'Nâzım’ın Yolunda' sergisi

NHKM'de 3 Haziran'da açılan ve yaz boyu sürecek olan “Nazım’ın Yolunda” isimli serginin tasarımcısı Didem Dayı, sorularımızı yanıtladı.

İnsel İnal

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde 3 Haziran 2017’de açılan ve yaz boyunca sürecek olan “Nazım’ın Yolunda” isimli sergi için serginin tasarımcısı akademisyen, KHK mağduru Didem Dayı ile görüştük.

İnsel İnal: Serginin tasarım ve uygulama sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

Didem Dayı: Tasarım süreci daha önce yaptığım çalışmalarla aynı olarak başladı. Konu aşağı yukarı bildiğim bir konu, benim için de son derece zevkli bir iş oldu. Konu aslında Nâzım’ın hayat hikâyesi. Ve Nâzım’ın hayat hikâyesini yazdığımı düşünerek kurguladım. Mekanın kendi içinde birtakım zorlukları vardı ama bu durumu göz önünde bulundurarak mekana yerleştirirken montaj yapılacak parçalardan oluşan bir düzenleme oluşturdum. Büyük ozan Nâzım’ı kaybedişimizin 54. yılında böyle bir projede yer aldığım için mutluyum. Bence bazı zorluklarına rağmen mekân ile iyi uyum sağlayan bir sergi oldu.

İnsel İnal: Çok güzel olmuş emeğinize sağlık. Sen aynı zamanda Marmara Üniversitesi Grafik bölümünde öğretim üyesiydin. Doçent olmana rağmen kadronu alamamıştın. Son KHK ile imzacı olduğun için ihraç edildin. Aslında hepimiz bu süreci biliyoruz ama bilmediğimiz perde arkası meseleler var mıdır? Bize bu süreçten biraz bahsedebilir misin?

Bu süreci aslında herkes biliyor. Türkiye’de haberim yok diyen bir insan bile artık bu durumdan haberdar. Neredeyse iki seneye uzayan bir süreçten bahsediyoruz. Kamuoyunda Barış Bildirisi olarak bilinen bildiriye imza attığım için önce psikolojik baskı altında kaldım. Sonrasında ise aslında beklediğimiz şey oldu, ihraç edildik. Sürecin ortasından beri az çok kendimizi hazırlamıştık. Eğitim Sen’li olduğum için o dönemde Eğitim Sen’in bilgilendirme toplantılarına katıldım. Benim için bu meselede en ilginç olan ve hazırlıksız olduğum şey 7 Şubat KHK’sı ile atılan gruptan ilk ilişiği kesilen insan olmam dolayısıyla aşırı bir güvenlik önlemiyle okuldan çıkartılmış olmamdı. Sonuçta Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ben tek kişiydim. Bir tek kişi aslında eşyalarını almaya ve iki tane imza vermeye geliyor. Bu kadar büyük bir güvenlik önlemiyle karşılaşacağımı tahmin etmiyordum.

Dolayısıyla o gün biraz gergin ve ilginçti. Meslektaşlarım, arkadaşlarım ve öğrencilerimin yanımda olmak istemeleri, onların hüzünleri, sükûnetleri en özellikli olarak hatırımda kalacak olan şey. Benim üniversite öncesinde farklı bir kariyerim vardı yani lisansı bitirdikten hemen sonra akademisyen olmadım, uzun süre piyasada çalıştım ve çok isteyerek girdim üniversiteye, bu işi yapmak için, hoca olmak için girdim. En sevdiğim şey öğrenci. Kurum içinde bulunduğum 14-15 sene boyunca her zaman nasıl daha iyi bir hoca olabilirim diye düşündüm, hiçbir zaman çok iyi bir hoca oldum demedim, üniversiteden atılmamla beraber anladım ki ben iyi bir hocaymışım. Öğrencilerimle çok iyi bir etkileşim kurmuşum. Aslında aktarmaya çalıştığım şeyleri aktarabilmişim, onların hayatlarına dokunabilmişim. Dolayısıyla kendi adıma süreçten kişisel, duygusal anlamda kazanımlarım oldu diyebilirim. Kime nasip olur ki böyle bir şey dediğimi hatırlıyorum. Kime nasip olur böyle uğurlanmak.

İnsel İnal: Hukuki süreç hakkında bir şey söylemek ister misin?

Bu işin en başından beri biliyorduk, çünkü mahkeme yolu kapalı olmak üzere çıkıyor KHK’lar, atıldıktan sonraki ilk toplantılarda hukukçu bir hocamızın söylediği gibi: ‘Biz indirgenmiş vatandaşlık’ yaşıyoruz şu an. Yani ben şu anda her Türk vatandaşıyla aynı özgürlüklere sahip değilim. Mesela benim seyahat etme özgürlüğüm, bilgi edinme özgürlüğüm yok. Çünkü devlet kurumları bizim verdiğimiz dilekçelerimizi kabul etmiyor. Üniversiteye verdiğim soruşturma dosyamı isteyen dilekçeyi üniversite dikkate almıyor, cevap dahi vermiyor. Evet, Eğitim Sen’in avukatları bizim adımıza davalar açtı ama bu davalar sonuç olarak rafa kaldırıldı diyebiliriz. Ama elbette hukuki süreci sonuna kadar takip edeceğiz. Ne olursa olsun biz bu kurumlara geri döneceğiz. Bu umudu asla kaybetmedik. Ama süreçteki dönem bizi daha iyi tanımlayacak diye düşünüyorum. Akademiden sonra ayakta durup duramadığımız, bu süreçte neler yaptığımız bizi daha iyi tanımlayacaktır. Hukuki olarak Türkiye’de çok radikal bir dönüşüm olmazsa oradan bir sonuç çıkacağına inanmıyoruz. KHK’lı olduğumuz için gündelik hayatımızda birtakım sıkıntılarla da karşılaşıyoruz. Mesela ben ertesi günü okulun bilgi yönetim sisteminden çıkarılmışım. Ve ertesi gün bizim kütüphane sisteminden de çıkarılmışım. Bu bizim üniversite için o kadar hızlı bir işlem ki... Yine ertesi gün e-devlet’e girdiğimde benim adımın yanında 686 sayılı KHK yazıyordu. Bunlarda bu sürecin ilginç detaylarından.

İnsel İnal: Bu süreçte üniversitelerden atılan öğretim elemanı sayısı kaç?

30 Nisan tarihinde sayı 451 olarak açıklanmıştı. Ama bu süreçte emekli olmak zorunda kalanlar, yurtdışına gidenler veya istifa edenler de oldu. Mesela bizim kurumda özlük haklarını kaybetmemek için emekli olmak zorunda kalan birçok hoca oldu.

İnsel İnal: Sadece üniversitelerden atılan hocalar özelinde düşünürsek, bu hocaların kendi aralarında herhangi bir örgütlenme ya da yanyana gelmeleri gibi bir durumdan söz edebilir miyiz yoksa kendi kendilerine bir savrulmayla mı karşı karşıyalar?

İnsanların sürdürmeleri gereken bir gündelik hayatları var dolayısıyla çok sistemli olarak bir takım şeylere katkı sağlayamayabilirler ama beni çok heyecanlandıran bir çaba var şu anda. İstanbul’da atılan hocalarla oluşturulmaya çalışılan. Sizin de bildiğiniz gibi İzmir, Ankara, Kocaeli’de, Eskişehir’de Dayanışma Akademileri kuruldu. Biz şimdi İstanbul’da İstanbul Dayanışma Akademisi’ni kurmayı planlıyoruz. Beni bu süreçte en heyecanlandıran şey bu aslında, başka türlü bir akademi. Dışarıda bir akademi mümkün mü? Bunu biz burada yapılandırabilir miyiz? Bu konuda bir sürü insan karşılıksız emek ve zamanlarını veriyorlar. Bir akademisyen olarak bu çok heyecanlandırıcı bir şey. Gönüllülük üzerine kurulu, ders çıktılarından bağımsız yeni bir yapı oluşturmak çok heyecanlandırıcı. Buradan ne çıkar ne çıkmaz bilemiyorum ama Haziran veya Temmuz ayında İstanbul Dayanışma Akademisi olarak ilk etkinliğimizi yapmayı planlıyoruz. Bu yaz yapmayı düşündüğümüz birkaç etkinliğimiz daha var. Böylelikle eylül - ekim aylarına iyice oturmuş bir şey ortaya çıkabilir.

İnsel İnal: Peki karşı sanatta bir sergi yaptınız. Onun da tasarımını sen yaptın. Cumhuriyet tarihi boyunca üniversitelerin başına gelenlerle ilgili iktidar ve akademi arasındaki sıkıntıları içeren dökümantatif bir sergiydi.

Öğretim Elemanları Derneği’nin Lütfiye Bozdağ’ın küratörlüğünde hazırladığı Karşı Sanat Çalışmaları’nda yapılan bir sergi idi ve evet tasarımını ben üstlendim. 1930’lardan beri bu yaşadığımızın aslında bir ilk olmadığına dair dökümantatif bir sergiydi. Çeşitli konjonktürlerde bu yöntemin devamlı işletildiği ki Korkut Boratav’ın söylediği şey "1948’de babamı, 1980’de beni, bugün de asistanımı üniversiteden attılar.’’ Bir gelenek gibi oldu bu ülkede. Bir kere bunu çok net açığa vuran bir sergiydi. Dökümanter olması nedeniyle çok değerli bir sergiydi. Çok kısa zamanda konuyla ilgili bir sürü belgeyi ve döküman bir araya getirildi. Muhakkak ki eksikleri var. Ve muhakkak ki geliştirmeye açık bir sergiydi. Ama Türkiye tarihine baktığımız zaman akademilerde hiç bu kadar kitlesel bir kıyım olmadığını görüyoruz. Sergi hem bu gerçekliği göstermesi hem de bu sürecin tanığı olmasından dolayı ilginçti. Eğer bu sürecin böyle gideceğini düşünürsek yani şuan da Akademisyenlerle birlikte 160 bine yakın insan kamudan ihraç edildi. Ve bu sürecin böyle gideceğini öngörürseniz maalesef önümüzde bir bu kadar daha dosya olacağa benzeyecek.

İnsel İnal: Dayanışma akademilerine karşı hiç bir baskı var mı şu anda?

Bir otosansür durumu söz konusu. Biz yasal bir yapı kuramayacağımızın farkındayız. Dayanışma Akademileri derneği ya da vakfı, platformu gibi bir şey kuramayacağımızı çok iyi bildiğimiz için var olmanın başka yöntemlerini arıyoruz. Sonuç olarak ben gidip evimde de ders verebilirim. Ama böyle bir şeyi hep beraber yaşatmak daha önemli. Onun yollarını keşfetmeye çalışıyoruz.