Ressam Ömer Koçağ: Örgütlü olmanın sanat yapmayı kısıtladığı büyük bir yalan

“Sanatçı özgür olmalı, bir ideolojinin peşinden gidersen sanatını etkileyebilir” deniyor. Nasıl etkiler? Mesela sosyalist olmak nasıl etkiler? Ne yapamazsın? Bunun bir yanıtı yok bence."

Olgu Ülkenciler - Yeşim Karayiğit

Ressam Ömer Koçağ soL'un sorularını yanıtladı. Koçağ, "Örgütsüz olup, örgütlü olmanın sanat yapmayı kısıtladığını söyleminin büyük bir yalan olduğunu düşünüyorum" dedi.

Röportaj şu şekilde: 

Boyun Eğme ve Gelenek dergilerinin kapak resimlerinde imzanızı sıkça görüyoruz ancak sizin hakkınızda bilgimiz sınırlı. Öncelikle kendinizden biraz bahseder misiniz? Ömer Koçağ kimdir ve neler yapmıştır?

Resim meselesinden başlayayım. Aslında çocukken de resim yapıyordum. Babam bir resim defteri almıştı, ilk ona resimler çiziyordum. Ama ciddi anlamda başlamam 2009’da İstanbul’a geldiğimde Mesut Eren ile çalışmamla oldu. İlk olarak desen çalıştık beraber. Sonra yağlı boya denedim. Bir taraftan resim sanatının tarihi ile de ilgileniyordum, ikisi beraber gidiyordu. Mesut’un atölyesinde hem resim okumaları yaptık hem de desen çalıştık.

Gelenek ve Boyun Eğme’deki illüstrasyonlar için de şöyle söyleyeyim, sosyal medya paylaşımlarından birkaç arkadaşımın görüp de önermesi ve “sen yapsana bunu” demeleri beni epey heyecanlandırdı. Normalde resimlerimi yaparken bir konu belirlemiyordum. Bir konunun verilmesi ilk etapta çok zorladı beni. İlk iş Gelenek kapağıydı. Aytek Soner Alpan ile görüştüm. O “Gelenek'in 127. sayısı için Partiyi soyutlayabilir misin?” dedi. Düşündüm düşündüm, görsel anlamda da geleneksel bir tat bıraksın diye konstrüktif işlere benzer bir iş yaptım. Sonra olumlu tepkiler aldım, partililer sevdi. Hoşlarına gitti, benim de hoşuma gitti. Gelenek’in konsepti değişmişti, içinde de çizimler olacaktı. Konuları farklı farklı, teorik konular, bunları resimlendirmek, soyutlamak zor. Bir çizgi tutturmaya çalıştım orada ama ne kadar başarılı oldum bilmiyorum. Mesela ekonomi yazılarına da çizmeye çalışıyorum. Batırdığım da oluyordu, aklıma iyi bir fikrin geldiği de... Birilerine de soruyordum, nasıl yapalım, ne edelim.

Bu nasıl bir deneyimdi senin için?

Aslında ilk defa bir konuyu merkeze koyarak resim yapmaya Gelenek kapağı çizimleri ile başladım. Genelde yaptığım işler deneysel, malzeme denemek, kağıt denemek, mürekkep denemek oluyordu. Bir konu anlatabilme, hikayecilik yapabilme daha güzel oluyor. Yoksa sadece biçimsel bir şey koyuyorsun ortaya.

Bu açıdan, bu deneyim çok ufuk açıcı oldu. Normalde resim yaparken düşünmeyi, bir şey anlatmayı tercih etmiyordum.  Zaten zorlanıyorum da. Kolayına kaçan şeyler yapıyorum. Her zaman yaptığım figürler, istifler var. Yerini, rengini değiştiriyorum, başka bir yere koyuyorum ama bir konu geldiği zaman epeyce zorlayıcı oldu. O zaman nasıl anlatırım diye düşünmeye başlıyorsun. Bir şekilde anlatırsın ama bir sürü şey var, klişeye kaçabilir, çok soyut olabilir. Ortaya koyduğun şeyin anlaşılır da olması gerekiyor. Bir sürü kaygı var. Bu kaygılarla yola çıktığın zaman o, beyni çalıştırıyor, zorluyor seni; o açıdan illa ki faydası oluyor.  Bir de parti yayınlarını resimlemek şöyle keyifli: dışarıda kolayca bulabileceğiniz birçok yayında illüstratif işler yok, ama derginin bir köşesindeki illüstratif işlerin olması okunurluğu da kolaylaştırıyor.

Peki senin referans aldığın sanatçılar var mı?

Olmaz mı! Resim sanatı tarihindeki her ressamı seviyorum. Hepsinde bir öncekinden izler var ve bir sonrakine de izler bırakmış. Resim sanatı tarihinde o sıralamayı en basmakalıp şekilde okusan bile hepsi bundan bahseder ve doğrudur. Ama özelinde sevdiğim ressamlar var, Rembrandt’ı çok seviyorum, onun ışık düzeniyle ilgileniyorum. Kompozisyonunu sevdiğim ressamlar var, değişebiliyor. Bu aralar Daumier’in resimlerine özellikle tekrardan bakıyorum. Onun basit ama etkili istifleri benim son dönem yaptığım çalışmalarda da etkisini gösteriyor. Mürekkep işlerini takip ettiğim Rıza Savaş var, Mesut Eren’in işlerini de seviyorum.

Sanatın her alanında ama özellikle plastik sanatlarda bireyciliğin, kimlikçiliğin zirvede olduğu bu zamanlarda, siyasal bir mücadele içinde bulunmanın ve örgütlü olmanın kazanımları var mı? Ya da çoğu zaman söylendiği gibi bu, sanatçı için kısıtlayıcı bir durum mu?

Örgütsüz olup, örgütlü olmanın sanat yapmayı kısıtladığını söyleminin büyük bir yalan olduğunu düşünüyorum, hatta bir “likidasyon yalanı” olduğunu söyleyebilirim. Bilmeyen arkadaşlarıma da anlatmaya çalışıyorum. “Sanatçı özgür olmalı, bir ideolojinin peşinden gidersen sanatını etkileyebilir” deniyor. Nasıl etkiler? Mesela sosyalist olmak nasıl etkiler? Heykeltraşsın, özgür ve eşit bir dünyaya inanıyorsun, bu ideolojiye sahipsin; bu sanatını nasıl etkiler mesela? Ne yapamazsın? Bunun bir yanıtı yok bence.

Oysa tüm bu söylemlerin karşısında örgütlü mücadelenin içinde olmak insanı daha çok zenginleştirir çünkü sadece sokakta bildiri dağıtmak, gazete satmak değil ki örgütlenmek. Dünyayı değiştirmeyi istiyorsun sonuçta... Bu bilakis yaratıcılığı kışkırtıyor. Ayrıca tarihe bakarsak, güzel olan ne varsa altında marksistlerin, sosyalistlerin imzası var. Olmasa bile, sanatçıları eleştirileriyle bir şekilde etkilemişler. Örgütlü mücadele insanı geliştirir, zenginleştirir.

Kapitalist toplum herkesi bir şey olmaya zorluyor, sadece bir “şey” ol... Ama bizim yaratmaya çalıştığımız yeni insan daha zengin. Kapitalizm, insanın zengin bir varlık olduğunu unutturan bir sistem, sosyalizm ise bunun tam tersini yapar. “Sovyetler Birliği’nde özgürlük yoktu, bir yazarın en fazla şu kadar kitabı basılabilirdi, heykeltraşsan ve yönetimle papaz olursan heykellerini dökemezdin” işte bunlar likidasyon dönemi atılan yalanlar!

İnsanlığın doğuşundan beridir var olan kadim bir sanat olarak resimin, insanlık tarihinin dönemeç noktalarında mutlaka iz bıraktığını görüyoruz. Aydınlanma çağından, Fransız Devrimi’ne, 19. yüzyılın işçi sınıfı mücadelelerinden Ekim devrimine kadar ve 20. yüzyıl boyunca resim hem çığır açıcı gelişmeler yaşamış hem de bütün bu süreçlerde misyon üstlenmiş. Bugün böyle bir misyondan söz edebilir miyiz?

Toplumsal dönüşümlerin yaşandığı, artık toplumun bir yerden bir yere evrileceği dönemeçlerde, eğer iyi bir sanatçıysan ve bunu sezebiliyorsan, zamanın ruhunu yakalıyor ve  resmediyorsundur. Bunu yaparken de farklı bir yöntem, tarz deniyorsan, hem ihtiva olarak hem de biçim olarak yeni bir şey anlatıyorsundur. İşte akılda sadece o kalır, sanat tarihine de böyle geçer. Toplumsal bir dönüşümde, resim sanatı bu dönüşüme eşlik eder. Mesela Goya savaşın felaketlerini ve açlığı resmetmeseydi, onu sadece bir  saray ressamı olarak kimse hatırlamazdı. Benim resimlerime gelirsek, sanat tarihinde figür resmi yapan ressamlara öykünmeyi seviyorum, onları taklit ediyorum; özgün bir şey bazen çıkabiliyor ama “yeni” bir şey olduğunu söyleyemem. “İz bırakmak” sayılmaz ama bu konuda beni en çok mutlu eden şeylerden biri: resmimi bir eylemde görmek, bir yayında kullanılması.

Son olarak, bugün özellikle aydın ve sanatçılar arasında umutsuzluğun yükseldiğini görüyoruz. Sanatçıların bile ütopyalarını yitirdikleri böyle bir güncellikte, ne yapmalı?

Etrafınızda bir sürü arkadaşınız vardır, benim de var. Bu ülkede bırak sanat yapmayı, nefes bile alınamıyor artık. Bu nedenle, insanlar belki de haklılar. Ama suçlular da. Herkes kadar suçlular. Çünkü umut zaten yerden bitmez ki. Ortak kaygıları olan bu insanlar bir araya gelmeden, söylenme hakkına da sahip olamazlar.