Los Angeles’tan ödülle dönen ‘Kar Zamanı’nın yönetmeni Çokbilir: 12 Eylül’ün izleri hayatlarımızdan silinmedi

ABD'den beş ödülle dönen kısa film Kar Zamanı'nın yönetmeni Cevahir Çokbilir, bir önceki filmi Nar Zamanı'nda olduğu gibi ödüllü filminde de 12 Eylül'ün Anadolu'daki yansımalarına odaklanıyor. Çokbilir ile Kar Zamanı'nı konuştuk.

soL - Antalya

ABD'nin Los Angeles şehrinde düzenlenen Independent Short Awards - Bağımsız Kısa Film Ödülleri Haziran 2018'de, Cevahir Çokbilir'in yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığı “Kar Zamanı” adlı kısa film beş ödül birden aldı. Film, Çokbilir’in yönetmen Semir Aslanyürek danışmanlığında hazırladığı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Film Tasarımı bölümündeki yüksek lisans bitirme tezi. 2014 yılında yaptığı Nar Zamanı adlı kısa filmle de birçok ödül alan Cevahir Çokbilir ile Kar Zamanı hakkında konuştuk. 

Aldığınız ödül için kutlayarak başlamak isteriz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Nerede okudunuz? Sizi sinema ile uğraşmaya iten faktörler nelerdi? Mesela neden öykü yazmayı tercih etmeniz de sinemaya yöneldiniz?

Teşekkür ederim. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Tv ve Sinema bölümü mezunuyum. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Film Tasarımı Yüksek Lisans bölümünü yeni bitirdim. Güzel sanatlar lisesinde müzik okumak istiyordum. Sınava birkaç ay kala hazırlandım ve sınavda heyecanlanıp piyanoyu bir oktav aşağıdan çaldığım için kazanamadım. Lise yıllarında ailem konservatuar okumama sıcak bakmadı. Müzik okuyanlar işsiz kalıyor dediler. Ben de o zaman sinema okuyayım dedim.

‘12 EYLÜL’ÜN ANADOLU’YA NASIL YANSIDIĞINI RESMETMEK İSTEDİM’

Kar Zamanı da, Nar Zamanı da, aynı hikâyenin değişik yüzleri gibi... Ne anlatmayı hedeflediniz? Anlatmayı hedeflediğiniz şeyin hayatınızdaki yeri, önemi nedir?

Kar Zamanı, Nar Zamanı'nın devam filmi ve hikâye olarak öncülü. 12 Eylül Darbesi'nin Anadolu'ya nasıl yansıdığını anlatmak, kısmen bir panorama çizmek istedim. 12 Eylül'ün izlerinin hayatlarımızdan silindiğini düşünmüyorum. Neredeyse toplumun tamamını doğrudan ya da dolaylı olarak tesir etmiş bir darbedir 12 Eylül. 

Rakamları tekrar hatırlamakta yarar var: 

  • Gözaltına alınanlar: 650.000 
  • Fişlenenler: 1.683.000 
  • Açılan dava sayısı: 210.000 
  • Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananlar: 230.000 
  • Bunlardan 141-142-163. maddelerden yargılananlar: 71.500 
  • Sivil mahkemelerde açılan davalar (1980-88 yıllar arası): 9,508 
  • Yargılanan “örgüt üyesi”: 98.404 
  • Hüküm giyen “örgüt üyesi”: 21.764 
  • Vatandaşlıktan çıkarılanlar: 14.000 
  • Pasaport verilmeyenler: 388.000 
  • Faaliyetten men edilen dernek: 23.700 
  • Toplam 644 cezaevindeki hükümlü-tutuklu : 52.000 
  • Açlık grevinde ölenler: 14 
  • Kaçarken vurulanlar: 16 
  • “Çatışma”da öldürülenler: 74 
  • Doğal ölüm raporu verilenler: 73 
  • “İntihar” ettiği bildirilenler: 43 
  • İşkence sonucu öldürülenler: 171 
  • Açılan işkence soruşturma veya davası: 9.962 (1982-1988 arası) 
  • İşkence yaptıkları suçlamasıyla yargılanan güvenlik görevlisi : 544 
  • 1402 Sıkıyönetim yasasına göre yapılan işlem : 18.525 
  • Hakkında işlem yapılan memur: 7.245 
  • Hakkında işlem yapılan öğretmen: 3.854 
  • Hakkında işlem yapılan güvenlik görevlisi: 988 
  • Hakkında işlem yapılan din görevlisi: 266 
  • Hakkında işlem yapılan öğretim görevlisi: 120 
  • Hakkında işlem yapılan mülki amir: 35 
  • Hakkında işlem yapılan hakim-savcı: 47 
  • Bölge dışına sürülenler: 7.233 
  • Görevlerine son verilenler: 4.891 
  • Cezaevlerindeki gazetecilerin aldığı ceza toplamı: 3.315 yıl 3 ay 
  • İstanbul gazetelerinin yayın yapamadığı gün sayısı: 300 gün 
  • Gazetecilere istenilen hapis cezası: 4.000 yıl 
  • Cezaevlerindeki gazeteciler: 31 
  • Polisçe aranan gıyabi tutuklu gazeteciler: 13 
  • Silahlı saldırıda öldürülen gazeteciler: 3 
  • Yalnızca 1989'da 16 günlük gazeteye açılan dava: 394 
  • Tazminat davalarının sayısı:211 
  • İstenilen tazminat miktarı: 12 milyar 848 milyon 
  • Yakılarak yok edilen gazete, dergi, kitap: 39 ton 
  • Yok edilmek üzere depolarda bekleyen yayın: 40 ton 
  • Basın özgürlüğünü kısıtlayan yasa sayısı: 151 
  • Yasaklanan yayın sayısı: 927 
  • Yasaklanan film sayısı: 927 
  • Haklarında idam cezası istenenler: 7.000 
  • Ölüm cezası verilenler: 517 
  • Askeri Yargıtay'ın onayladığı idam cezası: 124 
  • Dosyası Meclis'te bulunan idam hükümlüsü: 259 
  • İnfaz edilen idam cezası: 50 
  • İnfaz edilen sol görüşlü idam mahkumu: 18 
  • İnfaz edilen sağ görüşlü idam mahkumu: 8

‘METAFORİK, RÜYALARA DAYALI SAHNELER ANI PARÇALARINI BİRLEŞTİREN KALICI BİR İZ BIRAKIYOR’

Her iki filmde de, ilk filmde daha baskın olmak üzere, Gürcü asıllı Sovyet yönetmeni Sergey Paracanov'un "Sayat Nova: Narın Rengi" filminden ve başka filmlerinden üslup olarak özellikle etkilenmiş gibi görünüyorsunuz. Klasik bir dramatik yapı yerine anlara ve anı parçalarına odaklanan ve o anların ve parçaların toplamından bir imaj / izlenim yaratmaya soyunan bir yaklaşım var. Neden bunu tercih ettiniz?

Nar Zamanı'nda ve Kar Zamanı'nda da filmin anlatısını belirleyen karakter anne Hatice. Nar Zamanı'ndaki oğluna nar saklayan, oğlunu bekleyen anne Hatice; Kar Zamanı'nda da eşinin, oğlunun ve büyük kızının evden gitmek zorunda kalmalarıyla en küçük evladı ve hasta kızı Özlem'le başbaşa kalan anne Hatice. Anlara ve anı parçalarına odaklanmamızın nedeni Hatice ve Hatice'yle ve filmdeki diğer karakterlerle seyirci arasında kurulacak olan bağın daha da güçlü olması gereği. Nar Zamanı'nda da Kar Zamanı'nda aynı metaforik, rüyalara dayalı sahnelerin yoğun olması anı parçalarını birleştiren kalıcı bir iz bırakıyor diye düşünüyorum zihinlerde. Bu hikaye böyle bir anlatım tarzıyla seyirci tarafından daha güçlü ve hissedilebilir diye düşünüyorum. Kar Zamanı'nı uzun metrajlı bir film olarak çekseydik belki biraz daha klasik anlatıya yaklaşabilirdik.  Festivallerin kısa kurmaca filmlerde 15 ya da 20 dakika üst sınırı koymaları, benim bu iki filmde de bu yaklaşımı tercih etmeme bir başka nedendir diyebilirim. ‘Sergey Parajanov'un “Sayat Nova: Narın Rengi” filmini seyretmedim. Açıkçası Kar Zamanı'nda üslup olarak herhangi bir yönetmenin herhangi bir filminden etkilendiğimi söyleyemem.

‘DİZİ SETLERİNİ GÖRDÜKTEN SONRA KENDİ FİLMLERİMİ YAPMAYA KARAR VERDİM’

Biraz kışkırtıcı bir son soru yönelteceğiz: Erken ödül yoldan çıkarır... Sinemacı adaylarının yolu tuzaklarla ve zorluklarla dolu. Ödül mekanizmaları, sermaye düzeninde çoğunlukla tuzaktır aslında... Adayı piyasa kural ve normları içine çekmeye yarar. Zorlukları aşmak için tuzaklara düşmeyi göze alır çoğu sinemacı adayı ve yolculukları, daha henüz bir arpa boyu yol gitmişken, bitiverir... Siz benzer tuzaklara düşmemek için nasıl bir omurga çakıyorsunuz kendinize? Yapmak istemedikleriniz değil yapmak istedikleriniz için çıktığınız bir yolda, formasyonunuzu nasıl diri tutmayı düşünüyorsunuz?

“Erken ödül yoldan çıkarır”a "Dolgun başağın başı eğik olur" diyerek başlayayım ben de o zaman… (Gülüyor.) Önemli olan yapmak istediğinin peşinden gitmek. Ben Ankara'da okuyorken İstanbul'da bir diziye çalışmaya gittim. Üç hafta çalıştım. Hiç sevmedim dizi ortamını ve Ankara'ya geri dönüp lisans eğitimimi tamamladım. Sonra Ankara'da bir diziye girdim. 3. gün o dizi setinde de çalışmak istemeyip ayrıldım. 

Günde 20 saat dizilerde çalışan ve kazandığı parayla evinin kirasını ve faturalarını ödemekte zorlanan arkadaşlarım var hâlâ. Kapitalizm koşullarında bedensel olarak zaten yoruluyoruz ama daha da önemlisi mümkün olduğu kadar zihinsel olarak kirlenmekten uzak kalmak. Ben dizi setlerinin çalışma ortamını ve içerik olarak üretilen işleri gördükten sonra kendi filmlerimi yapmaya karar verdim ve ilk filmim Maşuk'u çektim. Ardından Nar Zamanı'nı ve şimdi Kar Zamanı'nı çektim. 

Kısa filmciler ve genç sinemacılar için film çekip ödül almak da maalesef karın doyurmuyor. Başka işler yapıp hayatınızı idame ettirmek zorundasınız.  Bahsettiğiniz tuzaklara piyasa koşullarında genç bir sinemacının düşmemesi imkansız. Paylaşmayı ve dayanışmayı, birlikte üretmeyi öğrenmek yerine sürekli bir yarışı kazanmak zorunda olan yarış atları gibi büyüdük çünkü. 

Ben mesela pratik olarak bütün profesyonel film çeken genç sinemacıların hayatlarını devam ettirecek kadar, en azından asgari düzeyde düzenli olarak desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu illa parasal olmak zorunda da değil.  Belki size komik gelebilir ama mesela evi olmayan bir sinemacı arkadaşınıza, evinin bir odasında oturma takımının çürümesini beklemek yerine o odayı sinemacı arkadaşınıza tahsis edebilirsiniz. Mesela boyacı bir arkadaşınıza inşaatta boya kutularını taşır yardım edersiniz, o da gelir sizin filminizde boyanması gereken bir yeri boyar veya kameranızı taşır. Başka bir arkadaşınız sette yemeklerinizi yapar, siz de başka bir zamanda gidersiniz arkadaşınızın evini temizleyip bulaşıklarını yıkayabilirsiniz. Yani demek istediğim maddi olmasa bile, genç sinemacı manevi desteği kendisinde hissetmeli. Ancak bu şekilde piyasanın tuzaklarına düşse bile zihnini kirletmez ve moral motivasyonunu yüksek tutar. Aksi takdirde bir sinemacıdan film üretmesini ya da piyasa koşullarına karşı mücadele etmesini beklemek ahmaklık olur.

Teşekkür ederiz.