Sabahattin Ali belgeseli: O işçi sınıfının aydınıdır

TPAO Batman Orkestrası'nı konu alan "Kara Altından Altın Mikrofona" adlı filmi ile 2010 TRT Belgesel Film Ödülü'nü kazanan yönetmen Metin Avdaç, Sabahattin Ali belgeselinin çekimlerini tamamladı. Avdaç ile 2 Nisan’da gösterime girmesi beklenen yeni belgeseli "Sabah Yıldızı" hakkında konuştuk.

Daha önce TEK işçileri, mevsimlik tarım işçileri, orman işçileri ile ilgili belgeseller yaptınız. Sabahattin Ali belgeseli buna nasıl bağlanıyor?
Sabahattin Ali bu toplumun aydınlanması için mücadele vermiş, sonuçta bu yolda bir cinayete kurban gitmiştir. İşçilerin, köylülerin aydınlanması için, sosyalizm için mücadele etmiştir, bunu da canıyla ödemiştir. Bu anlamda, eserlerinde sosyalizm bilincini vermesiyle Sabahattin Ali emekçidir, işçi sınıfının aydınıdır, sınıftan ayrı düşünülemez.

Bu ülkede Sabahattin Ali’yi pek bilen yok, anlatılması istenmiyor. 1928’de bir orman işçisini anlattığı Bir Orman Hikayesi’ni yazıyor, bu ilk öyküyü ve Nâzım Hikmet’in de çalıştığı, Sertellerin çıkardığı Resimli Ay dergisinde yayınlanıyor öyküsü. Nâzım’la da burada tanışıyorlar. Nâzım çok beğeniyor öyküyü, hatta bu görüşmeyi “Mozart ile Beethoven’in karşılaşmasına” benzetiyor. Çok müthiş bir dili var, anlatımı çok rahat. Bunları Değirmen öyküsünde de, Kuyucaklı Yusuf’ta da de görürsünüz. Sabahattin Ali çok önemli bir değer, bu ülkeye ait, bu halka ait, sosyalizme ait bir değer.

Sabahattin Ali’nin pek çok öykü kitabı yabancı dillerde de yayınlanmış. Örneğin Bulgaristan’da Türkiye’den daha fazla bilindiğini söyleyebilirim, adı okullara verilmiş. Umarım burada da Sabahattin Ali’nin ismi bir okula verilir ya da adını yaşatacak bir kültür merkezi kurulur. Sabahattin Ali’yi araştırırken onun görev yaptığı okullarda okul müdürleriyle, büyükelçilerle, sanatçılarla, gazetecilerle konuştuğumda Sabahattin Ali’yi tanımayan çok fazla insanla karşılaştım.

Ben Konya’da okudum ortaokulu, Sabahattin Ali orada sürgündeyken benim okuduğum okulda öğretmenlik yapmış, oysa bunu okulun öğretmenleri bilmiyordu.
Paşakapısı Cezaevi’nde çekim yaparken Sabahattin Ali belgeseli yaptığımı duyan mahkumlardan olumlu pek çok tepki aldım. Suçlayıp da cezaevinde soktuğumuz insanlar Sabahattin Ali’yi biliyor, ama okullarda öğretmenler bilmiyor. Gerçekten çok üzücü bir durum bu.

Belgesele nasıl karar verdiniz? Nereden başladınız?
Bir fotoğrafçı abimizle yolculuk sırasında çıktı bu fikir, böyle ciddi bir belgesel olmadığını öğrendim ve bu belgeseli yapmaya karar verdim. Kitaplarını okudum, önce Sabahattin Ali’yi tanıdım. Ardından, yine bana bu fikri veren dostumuz Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali ile tanışmama vesile oldu. Film fikri 2010 Mayısı’nda ortaya çıktı, hemen hazırlıklara başladık. Bir yandan filme başladık, bir yandan da araştırmalarımız devam etti. 3 Temmuz 2010’da Kırklareli’nde Sabahattin Ali Günleri’nde çekimlere başladık. En son çekimi de Ekim ayında Sabahattin Ali doğum yeri olan Kırcaali’ye bağlı Ardino kasabasında yaptık. Bulgaristan’daki bu çekimler dört gün sürdü. Yaklaşık iki aydır da kurgu devam ediyor. Martta tamamlanacak ve 2 Nisan’da galası olacak. Bu filmin sinemalarda da gösterilmesi için çaba sarf ediyorum, tabii bunun için biraz destek gerekecek, olacağına inanıyorum.

Sabahattin Ali’nin ölümü hâlâ karanlıkta. Yurtdışına kaçarken kaybolduğu, devlete bağlı bir ajan tarafından öldürüldüğü gibi muhtelif rivayetler var. Siz bu konudaki araştırmalarınızda nasıl bir sonuca vardınız? Belgesel çalışması sırasında bulduğunuz ilginç şeyler var mı?
Öncelikle Sabahattin Ali’nin mezarı yok, kayıp. Kırklareli civarında bir ceset bulunuyor ve yakın bir köye götürülüp oraya gömülüyor. Takip eden zamanlarda köylüler Sabahattin Ali’nin kaybolduğunu öğreniyorlar ve gömdükleri bu kemikleri çıkarıp otopsi için Kırklareli’ne götürüyorlar ve bulgular bu kemiklerin Sabahattin Ali’ye ait olduğunu gösteriyor. Ali Ertekin ise cinayeti işlediğini itiraf ediyor daha sonra.

Otopsi raporuna ulaşmak için Kırklareli Devlet Hastanesi yetkilileri ile görüştüm, ancak raporun Cumhuriyet Savcılığı’nda olduğunu söylediler. Biz de savcılığa sordurduk ancak raporun kayıp olduğunu öğrendik. Yangın çıkmış, sel almış. Bu ülkede hep arşivler bodrumlarda yer alır, insanlar gibi kayıtları da yok etmek adına. Nisan yağmuru sonucu sel olduğu, arşivlerin bulunduğu bodrumu su bastığı ve belgelerin de hamura döndüğü söylendi. Hatta yangın çıktığı ve belgelerin yandığı da söylendi.

Bunlardan başka, Sabahattin Ali katili olarak bilinen Ali Ertekin’in kızıyla röportaj yapmak istedim. Talebimi yüz yüze de, telefonda da dile getirdim, ancak kabul etmedi. Sonuç olarak Ali Ertekin’in katil olup olamayacağı hakkında kesin bir şey diyemiyorum. O dönemin tanıkları da yok. Mesela emniyet mensupları öldüler. Ama bu belgeler devlet arşivinde var. Devletin bu belgeleri ortaya çıkarması, olayı aydınlatması ve özür dilemesi gerekiyor. Aradan kaç yıl geçmiş olursa olsun bu devletin sorumluluğundadır, mevcut hükümetin sorumluluğundadır.

Filiz Ali’nin arşivi dışında ne tür kaynaklardan yararlanabildiniz?
Tarih Vakfı’nda Sabahattin Ali tarafından yazılan mektuplar duruyor, onlara ulaştım. Filiz Hanım’ın elindeki çok sayıda fotoğraf, gazete kupürü ve mahkeme tutanakları var, onlardan yararlandım. Dönemin tanıklarından faydalanmaya çalıştım, örneğin Rasih Nuri İleri’nin anlatılarından ve elindeki belgelerden. Ardino’da Sabahattin Ali’nin doğduğu mahalleye gittim. Evi yıkılmış, bir bahçe şu anda. Oradaki insanların anlatımını kayıt altına aldım. Bunlar belgeselde yer alacak. Geniş kapsamlı bir belgesel oluyor. Ayrıca Bulgaristan’da Sabahattin Ali üzerine çalışan Prof. Dr. İbrahim Tatarlı ile görüştüm. 1928-30 dolaylarında Almanya’da eğitim almaya gittiği okulu buldum. Ayrıca Kürk Mantolu Madonna’da yaptığı Almanya tasvirlerindeki sokaklarda, parklarda çekim yapıldı.

Canlandırmalar da var değil mi filmde? Bu yönüyle de önceki çalışmalarınızdan farklı bir belgesel
Evet, canlandırmadan da yararlandık. Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevi’nden Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektuplar canlandırıldı. Aldırma Gönül şiiri de bu canlandırmalara alındı. Yine Ayşe Sıtkı’nın Sabahattin Ali’ye yazdığı mektuplar, kaçış sahnesi, Istranca ormanlarında Ali Ertekin’le karşılaşması, bunları da canlandırma olarak çektik.

Sabahattin Ali'nin sadece edebiyatçı yönünü anlatmıyoruz burada, yani Sabahattin Ali’nin hayatı boyunca Türkiye’deki çalkantılı dönemlere de yer vereceğiz. Almanya’daki Nazizmin yükselmesine, Türkiye’deki Turancıların da Nihal Atsız’ın girişimiyle bu paralelde hareketlenmesine, cadı kazanı olarak nitelendirilen 1940’lı yıllara da değineceğiz.

Gerçekten son derece ilginç bir dönem: Savaşın kıyısında bir ülke, bir yandan Sovyetler Birliği, bir yandan Nazi Almanyası, bir yandan İngiltere’nin, Amerika’nın girişimleri, diğer yanda açlık, sefalet, yokluk koşulları, hükümetin Nazi Almanyası ile gizli ittifakları...
‘40'larda malzeme çok aslında, ama bu malzemeyi işleyebilmek için ekonomik güç gerekiyor. Hele ki böyle bir belgesel söz konusu olduğunda. Ben Sabahattin Ali olunca çok rahat destek alacağımı düşündüm, ama hiç de öyle olmadı. Bu Kültür Bakanlığı destekli bir proje ama bu destek yetmiyor, ayrıca destek arıyoruz. Ekipteki arkadaşların emeklerinin karşılığını ödemek için sponsorluk desteği arıyoruz. TRT’yi bu konuda düşünmedik, müdahale olsun istemedik filme.

Peki, sırada ne var, bundan sonra ne yapmayı hedefliyorsunuz?
Bildiğim kadarıyla Maden’den (1978, Yön: Yavuz Özkan) bu yana işçi sınıfını anlatan bir film yapılmadı. Örgütsüz, hak aramayan, sendikasızlaştırılmış işçi sınıfını, sınıfa yabancı sendika sistemini anlatan bir kurmaca film yapacağım. Senaryosuna bu filmden sonra başlamayı planlıyorum.

(soL - Kültür)