'Nâzım Hikmet'in antiemperyalist bilinci sınıfsal bir bilinçti'

Nâzım Hikmet Kolektifi tarafından gerçekleştirilen "Nâzım Hikmet ve antiemperyalizm" konulu panelde, Nâzım'ın antiemperyalist bilincinin sınıfsal olduğu vurgulandı. Ayrıca Nâzım Hikmet'in sahip olduğu marksist formasyonun, üretiminin omurgasını oluşturduğu da ifade edildi.

Haber Merkezi

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM) bünyesinde çalışmalarını sürdüren Nâzım Hikmet Kolektifi, "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim" romanı bağlamında “Yeni İnsan” konulu panelden sonra, dün de “Nâzım Hikmet ve Antiemperyalizm” başlıklı bir panel gerçekleştirdi.

Cüneyt Göktürk, Kaya Tokmakçıoğlu ve Reşat Bilici’nin kolektif adına katıldıkları panelde ilk sözü alan Reşat Bilici, bu denli marksist formasyonu gelişmiş bir şairin –bazı liberal ya da postmodernist yazarların yaptığı gibi– hayatının epizotlara ayrılamayacağını belirtti.

Ayrıca şairin hayatına dair işlerine geleni alıp işlerine gelmeyeni almazlık edemeyeceklerini ancak öne çıkan bazı başlıklarla Nâzım Hikmet’i tartışmak gerektiğini ifade eden Bilici, antiemperyalizm başlığının günümüz siyasi ortamıyla bağlantısına değinerek, şunları söyledi:

“Türkiye şu an seçim sürecinde. Bazı adaylar ve aday adayları var. Şubat 2014’te Bülent Arınç, başbakan yardımcısı olduğu dönemde İstiklal Caddesi’ndeki Ağa Cami’nin açılışını yaparken Nâzım’ın Ağa Camii şiirini okumuştu. Şiirin yazarının Nâzım olduğuna inanamadığını dile getirmiş ve Nâzım’a Tanrı’dan rahmetler dileyerek ona bir teveccühte bulunmuştu. Şiirde bir ‘galiz’ kelimenin bulunduğunu söyledikten sonra Nâzım’ın şiirini sansürlemişti. Arınç’ın yanında o açılışta Demirören, Özyeğin ve birçok holding patronu bulunuyordu. İşin ironik tarafı, Ağa Camii Demirören’in İstiklal’deki binası yüzünden tahrip olmuştu.” 

Nâzım Hikmet’in şiirlerinin tarihsel bağlamından kopuk düşünülemeyeceğini vurgulayan Bilici, “Ağa Camii şiirinin yazıldığı dönem, İstanbul işgal altındaydı. Nâzım bir yurtseverdi ve buna kayıtsız kalmamıştı” diye konutu.

"NÂZIM 6. FİLOYA SECDE EDENLERİN NİYET VE PLANLARINA SIĞMADI"

Türkiye Komünist Gençliği’nin başlattığı antiemperyalizm çalışmasına da değinmenin gerekliliğini vurgulayan Bilici sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ne zaman Nâzım’ı kullanmaya çalıştılarsa ellerinde patladı. Nâzım 6. Filo’ya secdeye duranların niyetlerine ve planlarına sığamadı. Nâzım’ın komünist, antiemperyalist karakterinden soyunup bir aşk şairi olarak yansıtılmaya çalışılmasında, emperyalist kapitalist sistemin bütünselliğini kavramak elzemdir ve antiemperyalist mücadele de bu bütünsellikte verilmelidir."

Nâzım Hikmet’in ilk dönemlerindeki yurtseverliğinin sınıf bilinci ve komünizmle buluşmasının önemini vurgulayan Bilici, “Nâzım’ın Moskova’ya gitmeden önce Anadolu’da gördüğü manzaranın sınıf bilincinin oluşmasında payı büyüktür. Köylülerin yoksulluğu, her evden birkaç kişinin cepheye sürülmüş olması, Kurtuluş Savaşı’nda savaşanların burjuvalar ya da İstanbul’da yaşayan aydınların değil, yoksul Anadolu köylüsünün olması Nâzım’ın bilincini Moskova’ya gitmeden önce şekillendiren önemli bir moment olmuştur. Daha sonrasında da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde aldığı eğitim, Nâzım’ın bu bilincinin gelişmesinde çok etkilidir” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

"MARKSİST FORMASYON, NÂZIM'IN ÜRETİMİNİN OMURGASINI OLUŞTURMUŞTUR"

Bilici’nin kaldığı yerden sözü alan Kaya Tokmakçıoğlu, “Genelde kavramların tarihselliği unutularak tartışma yürütülüyor. Yurtseverlik meselesi, antiemperyalizm, yeni insan ya da estetik kavramları, tarihsellikleri dışında tartışılırsa boşa düşecek kavramlar. Nâzım, 1928’de Türkiye’ye döndüğünde farklı bir Nâzım olarak karşımıza çıkıyor. Reşat’ın da bahsetmiş olduğu marksist formasyon Nâzım’ın üretiminin artık omurgasını oluşturmaktadır. 1938-50’deki hapis sürecinde, Nâzım’ın gazetede yayımladığı yazılardan tiyatro oyunlarına kadar tüm eserlerinde bu Marksist bakış açısı ve sınıf bilincini görebiliyoruz” dedi.

"NÂZIM'IN ANTİEMPERYALİST BİLİNCİ SINIFSALDIR"

Nâzım Hikmet’in tiyatrolarından örneklerle sözlerine devam eden Tokmakçıoğlu, “Jokond ile Si-Ya-U 1929’da yayımlanıyor. Nâzım’ın farklı teknikleri kullandığı, teknik açıdan avangard denebilecek tiyatro ögelerinin bulunduğu ve sinematografinin yoğun bir biçimde kendini hissettirdiği bir Nâzım yapıtı. Nâzım’ın bu tercihi ise dünya kapitalist-emperyalist sisteminin yaşadığı krizlere ayna tutan, ayrıca iki dünya savaşı arasını yansıtan metinler olması. Nâzım bize şunu sordurur: Antiemperyalizm hâlâ ulus-devlet formasyonu açısından belirlenen bir momente mi aittir yoksa sınıfsal mıdır? Yükselen faşizmin bilincinde olarak emperyalist sistemde bunun nereye düştüğünü çok açık bir biçimde kaleme almıştır” diyerek, Nâzım’daki antiemperyalist bilincin sınıfsallığına vurgu yaptı.

Sözlerine Benerci Kendini Niçin Öldürdü ve Taranta Babu’ya Mektuplar yapıtlarından örneklerle devam eden Tokmakçıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hint işçisi Benerci ise Britanya emperyalizmine maruz kalmış bir karakter. Nâzım bu eserini de –daha sonra Memleketimden İnsan Manzaraları’nda göreceğimiz– sinematografiyi ustalıkla kullanarak kaleme alıyor. Örneğin antiemperyalizm vurgusu bu metinde özgün bir biçimde sinema sahnesiyle verilir. Taranta Babu’da ise mevzubahis Kuzey Afrika’daki İtalyan faşizmidir. Jokond ile Si-Ya-U ve Benerci Kendini Niçin Öldürdü?den farklı olarak emperyalist sistemin faşizmle bağını ustalıkla ortaya koyan bir yapıt. Burada önemli nokta ise şu: 1930’larda faşizm tehdidi Almanya ve İtalya dışında da kendini hissettirdi ve bunun emperyalizmle bağı çok kuvvetliydi. Yapıttaki son mektup ise ayrı bir öneme sahip. Nâzım, faşizmin emperyalizmin ekonomipolitiğinden ayrı düşünülemeyeceğini ısrarla vurgular. Nâzım özellikle bu mektupta işsizlik seviyelerini yansıtarak, İtalya emekçilerinin hangi etnik kökenden olduğundan bağımsız olarak ezildiğini ve antiemperyalist mücadeleye omuz vermeyerek daha da ezileceklerini anlatmaktadır.”

"ANTİEMPERYALİZME DAİR VURUCU ÖRNEKLER KALEME ALDI"

Son sözü alan Cüneyt Göktürk, 1950’lerde Nâzım Hikmet’in siyasal mücadelesinin ana hatlarını anlattığı konuşmasında, “Nâzım’ın askere alınmaya çalışılması, yaşadığı tehditler, yurt dışına çıkışı bu döneme tekabül eder. İkinci Dünya Savaşı ya da diğer bir ifadeyle Paylaşım Savaşı’nın noktalanmasının üzerinden beş yıl geçmiştir. Sovyetler bu savaşta kendi anayurdunu savunmuş, faşizmi yenerek, muzaffer olarak savaştan çıkmıştır. 1952’den 63’e kadar mücadeleci, komünist bilinci her daim ön planda, en büyük duygusu yurt özlemi olan Nâzım, antiemperyalizme dair vurucu, çok tipik örnekler verir. Japon Balıkçısı’nı yazar mesela. 2018’in Türkiye’sinde bunu neden tartışıyoruz? Emperyalizmin ne olduğu konusunun uzmanı olmasa bile, okumuş bir toplamda bilindiği varsayılan antiemperyalizm, yalnızca sömürgecilik karşıtlığı olarak algılanmamalı. Büyük devrimci Lenin’in yayımladığı Emperyalizm broşüründe –daha sonra kitap olarak basılmıştır– belirttiği gibi 1900’lerin başında tekelleşme aşamasına ulaşan emperyalizm çok dramatik bir değişim geçirir” dedi.

"KAPİTALİZM VE EMPERYALİZM BAĞLANTISINI KAÇIRIRSANIZ, NÂZIM'I ANLAYAMAZSINIZ"

Göktürk şunları söyledi: 

“Nâzım Hikmet’in 1951-63 arasında yurt dışındaki mücadelesi emperyalizmin bu değişimiyle doğrudan bağlantılıdır. Örneğin, artık dünyada ve Türkiye’de yeşil çevre ile alakalı barış hareketlerinden bahsedebiliriz. Adnan Menderes iktidarı, Türkiye’nin NATO’ya girmek istenmesi, 1952’de mecliste bile tartışılmadan Bakanlar Kurulu kararıyla Kore Savaşı’na gönderilen insanlar… Bu dönemde yazdığı 23 Sentlik Asker şiiri çok değerlidir. Nâzım’da kapitalizm ve emperyalizm bağlantısını gözden kaçırıyorsanız, Nâzım’ın söylediklerini söyleyemezsiniz. Nâzım’da salt insani bir duyarlılık yoktur. Sınıf bilinci ve işçi sınıfından yana taraf olmak vardır. Sanatsal duyarlılığını ve becerilerini kullanarak sıradan Türk insanına dokunabilen mısralar yazmıştır. Bunu da hem bir Marksist hem de bir örgüt insanı olarak yapmıştır.”

Göktürk sözlerini, Nâzım Hikmet’in Türkiye İşçi Sınıfına Selam şiirini okuyarak noktaladı. 

Etkinlik, katılımcıların katkıları, sorularına verilen yanıtlar ve konuşmacıların 1 Mayıs daveti ile son buldu.