekir. [11]

Mirasla geçen zenginlik ve özel mülkiyet insanı bencilleştirip, toprağı metalaştırır. Bu durumun sonucu olarak da hayat ticarileşir. Kadınların köleleşmesi ve zayıflatılması da hayatın ticarileşmesinin bir sonucudur: Toplumdaki kadın imgesi kadını köleleştirmeye dayalıdır; akla dayalı eğitim ellerinden alınarak “insanlığın yarısı” kendini geliştirmekten mahrum kalır, değersizleştirilip, sessizleştirilir böylece alınıp satılan bir meta haline gelir. En kötüsü kadınlar da kendilerine biçilen bu toplumsal rolü benimsemiş, onlara yakıştırılan cehalete ve zayıflığa inanmaya başlamışlardır:

Mutlak olarak kocalarına bağımlı oldukları sürece kurnaz, ikiyüzlü ve bencil olacaklardır. Hiçbir sözünün dışına çıkmayan, bir köpek gibi itaat gösteren varlıklarla tatmin olabilen erkek de ince düşünceye sahip değildir, çünkü aşk alınıp satılabilen bir şey değildir (...) Ama zenginlik erkekleri ruhen zayıflatırken, kadınlar da kişisel cazibeleri üzerinden yaşamlarını sürdürürken, bencil olmayan bir yaşamı sürdürmelerini ve eşit gayret göstermelerini nasıl bekleyebiliriz? [12]

SİYASET, TOPLUM VE KADIN​

“Bu aydınlanmış çağda, umuyorum ki, kralların ilahi haklarının olduğu düşüncesinin sarsılması gibi, kocaların da ilahi hakları olduğu düşüncesine karşı çıkılır,”[13] diyen Wollstonecraft baskıcı ve özel mülkiyete dayanan devleti ve bu devlet düzeninin bir uzantısı olarak gördüğü evlilik kurumunu da eleştirir. Wollstonecraft, kadınlarla erkeklerin aynı ölçüde sağduyuya ve akıl becerilerine sahip olduklarını vurgular. Ancak eğitim haklarının verilmemesi kadınların erkeklere bağımlı olmasına ve özgürlüklerini kısıtlayarak köle haline gelmelerine neden olur: “Kadınlara köle derken bu kelimeyi siyasal ve toplumsal olarak kullanıyorum,”[14] diyen Wollstonecraft, eğitim hakkının onları bu bağımlılıktan kurtararak kendi rasyonel becerilerinin gelişmesine yardımcı olacağını belirtir: “Aydınlanmış bir ulus kadınları insani duruma geri döndürmeye çalışmalıdır. Erkeklerle aynı eğitim ve siyasal haklar verilirse kadınlar kendilerinin daha iyi, daha bilge ve daha özgür olup olmadıklarını ölçme fırsatına sahip olacaklardır.”[15] Sadece toplumsal rol bağlamında değil, siyasi hareket olarak da kadınların katılımı çok önemlidir; çünkü Wollstonecraft için sağlıklı bir siyaset “kadınları da kapsayarak” özgürlüğü yayabilir. Devrim ise “entelektüel gelişimin doğal bir sonucudur;”[16] barbarlıktan çıkararak toplumların ilerlemesine katkıda bulunur.

WOLLSTONECRAFT'IN DÜŞÜNCE MİRASI​

Wollstonecraft, on sekizinci yüzyılın sonunda meydana gelen siyasi ve toplumsal değişimlere ne seyirci ne de onlardan bihaber kaldı; devrimi bizzat yaşayarak, öncesini ve sonrasındaki dönüşümleri ve deneyimlerini yazılarına yansıtarak, dönemin erkek düşünürlerinden ayrılıp toplumsal yaşamın parçası olan farklı bir sınıfı ve cinsiyeti odak noktasına aldı. Mürebbiyelik deneyimlerinden yola çıkarak toplumun her bireyinin ama en çok da kadının eğitimini vurgular. Düşünceleri ve yazdıklarında kadın ile erkeğin yetilerinin farklı olmadığını, akla dayalı bir eğitimin toplumu ve siyaseti tüm cinsiyetler için yaşanabilir kılacağını belirtir. Bu nedenle Mary Wollstonecraft sadece ilerde Frankenstein romanını yazacak olan kızı Mary Shelley üzerinden değil, düşünceleri, yaşamı, siyaset, eğitim ve toplum konularında yazdığı on iki kitabı, sayısız makalesi aracılığı ile de tanınmayı hak eden bir yazardır.


[1] Wollstonecraft, Mary. A Vindication of the Rights of Woman and A Vindication of the Rights of Men (Cambridge: Cambridge University Press, 2003), syf: 112.

[2] Wollstonecraft, Mary. The Collected Letters of Mary Wollstonecraft. New York: Columbia University Press, syf: 23.

[3] Burke, Edmund. Reflections on the Revolution in France. Oxford: Oxford University Press. 2009, syf:11.

[4] Burke, a.g.e, syf: 79.

[5] Burke, a.g.e, syf: 76.

[6] Burke, a.g.e, syf: 59.

[7] Burke, a.g.e, syf: 223.

[8] Burke, a.g.e, syf: 72.

[9] Wollstonecraft, Mary. A Vindication of the Rights of Woman and A Vindication of the Rights of Men (Cambridge: Cambridge University Press, 2003), syf: 30.

[10] Wollstonecraft, a.g.e, syf: 230.

[11] Wollstonecraft, a.g.e, syf: 230.

[12] Wollstonecraft, a.g.e, syf: 231.

[13] Wollstonecraft, a.g.e, syf: 112.

[14] Wollstonecraft, a.g.e, syf: 262.

[15] Wollstonecraft, a.g.e, syf: 262.

[16] Furniss, Tom. “Mary Wollstonecraft and the French Revolution.” Cambridge Companion to Mary Wollstonecraft. Cambridge University Press, 2002, syf: 61.