Sağın soldan çaldıkları bir türlü bitmiyor: 'Entelektüel şiddet' kavgası

Hece dergisinin son iki sayısında kapak konusu olarak işlediği "entelektüel şiddet" kavramını Türkiye'de ortaya atan ilk kişi olan Osman Çutsay'la kavram ve "sağın soldan yürüttükleri" üzerine konuştuk.

“Entelektüel şiddet” kavramının, Türkçede, ilk kez kendisi tarafından 1987 yılında kullanıldığını, sosyalizme yönelik bir ağrı ve arayışın ürünü olduğunu ileri süren gazeteci-yazar Osman Çutsay, bu kavramlaştırmanın, tam tersi bir noktadan doğrudan sağın hizmetine alınmasına sessiz kalınamayacağını söylüyor.

Sağın, sol gösteren bayağılıklardan güç ve kadro devşirdiğini, “düşük solun” veya “eski solun” aklıyla hareket edip devrimciliğin tüm kazanımlarına el koymaya hem meraklı hem de mahkum olduğunu hatırlatan Çutsay, “Bunlar kapitalizmi şimdiye kadar hep böyle yürüttüler. 'Yürütmek' tek işleridir” dedi.

Osman Çutsay, soL’un sorularını yanıtladı.

"Hece" adlı bir edebiyat dergisinin eylül ve ekim sayılarında, ilk kez bu şekilde, yani kapak ve ana konu boyutlarından işlendiğine tanık olduk “entelektüel şiddet” kavramının. Oysa siz, “entelektüel şiddet” kavramının yaratıcısı olduğunuzu ve bunun sadece sosyalizm çerçevesinde tartışılabileceğini ileri sürüyorsunuz. Neden?
Başka bir yerde daha öncesi yok. Ben bilmiyorum. Türk sağının maalesef elime düşmüş bir hali var. Anlatayım: Bu kavram benim Edebiyat Dostları dergisi çerçevesinde, onu “doğururken” üretip geliştirdiğim bir kavramdır. Doğum tarihi, ilk yazılı kullanma tarihi de diyebiliriz, Kasım 1987’dir. Ondan önce bu kavramı sözlü tartışmalarda, sohbetlerde, hatta toplantılarda falan epey bir kullanmıştım tabii. Bunun daha sonra özellikle iktidar arayan devrimci ve sol çevrelerde de kabul görüp kullanıldığını biliyorum. Bu da normaldir. Böyle olur bu işler. Ama sol düşmanlarının bu kavramı kullanmaya ve hizmetine almaya başlaması, doğrusu yeni bir boyuttur. Burada bu çevrelere hadlerini bildirmemiz gerekiyor. Daha doğrusu muharebe davetini kabullenmek zorundayız.

Entelektüel şiddet, solun kavram haznesinde doğdu ve orada kalmalı, diyorsunuz...
Elbette... Biraz önce de söyledim, bunu ilk kez Edebiyat Dostları’nda ve ona paralel olarak aynı sıralarda Toplumsal Kurtuluş dergisinde yazdığım makalelerde kullanmıştım. Kavramın doğumunda, Türkiye sosyalizminin hırçın çocuğu Yalçın Küçük ve onun o dönemlerde hepimizi bir biçimde rahatsız eden "plebyen kopuş" saptaması da yatar. Ben, bizi ilgilendirenin asıl "entelektüel kopuş" olduğunu düşünüyordum. Buradan hareketle, entelektüel şiddetin plebyen şiddetle belki bağlantılı ama ondan çok farklı bir müdahale pratiğine işaret ettiğini söyledim. Yazdım, demek daha doğru.

1989 yılı sonu 1990 yılı başında uzun bir makalede (“Entellektüel Şiddete Doğru”), bu kavramı ilk kez bağımsız olarak işledim ve bu zaten kitabımın da girişi oldu. Aslında Frankfurt’ta 1990’da üniversiteye yeniden yazılırken de aklımda ve çalışmalarımda hep bu kavram vardı. 1993’te kendi olanaklarımla bastığım, belki tek tük sahaflar hariç şimdi piyasada bulunmayan ilk kitabımda (“Entellektüel Şiddetin Eşiğinde”) bunları açımladım. “Anarko”, “troç” “liberal sol” vs şımarık renkleriyle dinci, dinsiz, ama hepsi demokrat şu Türk sağı kusura bakmasın bu kavram “bize” aittir. Hırsızlık, ahlaksızlık ve sola karşı çalışmakta şimdilik serbestler, koalisyonlarını sürdürsünler, ama bizim görevimiz de çürümeye karşı mücadele eden sol kamuoyunu uyarmak, genç devrimcilere güven taşımaktır. Sağ kadrolar, sağcı oldukları için başkalarının sırtından yaşarlar ve tersi entelektüel alemde de bayağı ve hırsızdırlar.

Her renkten sağın, Türkiye’nin devrimci sosyalist hareketinden bir şeyler kaçırarak, üstelik bunları tam tersi bir doğrultuda kullanmalarına gözlerimizi yumamayız. Bu sağ hep böyledir sadece dincileri değil, dinsizleri de... Örneğin Ayrıntı Yayınları’nın "ezber bozan bir entelektüel şiddetin taşıyıcısı" kitaplar yayımladığını ileri sürebilen Ömer Faruk, aynı çizgidedir. Ona da ileride değineceğim... Hadi tüccar imam döküntüleri neyse, adamların dünyadan haberi yok, iyi de, onlarla cilveleşen ve hep devrimci Türkiye soluna ders vermeye kalkan, her “ayrıntıyı” yakından takip ettiğini ileri süren bu pek bilimsel ve okumuş “anarko” sürü, nasıl oluyor da böyle Türkiye solunun en angaje bir kesimine ait kavramı, sormadan etmeden yangından mal kaçırırcasına hizmetine almaya cüret edebiliyor? “Hece” dergisi başka işlerimizin arasında bize böyle bir uyarıda bulunmuş oldu. Onların düzeysizliğinden ve AKP hayranlığından, Türkiye ilericiliğine duydukları nefretten çok, beni Türkiye soluna yapışmaya çalışan bayağılıklar ilgilendiriyor. Onları çok daha tehlikeli buluyorum.

Peki, sağ kavram üretemez mi? Sağın aydını olamaz mı? Bu tür itirazlarla hiç karşılaşmadınız mı?
Sağ kavram üretir de, biz ona kavram falan demekte güçlük çekeriz. Aydının sağcısı olmaz, teknokratı olur. “İnteligentsia” başkadır, “teknokratsia” başka... Sağın özelliğidir: Bunlar düşünce üretemedikleri ve hep taklitçi olduklarından bizden “yürütürler”, ama bize karşı kullanırlar... Bunu da hep aracıları üzerinden yaparlar. Birikim, İletişim, Ayrıntı, Metis vs neden var? Neyse, sonuçta, entelektüel şiddet kavramı Türkiye’de sosyalist bir toplumun mümkün olduğunu, bunun için ilerici jakoben geleneğin yeterince güçlü bir aydın malzemesi yaratabildiğini söyleyen ve emeğin iktidarı için her olanağı kullanacağını ilan eden devrimcilerin ortak malıdır. Önce benim kafamdan çıkmış olması bu çerçevede hiç önemli değil. Ama sola savaş açmış çevreler bizim üretimimize el uzatırsa, kendilerine “Bu resmen hırsızlıktır, buna izin vermeyiz, rezilliğinizi kamuoyu önünde yüzünüze vurmak görevimizdir” demek zorundayız. Demezsek, adamlar sahip çıkacak ve bizim söyleyecek sözümüz kalmayacak bir süre sonra... Bir cehennemin eşiğindeyiz zaten. Nasıl susabiliriz? “Ağır abi”lik mi taslayacağız? Kime? Susamayız... Ortalığı ayağa kaldırmak zorundayız.

Bu kavramı sağın kullanmaya kalkması sizi rahatsız ettiği için mi bu kadar uzun süre beklediniz?
Bu kavramı devrimci kardeşlerimiz kullanabilir elbette. Kendilerinin katkılarını, hatta rötuşlarını ve altüst etmelerini de bekleriz. Sonuçta emekten yana sol-sosyalist bir iktidar için kavga ediyorlar. Ama tüm yaşamlarını Türkiye soluna karşı mücadele etmeye ayırmış adamların veya kadınların, her nasılsa yaratıp üzerinde çalıştığımız bazı kilit kavramların üzerine oturmaya çalışması ve bunları bize karşı kullanma hırsı, geçiştirilemez.

Neden?
Çünkü genç kuşak devrimci düşünce adamlarının kendilerinde bir güven duygusu yaşaması gerekiyor. Bu sağın bize verdiği hiçbir şey yoktur. “1923 Projesi” örneğin, o bile dönemin sağına karşı verilmiş bir mücadeledir. Bu sağın hep bizden aldığı ve bize karşı kullandığı şeyler vardır. Allahın tüccar imamlarının, anarko veya troç düşüklerin, en azından benimle nasıl bir ilişkisi olabilir? Bu çevreleri, bayağılıklarını yüzlerine vurmak dışında ve Türkiye genç devrimci hareketine de, “Muhtaç olduğun kudret, sağda değil, senin kendi mücadele tarihinde var!” demek dışında bir şey yapamayız. O nedenle fikir dünyasına müdahale edecek, mevcut sanat pratiklerini bombardımana tabi tutacak yeni yayın organlarına, düzenli ve yaratıcı dergilere, etkinliklere ihtiyacımız var. Bu aleme bodoslama, ama entelektüel şiddetin yakıştığı bir hiddet ve derinlikle karşı çıkacak yayınlar, yayınevleri ve etkinlikler örgütleyemezsek, bunlar Türkiye’nin ve bizim tozumuzu atmaya kararlılar. Bizi bire kadar bitirmeye kararlılar... Her alanda. Buna izin veremeyiz. Anlaşılan bu konuda başka yerlerde de yazacağım... Durum çok vahim ve hiç de öyle korkulacak bir açığımız yok. Tersine, “muktedirler koalisyonu” son derece güçsüz, bayağı ve sığ... Kalabalık olmadıklarını söylemiş olmuyorum.

(soL - Kültür)