Tarihsel iyimserlikten kıyametvari kötümserliğe

'Hem ütopyada hem de karşı-ütopyada umut ve çaresizlik karşı karşıya gelir. Ütopyalar, çoğu zaman distopyaların mıntıkalarına adım atar. Ütopyadan bahsedebilmek, umudu ve olumlu olasılıkları mekânsallaştıran süregiden bir diyaloğa bağlanmayı ve bunu günümüz politik söyleminin karanlık ufuklarında yapabilmeyi gerektirir.'

soL Kültür - Kaya Tokmakçıoğlu

Teorik anlamda kusursuz bir toplumun tasarımları olan edebî ütopyalar, Platon’un Devlet’inden itibaren Batı kanonunun yapıtaşlarını oluştururlar. Türdeki değişim –ya da bir tür çeşitlilik–, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan karşı-ütopya (diğer bir deyişle distopya olarak) bir yazarın olası tüm toplumların en kötüsünü betimlediği noktada kendini belli eder. Distopyalar genellikle çağdaş toplumsal eğilimleri abartarak ciddi bir toplumsal eleştiri ortaya koyar.

Terimin ardında yatan anlam hastalık ve işlev bozukluğundan mustarip bir toplumun serimlenmesinde, insanevladının kusursuz bir toplumu inşa etmesinde engel oluşturan kötü alışkanlıklarına, zayıflıklarına ve düzensizliklerine gönderme yapma zorunluluğudur. Kumar’ın da belirttiği gibi “Ütopya özgün olansa, karşı-ütopya kopyasıdır.”[1] Her ikisi de aslında toplumsal muhalefetin aynı kaynağından beslenir. Her ne kadar ütopyalar insanlığın olanaklarını yetkinlik yolunda kutlarken, karşı-ütopyalar başarısızlığa uğramış devrimlerin ve kesintiye uğramış reformların açığa vurulmasından melankolik bir zevk alırlar. Aslına bakılacak olursa distopya yazarları ütopyanın hasretini çekip onu elde edemezken, kusursuz toplumların yanlış yola saptıklarını kaleme alıp hayal kırıklıklarını dile getirirler.

ÜTOPYADAN DİSTOPYAYA

Yirminci yüzyılda olgunlaşan distopik edebiyatın kökenlerinin ideal ve kusursuz bir dünyanın aranışının ütopik imgeleminde yattığını söylemek yanlış olmayacaktır.[2] Örgütleyen bir kavram olarak ütopya her bir bireyi, örgütlenmenin normlarına ve insan yaşamının nasıl iyileştirileceğine dair düşünmeye cesaretlendirir. Cennet mitiyle başladığı iddia edilebilecek ütopyalara öncülük ettiği düşünülebilecek en önemli yapıtlardan biri Platon’un Devlet’idir.[3] Platon’un ideal bir dünyadaki devlet tasarımının detaylarını ortaya koyduğu yapıttan yüzyıllar sonra, Thomas More 1516 yılında aynı adlı yapıtıyla ütopyayı, ücra bir adadaki kurgusal bir toplum tasarımı olarak betimlemiştir. Bir olasılığın doğrulanması ile onun gerçekleştirilmesinin yadsınması arasındaki gerilim, bir bakıma ütopyanın hareket noktasını oluşturur. Her ne kadar bağlayıcı bir amaç olsa da ütopya hiçbir zaman var olmamıştır. More’un “hiçbir yer” anlamına gelen ütopyası, elverişsiz bir ideal dünya ve aynı zamanda yazarın toplumunu hicvettiği bir araçtan başka bir şey değildir. Bu yüzden More ütopik dünyasını yalıtılmış bir adaya yerleştirirken, onu yaşadığı toplumla çağdaş hale getirir. Bireysel mülkiyetin yürürlükten kaldırıldığı, eğitimin kamusal hale getirildiği, kadın ve erkeğin eşit olduğu ve dinsel inançlar üzerinde herhangi bir kısıtlamanın olmadığı bir toplumun resmini çizer. David Harvey’ye göre More’un ütopyası, yalıtılmış, organize ve kapalı bir ekonomi olarak işleyen yapay bir adadır.[4] Bu bağlamda ütopya, More’un önayak oluşuyla, toplumsal ilişkiler, ahlaki yaptırımlar, siyasal-ekonomik sistemler hakkında rekabet eden sayısız düşüncenin araştırıldığı ve ifade edildiği verimli bir araç haline gelir.

Thomas More

Bununla birlikte on sekizinci yüzyılın başında birçok düşünür ve yazar ütopyacı düşüncenin imkânsızlığını ifade ediyor, edebiyatta karşı-ütopyacı bir dalganın üzerine binmeye hazırlanıyorlardır. Karşı-ütopyacı yapıtlar ütopyacı arzuyu, gerçekçi olmayan ve ideal bir gelecek için olanaksız bir arayış olarak reddederler. Buna rağmen bu türden iddiaların nüfusun çoğunluğu üzerinde tahrip edici etkileri olduğundan çekinirler. Bir anlamda karşı-ütopyacılık açıkça ya da dolaylı olarak sürer durumun savunulmasıdır. Örneğin Jonathan Swift’in Gulliver’in Gezileri karşı-ütopyacı bir roman olarak gerçek dünyayı destekleyip daha iyi bir dünya arayışını mahkûm eder. Erken dönem karşı-ütopyacı romanların, ütopyacı imgelemin tutarsızlıklarını ve bunların yol açtığı toplum enkazını ifşa ettiğinden bahsetmek mümkündür.

Aydınlanma Çağı’nda insanın kaderi tekrar gözden geçirilir ve aklın sadece mutlu bir yaşama değil, aynı zamanda insanlığın mükemmelleşmesine doğru yapılan yolculuğun da aracı olduğu geçerlik kazanır. Ütopyacı metinler Samuel Butler’ın Erewhon ve William Morris’in Hiçbir Yerden Haberler gibi yapıtlarında ortaya çıkıp ütopyanın tekrardan insanlık için bir olanak olduğunu hatırlatır. Bilimsel ilerlemenin ön planda olduğu on dokuzuncu yüzyıl geleceğe umutla bakmaya başlar. Her ne kadar insanlar ideal bir geleceği düşünüyor olsalar da, bilimsel gelişmeler hakkında tüm toplum iyimser değildir. Bu ilerlemeler aracılığıyla insanların başarısızlığa doğru sürüklendiğini hisseden H.G. Wells gibi yazarların yapıtlarında, tekrardan karşı-ütopyacı düşüncelerin oluşmaya başladığına tanıklık ederiz.

H.G. Wells

On dokuzuncu yüzyılın son yıllarının siyasal ve ekonomik olarak çalkantılı atmosferi, ütopyacı düşüncede parçalanmaya yol açan şiddetli eleştirilere ortam hazırlar. İnsanlığın dünyayı değiştirmedeki aralıksız çabasının zamansal ve mekânsal karşılığını bulmaya doğru ilerlediğini gözlemlemek zor olmakla birlikte, alternatif düşünüş biçimlerinin güçlü siyasi odakları, değişim için dönüştüreceklerinden bahsetmek mümkündür.

Scholes ve Rabkin’e göre yirminci yüzyılın başları, ütopyacı itkinin gerçekleşen feci olaylar karşısında distopyacı tasarılarla yer değiştirdiği bir zaman dilimine denk gelir.[5] Bu koşullar Yevgeni Zamyatin, Aldous Huxley ve George Orwell gibi yazarları distopyacı romanlar yazmaya götüren yolların taşlarını döşer.[6] Chad Walsh Ütopyadan Kâbusa başlıklı derinlikli kitabında ütopyanın, gerçeklerin görüldüğü ve hayal kırıklıklarının yaşandığı bir yüzyılda distopya tarafından alaşağı edildiğini tartışır.[7]

Aldous Huxley

Her ne kadar ütopyayı ideal bir dünya tasarımı olarak ifade etmek kolay olsa da, karşı-ütopya ya da distopyayı tek bir şemsiye altında tanımlamak çetrefillidir. Buna rağmen yirminci ve yirmi birinci yüzyıllardaki kapitalist-empeyalist sistemin krizleri göz önünde bulundurulduğunda distopyanın insanlığın etraflı bir betimlemesini yapan eleştirel bir tür olduğundan söz edilebilir.

George Orwell

DİSTOPYACI KURGU: BİR GİRİŞ

Antik Yunanca sözcüğün kökenine bakıldığında distopyanın “kötü yer” anlamına geldiği, ona gönderme yaptığı görülür. Bu bağlamda içinde yaşanmak istenmeyen, elverişsiz ve olumsuz bir toplum tasarımıdır söz konusu olan. Distopya kıyamet sonrası anlamına gelen bir terimi ifade etmez; kasvetli, hayal edilmiş karanlık bir gelecek tasarımı da değildir. Distopik bir hikâyede toplumun kendisi, sıklıkla muhalif unsur olarak resmedilir. Başkahramanın amaçlarına ve arzularına karşı faaliyete geçen toplumdur. Bu baskı sık sık totaliter veya otoriter hükümetler aracılığıyla gerçekleştirilir, bireysel özgürlüklerin yok oluşuna ve katlanılamaz yaşam koşullarına yol açar. Dünya nüfusundaki aşırı artış, bireyin cinsel ya da üreyici özgürlüğünü denetim altına alan yasalar ve sürekli gözetim altında yaşayan bir toplum distopik kurgunun laytmotiflerindendir.

Bir toplumun distopya olarak algılanıp algılanmayacağı genellikle tek bir kişinin bakış açısıyla belirlenir. Bir kişinin dehşet verici bir distopya olarak düşündüğü toplum, başka biri için tamamıyla kabul edilebilir ve hatta hemen hemen ütopyacı bir durumdur. Örneğin üremenin herhangi bir kişi için önem taşımadığı bir durumda, doğum kontrolünün düzenlendiği bir toplum bu özellik bakımından distopik olmaktan çıkar. Ya da okumaktan ve entelektüel faaliyetlerden keyif almayan biri, kitapların yasaklandığı ya da sansüre uğradığı bir toplumda yaşamaktan şikâyetçi olmayacaktır.

Roman sanatında çoğu toplum her ne kadar birer ütopya olarak betimlenmeye çalışılsa da okurun karşısına genellikle distopyalar getirilir. Ütopya ve distopya tıpkı bir paranın iki yüzü gibidir. Bu paradoksal durum distopyalarda uğruna feda edilen şey sonrası, toplumun geldiği noktada kazandığı şeye kör olmasıyla ilgilidir. Aslında bir distopyada yaşarız ama yaşadığımızın farkında değilizdir.

Karşı-ütopyalar çoğunlukla kıssadan hisseler olarak da ele alınabilir. Bununla birlikte en iyi distopyaların didaktik olmadıklarını ve güçlerini siyasal ve toplumsal bakış açılarından almadıklarını eklemek gerekir.

DİSTOPYACI KURGUNUN TEMELLERİ

Tom Moylan’ın akıl yürütmesinin izinden gidecek olursak[8] teknolojik distopik kurgunun E.M. Forster ile başladığını iddia edebiliriz. Forster, bir anlamda distopyacı romanın arketiplerinden birini oluşturur. Her ne kadar Hindistan’a Bir Geçit ve Manzaralı Bir Oda gibi yapıtlarıyla tanınsa da 1909’da yayımlanan The Machine Stops [Makine Duruyor] başlıklı öyküsü kendisinin distopik yazının öncülerinden biri olarak anılmasını gerektirir.[9] Toplumsal cehennemler o tarihten itibaren peşimizi bırakmayan distopik haritalarda kendilerine yer edinirler ve Forster’ın öyküsü bunun erken dönem bir örneğini sergiler. Beauchamp’ın şu gözlemine katılmamak elde değildir: “Wells’in Efendi Uyanıyor’unu bir kenara koyacak olursak The Machine Stops büyük olasılıkla ilk modern distopyadır.”[10]

E.M. Forster

Forster’ın öyküsü sonrasında distopyacı kurgunun önü iyice açılır. Yevgeniy Zamyatin’in 1924’te yayımlanan Biz’i, Aldous Huxley’nin 1932 tarihli Cesur Yeni Dünya’sı ve George Orwell’ın[11] 1949’da okurla buluşan 1984’ü yirminci yüzyılda distopik anlatıların paradigmasını şekillendirir. Booker[12] bu üç romanın distopik türün belirleyici metinlerinden olduğunu öne sürer. Hem gerçek yaşamdaki toplumsal ve siyasal olaylarla kurdukları ilişkilerdeki canlılık hem de odaklandıkları toplumun eleştirilmesindeki kapsam bu metinleri biricik kılar.

Orwell’ı 1984’ü yazmaya güdüleyen Zamyatin’in Biz’i distopyanın prototipi olarak düşünülebilir. İnsanevladına duyulan güvenin bir eleştirisi olarak da okunabilecek roman, Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sının kapitalizme ve burjuva toplumuna yönelttiği eleştirilerle birlikte değerlendirildiğinde, distopyacı kurgunun tepkisel özelliğinin altını çizmek daha mümkün hale gelir. Chad Walsh da Cesur Yeni Dünya’yı distopyanın en iyi bilinen örneği ve edebî bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde en yetkini olarak ele alır.[13] Benzer bir şekilde Biz’i yüksek edebî değerinden ve karakterlerinin gerçekçiliği ve psikolojik derinliklerinden ötürü değerli bulur ve bu özelliklerin, çoğu ütopya ve distopyada gözlemlenemediğini ileri sürer.[14] Bunlara ek olarak 1984’ü “karma distopya” olarak değerlendirir.[15] Her üç örneğin distopyacı yazarları, ütopyacı muadillerine göre çok daha hoşgörülüdür.

Yevgeni Zamyatin

Hillegas’ın gözlemi de Walsh’un yaklaşımını destekler niteliktedir. O da bu üç romanı teknolojik ütopyalar ve Wells’in yapıtlarıyla karşılaştırır. Kavramsal olarak distopya yerine karşı-ütopyayı öneren ilk Hillegas olmakla birlikte, kendisine gelene kadar kavramın bu biçimde kullanıldığını iddia eder.[16] Her ne kadar Hillegas’ın yapıtı aydınlatıcı olsa da, birçok distopyacı yazarın kullandığı motifleri ve konuları doğrudan Wells’e atfetmekle aceleci davrandığından söz edilebilir.

Buna ek olarak Erika Gottlieb’in yeni sayılabilecek çalışması farklı üç romanı distopyanın önemli örnekleri olarak ele alır.[17] Kurt Vonnegut’un 1952 tarihinde yayımlanan, insanlığa dair ne varsa reddedilen, mekanize olmuş bir tüketim toplumunun eleştirisi olarak Otomatik Piyano’su; okumanın kanunsuz bir eylem sayıldığı bir toplumun eleştirisi olarak Ray Bradbury’nin 1953 tarihli Fahrenheit 451’i ve feminist bir eleştiri olarak 1985 yılında yayımlanan Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü Zamyatin, Huxley ve Orwell’ın açtığı yolu farklı bir mecraya taşıyan örnekler olarak önem kazanmaktadır.

SONUÇ

Çağdaş birçok eleştirmen distopyacı metinlerin günümüz dünyasını betimlemede ve onu açığa vurmada, gelecek tasarımlarına oranla daha başarılı olduklarını iddia etmektedir. Peter Firchow, “çağımızın kayda değer distopik romanları çoğunlukla karamsardır – tabii ki gelecek konusunda değil, fakat esaslı bir biçimde günümüz hakkında,” derken bunu kastetmektedir.[18] Buna rağmen distopik romanların Firchow’un belirttiği şiddette kötümser bir tonu olduğunu söylemek fazla iddialı olmakla birlikte, bunların sürer duruma karşı eleştirel bir tutum takındıklarını ve değişimi arzuladıklarını iddia edebiliriz. Esas olarak karşı-ütopyanın özünde okuru gerçekliğe ve yaşamının hakikatine dair uyanık tutma amacı, bir başka ifadeyle yaşamın sahici olmayan görünüşlerinden ve yalanlarından okuru uyandırma amacı vardır.[19]


[1] Kumar, K. (1987). “Utopia and Anti-Utopia in Modern Times”, Basil Blackwell, Oxford.

[2] Ütopik düşüncenin Cennet düşüncesinde cisimleştiğini söyleyebiliriz. Eski Farsçada etrafı duvarla örülü yer anlamına gelen “pairi-daeza” ve buradan hareketle Eski Ahit’te İbranice “parades” olarak karşımıza çıkan bahçeyle çevrilmiş alan, Yunancada rahat bir parka işaret eden “paradeisos” sözcüğüyle bugüne kadar gelir.

[3] Russell, B. (2005). “The History of Western Philosophy”, New York: Routledge. Türkçesi için bkz. “Batı Felsefesi Tarihi”, 3 cilt, çev. Ahmet Fethi, Alfa Yayıncılık.

[4] Harvey, D. (2015). “Umut Mekânları”, 3. baskı, çev. Zeynep Gambetti, Metis Yayıncılık.

[5] Scholes, R.E. & Rabkin, E.S. (1977). “Science Fiction: History, Science, Vision”, New York: Oxford University Press.

[6] Hillegas, M.R. (1967). “The Future as Nightmare: H.G. Wells and the Anti-Utopians”, London: Oxford University Press.

[7] Walsh, C. (1962). “From Utopia to Nightmare”, New York and Evanston: Harper & Row.

[8] Moylan, T. & Raffaella, B. (2003). “Dark Horizons: Science Fiction and the Dystopian Imagination”, Psychology Press.

[9] Öykü, Forster’ın oldukça yaratıcı olduğu 1905 ile 1910 yılları arasında yazılmıştır.

[10] Beauchamp, G. (1986). “Technology in the Dystopian Novel”, MFS Modern Fiction Studies, 32(1), s. 53-63.

[11] Orwell hakkında güncel bir değerlendirme için Levent Özübek’in şu metnine bakılabilir: http://haber.sol.org.tr/blog/kent-kultur-sanat/levent-ozubek/iki-yazar-i....

[12] Booker, M.K. (1994). “The Dystopian Impulse in Modern Literature: Fiction as Social Criticism”, Westport, Conn: Greenwood Press.

[13] Walsh, a.g.y., s. 92.

[14] Walsh, a.g.y., s. 104.

[15] Walsh, a.g.y., s. 107.

[16] Hillegas, a.g.y., s. 3.

[17] Gottlieb, E. (2001). “Dystopian Fiction East and West: Universe of Terror and Trial”, McGill-Queen’s Press-MQUP.

[18] Firchow, P. (1984). “The end of Utopia: A Study of Aldous Huxley’s Brave New World”, Lewsiburg Pennsylvania: Bucknell University Press.

[19] Hem ütopyada hem de karşı-ütopyada umut ve çaresizlik karşı karşıya gelir. Ütopyalar, çoğu zaman distopyaların mıntıkalarına adım atar. Ütopyadan bahsedebilmek, umudu ve olumlu olasılıkları mekânsallaştıran süregiden bir diyaloğa bağlanmayı ve bunu günümüz politik söyleminin karanlık ufuklarında yapabilmeyi gerektirir.