'Kızıl Shelley'

“Filozoflar ve ekonomistler kadar şairleri de bilen ve anlayan Marx şöyle derdi: ‘Byron ve Shelley arasındaki asıl fark şundan ibarettir, onları seven ve anlayanlar, Byron’ın 36 yaşındayken ölmesini bir şans kabul ederler, çünkü eğer yaşasaydı tutucu bir burjuva olurdu; bunun tersine Shelley’nin daha 29 yaşındayken ölmesine üzülürler, çünkü o tepeden tırnağa devrimciydi ve sosyalizmin öncüleri…

soL Kültür – Merve Tokmakçıoğlu

“Kalkın ayağa uykudan uyanmış

Yenilmez sayıdaki Aslanlar gibi,

Silkeleyip atın zincirlerinizi toprağa

Uyurken üstünüze düşmüş çiy damlaları gibi—

Siz çoksunuz, onlar az.” [1]

Mary Shelley, eşi Percy Bysshe Shelley’nin 1819 yılında yazdığı şiirlerinin baskısı için kaleme aldığı sunuş yazısında şunları dile getiriyor:

Shelley, halkı çok severdi, çünkü halkın daha erdemli olduğunu, daha çok çile çektiğini ve bu nedenle de duygudaşlığa daha çok ihtiyaçları olduğunu düşünüp saygı duyardı. Toplumun iki sınıfı arasındaki çatışmanın kaçınılmaz olduğunu inanır, kendini hep halkın tarafında görürdü. Halkın içinde bulunduğu koşulları açıkça gösteren ve kınayan pek çok şiir yazdı ama hakkında açılan hakaret davaları yüzünden pek azını yaşarken yayımlatabildi. [1819] şiirleri onun bu konudaki ciddiyetini ve içten samimiyetini ortaya koyarak sorunun kalbine inebilmektedir. “Zulüm, açlık, sefalet ve cehaletin anasıdır ve nefret edilmelidir” düşüncesindeydi. Görkemli ve muzafferane şiirleri ile gönül verdiği davasını savunurdu.[2]

1839 yılında bu cümleleri kaleme alan Frankenstein romanının da yazarı olan Mary Shelley’nin Karl Marx ya da Friedrich Engels’ten haberdar olup olmadığını bilemiyoruz. Percy Bysshe Shelley ise, Marx ve Engels’in eserlerinin yayımlanmasından çok önce, 1822’de İtalya’nın La Spezia Körfezi’nde çıkan fırtınada teknesi alabora olunca boğularak ölmüştü. Bu nedenle her ne kadar Shelley’nin “halk” olarak tanımladığı kavram tarihsel olarak işçi sınıfı ya da proletarya olarak tam karşılığını bulmasa da Shelley, Marx ve Engels’te tanımlanan sosyalist düşüncenin ve toplum sisteminin evrensel kavramlarını savunması bakımından önemli bir edebi kişilik ve hatta öncüdür. Bu sebeple, Eleanor Marx’ın, babasının ve Engels’in Shelley’nin şiirlerini ezbere bildiklerini söylemesine şaşırmıyoruz. İngiliz Çartistlerinin Shelley’den etkilendiğinden bahseden Eleanor Marx o dönemi şöyle anlatıyor:

Babamın ve Engels’in ve Ernest Jones, Richard Moore (...) gibi daha pek çok Çartistin bu konudan [Shelley’nin etkisinden] konuştuklarını duymuştum; daha birkaç ay önce Harney ve Engels’in Çartist hareketten ve kendilerinin Byron ve özellikle de Shelley hayranlığından bahsettiklerine şahit de oldum. Geçen Pazar günü Engels şöyle dedi: “Ah, o zamanlar hepimiz Shelley’yi ezbere bilirdik!”[3]

Mary Shelley 

Aynı şekilde Londra’dan yazdığı mektupların birinde Engels, Shelley’nin adını aynı bağlamda anmaktadır:

Sosyalistlerin ve Çartistlerin çarpıcı ekonomik kitapçıkları küçümsenerek bir kenara atılır ve ancak aşağı sınıflar arasında okur bulur (...) Byron ve Shelley neredeyse yalnız aşağı sınıflar tarafından okunuyor; “saygın” hiç kimse adı kötüye çıkmadan Shelley’nin yapıtlarını masasında bulunduramaz. Şu, doğruluğunu koruyor: yoksul kutsanmıştır; çünkü yoksullarınki göklerin krallığıdır ve geç gerçekleşebilirse de, aynı zamanda bu dünyanınkidir.[4]

Percy Bysshe Shelley

1792 yılında İngiltere’de toprak sahibi bir baronun en büyük oğlu ve mirasçısı olarak doğan Percy Bysshe Shelley, içine doğduğu aristokrat sınıfa ve imtiyazlara sahip üst sınıf cemiyet hayatına hep karşı olmuş, babasının malvarlığını reddettiği gibi, gönderildiği Eton Koleji ve Oxford Üniversitesi’nde dayatılan, baskıya, sömürüye ve sınıfsal yapıya dayalı eğitim ve öğretimi de yadsımış, bu tavrını da hayatının ilk yıllarında açıkça göstermiştir: Öyle ki, on bir yaşındayken babasına yazdığı ilk mektubu bitirirken, “sizin sadık hizmetkârınız değilim,” diye yazmış ve hatta “değilim” kelimesinin de altını çizerek vurgulamış. On iki yaşındayken İngilizlerin “public school” (halk okulu) dediği ama ironik olarak yalnızca asil ve zengin ailelerin oğullarının kabul edildiği Eton Koleji’ne gönderildi.  Otoriteyle hep çatıştığı ve sürekli kitap okuduğu için “Deli Shelley” diye ad takılan şair, bu okulun kurulduğu on beşinci yüzyıldan beri devam eden iki geleneğin parçası olmayı reddetti: Bunlar, öğretmenlerin  öğrencileri cezalandırmak için sopa ile attığı dayak ve yaşça büyük öğrencilerin küçük sınıftan öğrencileri hizmetkâr olarak kullandığı okul gelenekleriydi. Shelley kimsenin hizmetkârı olamazdı ve aynı şekilde bir başkasının da kendisine hizmet etmesini istemedi. Eton’ı bitirip Oxford Üniversitesi’ne başlayan Shelley, burada bulunduğu kısa zamanda üniversitenin bir bilim yuvası değil, egemen sınıfın uygun gördüğü öğretileri ezberleten bir kurum olduğunu anladı: 1811’de yazdığı ve üniversitedeki tüm öğretmenlerle birlikte civardaki üst ve alt kıdemli bütün din adamlarına gönderdiği The Necessity of Atheism (Ateizmin Gerekliliği) adlı kitapçık nedeniyle üniversiteden atıldı. Bu sıralarda tanıştığı Harriet Westbrook ile kaçarak evlendi. Genç evliler 1812 yılında bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin hareketlendiği İrlanda’ya gittiler: Shelley’nin amacı İrlanda’nın Birleşik Krallık’ın sömürüsünden kurtulması için bir örgüt kurmaktı, hatta bu nedenle An Address to the Irish People (İrlanda Halkına bir Çağrı) adlı bir kitapçık bile yazdı, dağıttı ve bu konuda halkın önünde konuşma yaptı. Ancak kraliyetin peşine taktığı casuslar rahat vermeyince birkaç ay sonra İngiltere’ye geri dönmek zorunda kaldılar. 1814 yılında Shelley, Mary Wollstonecraft ve William Godwin gibi iki ünlü düşünür ve yazarın kızı olan Mary Godwin ile tanıştı ve o yaz karısından ayrılıp Mary ile İngiltere’yi terk etti. 1816 ve 1817’de kısa süre için İngiltere’ye dönmüş olsa da 1818’den itibaren yaşamını İtalya’nın Roma, Pisa, Este, Lucca, Floransa ve Venedik şehirlerinde sürdürdü.

İlk karısına adadığı ve Çartistlerin hayli etkilendiği Queen Mab (Kraliçe Mab), ünlü şair John Keats’in ölümü üzerine yazdığı “Adonais”, “Alastor”, “Ode to the West Wind” (Batı Rüzgârına Övgü), “Ozymandias” ve Manchester’da haklarını savunmak için bir araya gelen işçilerin kraliyet kolluk güçlerinin saldırmasıyla öldürülmesi nedeniyle Peterloo Katliamı diye anılan olay için yazdığı “England in 1819” (1819 İngilteresi) ve “The Mask of Anarchy” (Anarşinin Maskesi) şiirleri ve A Defence of Poetry (Şiirin Savunması) ile ölümüyle yarım kalan The Triumph of Life (Yaşamın Zaferi) adlı düzyazı eserleri vardır.

Peterloo katliamı

Din, aristokrasi, hükümet ve kraliyet aleyhine yazdığı şiirler ve yazılardan dolayı ahlaksızlık ve hainlik ile suçlanan Shelley’nin tüm eserlerinde insanlar için beslediği sevgi ve umut ile birlikte insanlığın ilerlemesine ve daha iyi bir yaşam olasılığına engel olan her türlü toplumsal ve siyasal zorbalığa karşı nefret açıkça görülür. En bilinen şiirlerinden biri olan “Ozymandias” bu şiirlerine verebileceğimiz başlıca örnektir. Firavun II. Ramses’in çöldeki yıkık heykelini imgeleyerek yazdığı şiirde tiranların ve zorbaların hiçbir zaman kalıcı olmadığını, baskıcı her gücün elbet sonlanacağını vurgular:

Geçmiş bir diyardan gelen bir seyyaha rastladım

Dedi ki – “İki kocaman ve gövdesiz taştan ayak

Çölde durur öylece... Yakında bir yerde, kumda,

Yarı gömülü kırık dökük bir baş yatık durur, çatılmış kaşları

ve büzüşmüş dudakları ile soğuk emirler yağdıran küçümsemesini

Heykeltıraş iyi belleyip yontmuş o cansız varlıkların üzerine.

Alaya alırken eliyle kalbinin beslendiğini;

Kaidenin üzerinde şu sözcükler görünür:

“Benim adım Ozymandias, Kralların Kralı,

Bak yaptıklarıma bre gafil ve kork!”

Başka bir şey yok yanı başında. O kocaman

Yıkıntının  etrafında, sınırsız ve uçsuz bucaksız,

Issız engin kumlar boylu boyunca gider...

Zincirleri Çözülmüş Prometheus

Shelley, Prometheus Unbound [Zincirleri Çözülmüş Prometheus] adlı uzun şiirinin önsözünde kendisinde “dünyayı daha iyi bir hale getirme” tutkusunun olduğunu yazar: Malthaus ile cennete gideceğine, Platon ve Bacon ile cehennemde olmayı yeğlediğini, yazdıklarıyla didaktik olmayı amaçlamadığını ve yegâne amacının insan toplumunun gerçek unsurlarını gösteren sistematik bir tarih anlayışı ortaya koymak olduğunu da belirtir. Bu nedenle de Aeschylus’un Zeus’a boyun eğen Prometheus’u yerine köle olmadan, boyunduruk altına girmeden Zeus’a başkaldıran kendi Prometheus imgesini yaratır:

Tanrıların ve Daemonların, Biri dışında tüm Ruhların Kralı,

ki parlak ve yuvarlak Dünyaların sakinleridir onlar,

Yaşayan varlıklardan sadece Senle Ben görebiliriz onları

Bu uykusuz gözlerimizle! Şu Yeryüzüne şöyle bir bak,

Dizleri üzerine çöküp sana duayla şükranla tapan

Kölelerinle nüfusu kalabalıklaşmış,

Korkuyla kendilerinden nefret ederek

Boş umutlarla çalışıp didinirler.

Türkçeye az sayıda eseri çevrilen Percy Bysshe Shelley için son sözü gene Eleanor Marx’a bırakıyoruz:

“Filozoflar ve ekonomistler kadar şairleri de bilen ve anlayan Marx şöyle derdi: ‘Byron ve Shelley arasındaki asıl fark şundan ibarettir, onları seven ve anlayanlar, Byron’ın 36 yaşındayken ölmesini bir şans kabul ederler, çünkü eğer yaşasaydı tutucu bir burjuva olurdu; bunun tersine Shelley’nin daha 29 yaşındayken ölmesine üzülürler, çünkü o tepeden tırnağa devrimciydi ve sosyalizmin öncüleri yanında dimdik yerini almayı sürdürecekti.”[5]


[1] P.B. Shelley, “The Mask of Anarchy.” Şairin alıntılanan şiirlerinin çevirileri yazara aittir.

[2] Behrendt, Stephen C. “Shelley and His Audiences”, Lincoln: University of Nebraska Press, 1989, s. 227.

[3] Eleanor Marx’tan Henry Salt’a yazılmış olan 1892 tarihli mektup. Salt, Henry S. “Company I Have Kept”, Londra: George Allen & Unwin, 1930, s. 50.

[4] Marx, Karl ve Engels, Friedrich. “Yazın ve Sanat Üzerine I”, çev: Öner Ünalan. Sol Yayınları, 1995, s. 133.

[5] Marx, Karl ve Engels, Friedrich. “Yazın ve Sanat Üzerine II”, çev: Öner Ünalan. Sol Yayınları, 1995, s. 61-62.