Kod Adı K.O.Z.: Maskeler Düşüyor

Geçtiğimiz Cuma günü 850 salonda ve 359 kopya ile dağıtıma sokulan 17 Aralık operasyonu ve Erdoğan'ın "paralel yapı' ile mücadelesini konu alan "Kod Adı K.O.Z.: Maskeler Düşüyor" filmi, sinema dili açısından vasatı bile yakalayamayan, kötü bir propaganda filmi.

Gülcan Beyaz

Konusunu ülkenin yakın tarihinde yaşanan olaylardan aldığını iddia eden Kod Adı K.O.Z.: Maskeler Düşüyor filminin tek gerçekçi yanı; başlangıcında yazan ve filmin hayal ürünü olduğunu bildiren yazı oluyor. Oysa filmin afişinde de yer alan “Söylenenler mi doğru, öğrenecekleriniz mi?” mottosu kamuoyunda yanlış bilinen gerçekleri ortaya koyma iddiasını barındırıyor. Dolayısıyla film daha en başında kendi kendiyle çelişmeye başlıyor. Filmin en büyük çelişkilerinden biri de Gezi Olayları’nda paralel yapının “Parka girin.” emrini vermesinden sonra “vatanperver” birkaç polisin ekrandan olayları görüp “Emri kim verdi?” soruları oluyor. Oysa o dönem başbakan “Polise emri ben verdim.” diyerek bu sorunun cevabını net bir şekilde vermişti. Filmde sadece Gezi Olaylarının değil son dönemde yaşanan pek çok suikastın de müsebbibi olarak Mehdi Efendi adıyla kodlanan Gülen ve cemaati gösteriliyor.

Film iyiler ve kötüler diye iki kutba ayrılıyor. Kötüler tabi ki Mehdi Efendiciler, iyiler ise devlet ve millet için çalışan “devlet görevlileri”. Biçimsel olarak yer yer paralel kurguyla anlatılan bu “paralel yapı”; karşı karşıya duran iki taraf yerine, kısa zaman öncesine kadar bu yollarda beraber yürümüş ve bu yapıyı birlikte inşa etmiş, tek bir saffı akla getiriyor.

Tipleme sığlığında karakterler

Karşı safları komik bir şekilde karikatürize edip gülünç hale düşüren film, kendi saflarını ciddi bir imajla karikatürleştirerek ancak tiplemeler yaratıyor. Bilinçsizce çizilmiş olan bu tipler, karakter yaratmayı bilmeyen ellerden çıktıklarını bağırıyorlar. Yaşayan gerçek insanlardan uyarlanan bu karakterlerin yaratılamama sorunu elbette sadece senaristlerin başarısızlığı değildir, uyarlandıkları kişilerin tutarsızlıklarının da etkisi vardır muhakkak. Yine de yönetmenin büyük büyük oynayan oyuncularını törpülememesiyle oyuncu yönetimindeki başarısızlığı baki.

İçerik konusunda sıkışmış haldeki, kendi deyimiyle “ücretli yönetmen”imiz biçimsel olarak da sinemaya yaklaşamıyor. Kamera teknikleri ve ışık kullanımıyla dizi estetiğini tercih ediyor.

Filmin yapımcısı Uğur Yalçınkaya’ya göre film “devlet düşmanlarının iç yüzünü ortaya çıkarmayı amaçlıyor”. Bu sebeple tehditler aldığını iddia eden Yalçınkaya deyim yerindeyse ve filmde de sıkça tekrarlandığı üzere “Biz bu yola başımızı koyduk.” diyor. Buradan da anlaşılacağı üzere filmde de bu ideolojideki insanlarda da hayata dair tek bir kırıntı yok. Yaşama, umuda, güzelliklere ve sanata düşman bir ideolojiden de Kod Adı K.O.Z filminden daha iyisini beklemenin de bir anlamı yok.

Biçimsel ve içeriksel olmak üzere her iki yönden de sinema duygusundan yoksun olan ve sınıfta kalan bu filmden daha kötüsü şu ki; sonundan da anlaşılacağı üzere devamı çekilecek. Sadece K.O.Z.’un değil, sırtını gerici ideolojiye yaslayan, böylece sinemanın ihtiyaç duyduğu maddi gücü elinde bulunduran (zira 359 kopyayla rakipsiz gösterime girmek sırtını epey iyi yasladığına delalettir) filmlerin ardı arkası kesilmeden devamı gelecek. Hatta bir süre salonlarda “Birleşen Gönüller” ve “KOD” savaşları hüküm sürebilir. Ancak bu filmlerin sayıları arttıkça pespayelikleri daha çok gün yüzüne çıkacak. Bu gün filmin ideolojisini savunan seyircinin bile bu filmden sinemasal bir haz almadığından eminim. Basit şaşkınlık yaratabilecek birkaç patlama sahnesi dışında (ki seyirci artık dizilerden bu tür sahnelere fazlasıyla aşina) görsel olarak etkilenmediklerini söylemek yanlış olmaz. Öyleyse seyirciyi etkilemenin formülü bizim ellerimizde. Maddi olanakların seferber olduğu pespayeliklerin karşısına, tüm imkânsızlıklarına rağmen hayatı samimi bir dille savunan filmlerle çıkmak şart oldu.

Bu noktada basit bir fizik kuralını hatırlatmakta fayda var: Yüksekten bırakılan cismin, bırakılma yüksekliği arttıkça çarpma şiddeti artar. Propaganda aracı olarak gazete, radyo ve televizyondan sonra sinemayı seçen gerici zihniyet, sinemanın bir sanat olduğunu yani daha yüksek bir platforma çıktığını unutuyor. Unuttuklarının yanında bilmediği bir şey var; bu platformda gericiliğe yer yok, düşmeleri kaçınılmaz. Bu kadar yüksekten düşenin de yaşama şansı yok.