Kübalı sanatçıdan sanat piyasasına eleştiri: Zootheby’s

Torino'da düzenlenen sanat fuarına katılan Kübalı sanatçı Reynerio Tamayo’ya göre bir sanatçı hayatta kalabilmek, eserlerinin masraflarını çıkarabilmek adına tüm dünyayı, insanları, sanat piyasasını ve hatta kendini bile kandırabilir ancak sanatın kendisini asla kandıramaz. Bu nedenle de Zootheby’s sergisini sanat piyasasının tükenmiş dünyasına bir eleştiri olarak tanımlıyor. Tamayo şöyle…

Nükhet Akgün Bordignon

Kasım ayında İtalya'nın Torino kentinde, terkedilmiş bir hastane olan Regina Maria Adelaide’de The Others isimli, farklı ülkelerden birçok sanatçının katıldığı bir sergi düzenlendi. Her yıl farklı bir konsept üzerinden sergi oluşturan ve bağımsız bir sanat fuarı olarak da tanımlanabilecek olan proje, bu yılki amacını modern sanattaki yeni trendleri tanıtmak ve bu alanda eserler sunan sanatçılara yer vermek olarak belirtti. Fransa, Almanya, Fas, Belçika ve Rusya olmak üzere farklı ülkelerden birçok sanatçının eserleriyle birlikte misafir edildiği sanat fuarında Kübalı sanatçı Reynerio Tamayo da Zootheby’s isimli sergisiyle yer aldı.                                                                                                                              

Küba’nın Niquero şehrinde, 15 Ekim 1968 yılında doğan Reynerio Tamayo, ülkesinin başarılı gerçekçi ressamlarından bir tanesi. Eserlerinde tüm tarzları aşarak, resim ve heykel sanatlarındaki politikaları komik ve sivri bir dille ele alan sanatçı, 1996 yılından beri 20’den fazla şahsi sergi açmakla beraber birçok grup sergisine de katılmış. Zootheby’s isimli sergisiyle sanat ve sanat piyasası ilişkisini irdeleyen Tamayo, sanatın bir spor müsabakasına ya da bir maratona dönüşemeyeceğini, yaratım sürecinin ticari nedenlerle şekillenen kurallar ve amaçlarla şekillenmemesi gerektiğini düşünüyor. Tamayo’ya göre bir sanatçı hayatta kalabilmek, eserlerinin olası masraflarını çıkarabilmek adına tüm dünyayı, insanları, sanat piyasasını ve hatta kendini bile kandırabilir ancak sanatın kendisini asla kandıramaz. Bu nedenle de Zootheby’s sergisini sanat piyasasının tükenmiş dünyasına bir eleştiri olarak tanımlıyor. Sanatçıların yaratım sürecinin tadını çıkartmaları ve kendilerine sadık kalmaları gerektiğini belirten ressam sanat piyasasının gerçekliğini de reddetmediğini belirtiyor.

Sanat piyasasıyla ilgili kaygılarını 2016 yılında Havana’daki Villa Manuela Galerisi’nde gerçekleşen sergisinde ilk kez ortaya koyan sanatçı, uluslararası sanat piyasasının en önemli sembollerinden biri olan Sotheby’s Müzayede Evi’nin ismini sanat piyasasının değerleriyle büyülenen insan faunasına dönüştürerek Zootheby’s olarak değiştiriyor. Sergisine bu ismi veren Tamayo aslında en başından beri parodik niyetini de belli etmiş oluyor.

İtalya’ya The Others sanat fuarı için gelen sanatçı ile Zootheby’s sergisi ile ilgili olarak kısa bir söyleşi gerçekleştirme fırsatı yakaladık.

Öncelikle söyleşi isteğimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. 2016 yılında Havana’da gerçekleştirdiğiniz kişisel serginiz ile beraber Zootheby’s sergisinin fikir olarak doğuşu gerçekleşiyor. Bize bu süreci daha detaylı anlatır mısınız?

Aslında projenin fikri her zaman tartışılmış olan sanat ve para çelişkisinden doğdu. Sanat genel olarak sanatçının izleyici ile kurduğu bağ ve ifade ettiği şeyler aracılığıyla manevi bir olgu olarak tanımlanır. Ancak sanatçı çalışmalarını bitirir bitirmez başka bir süreç başlar. O da "satış"tır. Elbette ben bu durumun tam içinde bulunmuyorum. Çünkü ben piyasa ile herhangi bir kaygımın olamayacağı bir yerde yaşıyorum. Sanat piyasası için çalışmıyorum ve o mekanizmanın bir parçası değilim. Bu nedenle de sanatım fazlasıyla özgür ve herhangi bir şarta bağlı değil. Haliyle olabildiğince dürüst. Piyasa ve sanat ilişkisi hep polemik konusu olmuştur, aşk ve nefret ilişkisine benzer. Sanat piyasası, pazarı elbette önemlidir. Çünkü sanatçının evine ve ailesine ekmek getirmesini sağlar.

'KOLEKSİYONCULARIN BAŞROLDE OLDUĞU BİR İRONİ, ZOOTHEBY’S'

Ancak müzayede sistemi bambaşka bir konu ve fazlasıyla güçlü bir sistemi temsil ediyor. Sanat eserlerinin hayal edilemeyecek fiyatlara satıldığı, neredeyse başka bir gezegene ait gibi duran bir sistem müzayede. İşte bütün bu sebepler koleksiyoncuların başrolde olduğu bir hikaye anlatma ihtiyacı doğurdu içimde. Genelde eserlerin baş kahramanı sanatçının kendisidir ya da tablolardaki karakterlerdir. Her ne kadar fazlasıyla önemli olsalar da koleksiyoncular asla başrolde bulunmazlar. Koleksiyoncular önemlidir çünkü onlar olmadan sanatçılar yaşayamaz. Eserlerimizi, tablolarımızı alanlar koleksiyonculardır. Zootheby’s projesi de bu gerçeğin etkisiyle doğdu. Zootheby’s ismi İngiltere’deki ünlü müzayede evi Sotheby’s’dan geliyor. Eğlenceli bir isim ama elbette amaç kimseyle dalga geçmek değil. Birçok filmde, eleştiri yayınlarında ve belgesellerde ele alınmış olan sanat piyasasının sanat üzerindeki etkisi gibi karmaşık bir konu hakkında ironi yapmak istedim. Aslında her zaman var olmuş ve var olacak bir konu bu ve ben de bu konuyla ilgili konuşmaya hep devam edeceğim.

Peki sanat ve elitler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sanat ve elitler arasındaki ilişki her zaman var olmuştur. Sanatın kıymetli bir obje olarak görülmesinin burada İtalya’da, Floransa’daki Medici ailesi ile başladığını hatırlamak gerekir. Dönemin güçlü şehir devletlerinin elitlerini meydana getiren burjuvazi, ekonomik olarak güçlenmeye başladığında sanat eseri üzerinden ticaret yapmaya başlamıştır. O zamanlardan itibaren elitler sanat piyasası üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Elitlerin her zaman sanat eserleri satın alacak, koleksiyon yapacak ve hatta sanat trendlerini belirleyecek gücü vardır. Sen bir sanatçı olarak bunu ya kabul edersin ya da etmezsin. Ya elinden geldiği kadar özgün bir iş yapmaya çalışırsın ya da elitlerin zevkine hitap edecek eserler ortaya çıkarırsın. Aslında bu durum beni şahsi olarak pek ilgilendirmiyor. Ben elimden geldiği kadar hem kendime karşı hem de işimde dürüst olmaya çalışıyorum ve ürettiklerimi sanatseverlerle buluşturuyorum. Küba’da yaşayan bir sanatçı olarak bunlar beni pek endişelendirmiyor. Ama kabul etmek gerekir ki sanat piyasasını ve piyasa mekanizmasının çok büyük bir parçasını elitler oluşturmakta. Ayrıca altını çizmeliyim ki elitler ekonomik güçleri sayesinde çok önemli sanat projelerine de sponsor olabiliyorlar. Bu hiçbir zaman bitmeyecek bir hikaye ve bir tartışma. İnsanlar elbette elitleri bir güç odağı olarak eleştirmeye devam edeceklerdir.

'SANATTA SPORDAKİ GİBİ STAR SİSTEMİ VAR'

Peki size göre bir sanat eserinin gerçek değeri nasıl ölçülür? Ya da ölçülebilir mi?

Bu büyük bir gizem. Çünkü sanat fazlasıyla öznel ve genelde sanat eserlerinin değeri sanat piyasası tarafından belirleniyor. İlginç bir konu. Zaten bu nedenle daha önce piyasa ve sanat ilişkisini aşk ve nefret ilişkisine benzettim. Sanat ve sanat piyasası arasında var olan bu iki güçlü duygu sürekli olarak etkileşim halinde. Tüm çelişkileri göz önüne alarak unutmamalıyız ki bir sanatçı sanat eserini bitirdiğinde araya birçok kişi giriyor. Ortada bir mekanizma var ve bu inanılmaz. İçinde bulunduğumuz dünyanın piramitsel bir hali gibi. Sanat eserlerinin değeri müzayedeler ve galeriler tarafından belirleniyor. Belirlenen değer de üzerinde uzlaşılan fiyatlarla şekilleniyor. Tıpkı bir maraton gibi. Elitlerin sahip olduğu kontrolü de unutmamak gerek. İsim yapmak isteyen bir sürü sanatçı var. Görsel sanatlarda bile bir star sistemi söz konusu. İnanılmaz! Haliyle bu sistem içinde isim yapan ve eserleri satın alınan sanatçılar var. Bunların içinde elbette çok iyi, çok parlak ve uluslararası alanda isimlerini duyurabilmiş sanatçılar olduğu gibi bir süre ilginç işler yapıp para kazandıktan sonra artık bir şey üretmeyenler de var. Her sanatçı kendine hastır ve kendi yolculuğunu yapar. Tüm sanatçıları spor dünyasında sporculara yapıldığı gibi aynı kriterlerle değerlendiremeyiz.

Değer anlayışı  ve sistemi büyük bir gizem. Bir tablonun 450 milyon dolar değerinde olduğunu öğrenen sıradan bir insanın ne düşündüğünü hayal etmek lazım. Eğer bu dünyanın içinde değilseniz bunu anlamanız mümkün değil. Sanat eserinin değeri tartışmaları benim çok uzağımda. Benim yaratım sürecimin ya da günlük hayatımın bir parçası değil. Ben 50 yaşındayım. Atölyem kendimi her zaman daha iyi hissedebildiğim bir yer ve atölyeme gittiğimde sadece işimi yapıyorum. Gerisi beni pek ilgilendirmiyor. Ben bir eser ürettiğimde mutlu oluyorum. Yaşadıklarımı, deneyimleri, yolculuklarımı; ailemle, çevremle ve diğer insanlarla olan ilişkilerimi, kısaca hayata dair tüm hissettiklerimi eserlerime aktarabildiğimde mutlu oluyorum. Ben çalışırken ne sanat piyasasını ne elitleri ne da başka bir şeyi düşünüyorum. Sadece hissettiklerimi eserlerime aktarmaya çalışıyorum.

Birçok Avrupa ülkesinde ve Amerika’da sergileriniz oldu. Ne tür geri dönüşler aldınız?

Reaksiyonlar çok ilginçti. Çünkü karşılarında bambaşka bir şey ortaya koymaya çalışan biri vardı. Aralarında çok iyi sanatçıların da bulunduğu, kocaman ve oldukça zor bir dünyadan bahsediyoruz. Böyle bir dünya içinde farklı bir şey sunmaya çalışmak elbette kolay değil. Daha önce dediğim gibi ben farklı bir şey yapmaya çalışıyorum ve bunu yaparken izleyiciyi uyarmak ve provoke edebilmek için esprili bir dil kullanıyorum. Ancak genelde eserlerimin ciddi mi yoksa alaycı mı olduğu bir türlü kestirilemiyor. "Kim bilir ne demek istiyor" diye geçiyor akıllarından. Ama eminim ki yine de eserlerime kayıtsız kalamıyorlar. İnsanlar her zaman çalışmalarımı hatırlıyor. Ben ne basit bir iş ne de basit bir tablo istiyorum. Ben yaratıcılıkla, deneysellikle ilgileniyorum. Elbette farklı şeyler denerken iyi bir şey elde edememe riskiniz de var. Ancak benim amacım insanlara hoş desenler ve güzel renkler sunmak değil. Benim amacım insanlara onları düşünmeye sevk edecek fikirler aktarabilmek.

'HAYATIN SANATTAN DAHA ÖNEMLİ OLDUĞU KÜBA…'

Hem sanat piyasasının içinde olup hem de bir sanatçı olarak eleştirel bir yaklaşıma sahip olmak biraz zor değil mi?

Hayır. Çünkü sanat piyasası bu dünyanın bir gerçeği ve ben uzaylı değilim. Sanat dünyasının içinde yaşıyorum ama bunu eserlerim aracılığı ile yapıyorum. Ben hayatın sanattan çok daha önemli olduğu bir ülkede, Küba’da yaşıyorum. Sanat benim hayatımın önemli bir parçası ancak hayatımın tamamı değil. Çocuklarım, eşim, annem, babam yani bir ailem var. Bunlar bir insanı kısacık hayatında çok daha mutlu eden, çok kıymetli şeyler. Yaşadıklarımı ifade edebilmek için sanata ihtiyacım var. Elitlerin dünyasının bir parçası olmadan sanat yapıp ve yaptığım eserlerle hayatımı devam ettirebiliyorum. Bu çok güzel hem de  fazlasıyla ilginç. Buradan genç sanatçılara bazı tavsiyeler vermek isterim. Asla ama asla ruhlarını ve yaratım özgürlüklerini kaybetmesinler. Piyasanın kurallarından etkilenmemeye çalışsınlar. Picasso, satmak için resim yapmakla yapılan resmi satmanın aynı şey olmadığını söyler. Kalbinizden geçen şekilde yaptığınız bir eseri satabilmektir ideal olan. Gerçek olan tek bir şey var: Sanat kimseyi kandırmadığı gibi kimse de sanatı kandıramaz.

* İspanyolca gerçekleştirdiğimiz söyleşi için desteğini esirgemeyen Mattia Bordignon, Maddalena Portigliatti ve Francesco Pongiluppi’ye teşekkür ederim.