NHKM'de müzik ve siyaset ilişkisi tartışıldı

Cuma akşamı Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde müzik ve toplumsal mücadele arasındaki ilişki tartışıldı. Bu topraklarda devrimci müziğin nasıl olması gerektiğine dair tezlerin ortaya atıldığı tartışmada bir haz ve duygulanım aracı olarak müzikte biçim ile siyaset ilişkisi tarihten de örnekler verilerek masaya yatırıldı.

Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde Cuma akşamı düzenlenen “Müzik ve Sınıflar Mücadelesi” adlı panelde Ali Cenk Gedik, Nimet Çakıcı, Emin İgüs ve Kemal Okuyan müzik ve siyaset ilişkisini tartıştılar.

Kemal Okuyan, müziğin gelişiminin sınıf mücadeleleriyle paralellik gösterdiğini, müziğin büyük dönüşümlerin büyük toplumsal alt oluşların sırasında veya hemen öncesinde olduğu ifade etti. Batı müziğinin J.S. Bach'tan itibaren kiliseden ve dolayısıyla mistisizmden koparak geliştiğini ifade eden Okuyan, doğu toplumlarında kendini tekrar eden basit yapıların ve mistisizme kaçışın aşılamadığını belirtti.

Okuyan müzikte popülerlik ve elitizm konusuna da değinerek, sanat müziği ve halk müziği ayrımında “halka bırakalım, beğeniyorsa tamamdır” şeklinde özetlenebilecek liberal tezin sorunlarına değindi. Direnmenin, baş kaldırmanın da halk müziğinden arındırıldığını, 20 yy. halk müziğinin bu mücadeleyi simgeleyemediğini, dolayısıyla da 20 yy. halk müziği diye birşeyin olmadığını belirtti. Halkın estetik değerlerinin vakumda, başka etkilerden bağımsız oluşmadığının altını çizen Okuyan, “halkın dinleyebildiği müziğin” egemen sınıfın halkın dinlemesini istediği müzik olduğunu belirtti. Bu anlamda arabesk müziğin halk müziği olmadığını ve geniş kitleleri aptallaştıran müzik türleri ile mücadele etmek gerektiğini de söyledi.

Müzikteki ideolojinin sözlü müzikteki sözler ile kısıtlı olmadığını sözsüz müziğin de, ritim, melodik yapı, armoni vb. yanları ile ideolojisinin olduğunu belirten Okuyan, buna örnek olarak arabesk bir şarkının sözlerinin devrimci sözlerle değiştirilmesi durumunda şarkının devrimci duygular yaratamayacağı gerçeğini verdi.

“Müzisyen kimliğinle nerede duruyorsun?”
Emin İgüs ise tartışmaya sanat dili ile siyaset dilinin birbirinden farklı olduğunu belirterek başladı. Siyasetin işlettiği saatin sanatın işlettiği saat ile birbirinden farklı olduğunu belirten İgüs, siyasetçinin hayatın hızına yetişmek zorunluluğu olduğunu belirtti. Siyasetin sanat da dahil olmak üzere herşeyin içinde olduğunu belirten İgüs bundan farklı olarak 'sanatın siyasallaşması' kavramına değindi. İgüs bunun neoliberal zeminde bir örnek olarak, reklam dünyasında ürünlerin tanıtımında ürünlerin işlevselliği ile ilgili olmayan, hayatın farklı alanlarından haz ve duygulanımlar çağrıştırılmasını örnek verdi.

Sanatın var olanı güçlendirmek ya da zayıflatmak gibi bir işlevi olduğunu, sanatın yaşamı belirlemek anlamında siyasetin gücüne sahip olmadığını belirten İgüs, sanat ve siyasetçinin buluşma noktasının dünyaya nereden baktıkları olduğunu ve ancak bu durumda bir düşünce ve duygu birliği kurulabileceğini belirtti. “Müzisyen kimliğinle nerede duruyorsun?” sorusunun ve cevabının önemli olduğunu, sanatçının durduğu noktanın yaptığı müziğe yansımasının, o müziği belirlemesinin kaçınılmaz olduğunu belirtti.

Emin İgüs 'sanatın siyasallaşmasına' ikinci bir örnek olarak da sağcıların sıkıştıkları ve insani duygular uyandırmaya ihtiyaç duydukları noktada Nazim Hikmet'ten şiir okumalarını verdi. Tayyip Erdoğan'ın, Emine Erdoğan'ın, Angela Merkel'in Nazım'dan mısralar okuduklarını belirten İgüs, sağcı şairlerin bu duygulanımları yaratabilecek eserleri olmadığını da belirtmiş oldu.

Basit olan geri mi?
Minimalist formun basit ve kendini tekrarlayan yapıda olmasına rağmen bu türün kimi örneklerinde işçi hayatının, fabrika seslerinin kullanıldığı bazı minimalist bestecilerin fabrikalarda işçiler ile beste yaptığını söyleyen Nimet Çakıcı, örnek olarak ABD'de grevlerde bu tip müziklerin kullanıldığını ifade etti. Basit yapıda olduğu için bu müzikleri küçümsememek gerektiğini belirtti. Aynı şekilde yaşanmışlıklardan gelen Doğu ve İç Anadolu müziklerinin de biçim olarak basit de olsa önemli olduğunu, sanatı kategorize etmenin sadece biçimin karmaşıklığını referans alarak almayı sorguladı.

“Müzik patinaj yapıyor”
Tekrar sözü alan Okuyan günümüz müziğinin yaratıcılık sergileyemediğini, patinaj yapan düzenin patinaj yapan müziği doğurduğunu ifade ederken, gelişkin müziğe ulaşmak için piyasadan kurtulmak gerektiğini belirtti. Doğu müziğini küçümsemediğini ancak örneğin doğulu toplumların devrimci eserlerinin ya Batı'dan ödünç alınan ya da ancak verili nesnelliği tarif edebilen müzikler olabildiğini söyledi. Buna örnek olarak da Filistin mücadelesinin müziğini verdi.

Müziğin insanların birbiri ile kurdukları ilişkiyi düzenleme ve ilerletme görevi olduğunu belirten Okuyan, müzik yapmak ile kolektif çalışmak arasındaki bağlantıya dikkat çekti. Müziğin önemli bir işlevinin kolektivizm olduğunu, Türkiye toplumununda ise örneğin birlikte şarkı söyleme geleneğinin ancak futbol stadyumu ile sınırlı olduğuna değinen Okuyan, SSCB'de devrimden sonra yüz binlerce koro çıktığını belirtti.

Müziğin mücadele yollarından birisi olduğunu belirten panelist konuşmacıları, tarihimizden örnekler olarak Ruhi Su, Selda Bağcan, Timur Selçuk, Zülfü Livaneli ve Ezginin Günlüğü'nü örnek verdiler. Ruhi Su'nun Türk aydınını toprağı ile barıştırdığı ifade edililirken, Timur Selçuk'un daha önce salon enstrumanı olarak görülen piyanoyu başarılı bir şekilde mücadele müziğine soktuğu belirtildi. Selçuk'un müziğinin kıpırdanmakta olan toplumdaki insana destek ve itki verdiğini belirten Kemal Okuyan, bu müzisyenlerin müzikleri ile o dönemki toplumsal mücadelenin ruhunun birebir örtüştüğünü belirtti. 80 sonrasında Livaneli müziğinin “İnsan yaşıyor” duygusunu oluşturduğunu ve bunun yenilmiş devrimcileri ayakta tutmaya yaradığını beliten Okuyan, bestelerinin derin olmasa bile o günün ihtiyacına denk düştüğünü belirtti.

Bugünün müziğinin ise direnci arttırmak zorunda olduğunu, acıyı telaffuz etmek olmadığına değinen Okuyan popüler müziğin en ileri estetikte, en doğru duyguları ortaya çıkartan ve en hızlı yayılan müzik olması gerektiğini belirtti. İnsanların zaten günlük hayatta acılar yaşadığını, bu nedenle acıları tekrar dillendirmek yerine bu acılardan hareketle insanları ayağa kaldıracak onlara insan kalmak ve mücadele enerjisi verecek bir müziğin gerekli olduğunu belirtti.

Sanatın yaşamdan kopuşu
Ali Cenk Gedik Okuyan'ın dediğine örnek olarak Fransız devriminden hemen sonraki şenliklerin müziğini örnek olarak verdi. Sanatın hayatın içinde ve bir parçası olduğunu 'sanat' diye bir kavramın sanatın metalaşması ile ortaya çıktığını belirtti. Aynı şekilde müzik kavramının da Fransız Devrimi'yle ortaya çıktığını, müziğin daha önce lordların yemeklerinde eşlik eden, yemeğe meze olan bir etkinlik olduğunu ifade etti. Sanatın metalaşması ile sanat ve yaşamın birbirinden koptuğunu ifade eden Gedik de bugünkü konser salonlarında sessizce oturup dinlenmeyen, ayağa kalkacağımız bir müzik özlemini dile getirdi.

Panel dinleyicilerden gelen sorular ve konuşmacıların bu soruları cevaplaması ile devam etti.

(soL - Haber Merkezi)