İstanbul United belgeseli fiyaskosu

33. İstanbul Film Festivali’nin en merakla beklenen belgesellerinden biri olan “İstanbul United” cumartesi günü gösterildi. Gezi Direnişi’ne katılan futbol taraftar grupları arasındaki dayanışmayı konu alan film büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

Kaya Özkaracalar - soL
Halen sürmekte olan bu yılki Istanbul Film Festivali’nin en merakla beklenen belgesellerinden biri olan, Gezi Direnişi’ne katılan futbol taraftar grupları arasındaki yakınlaşma ve dayanışma hakkındaki İstanbul United büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Cumartesi günü festivaldeki gösteriminin ardından yönetmenlerle yapılan soru-yanıt seansında söz alan izleyicilerin ve eleştirmenlerin tamamı belgeselin hatalarına ve eksiklerine ardı ardına işaret ederek yönetmenleri terlettiler.

ÖZENSİZ ÇALIŞMA
İstanbul United, Gezi Direnişi’ne futbol taraftarlarının da katılımına dair yabancı basında okudukları haberlerden etkilenerek 15 Haziran’da, yani Gezi Parkı’nın nihai polis saldırısıyla zorla boşaltıldığı gün Istanbul’a gelebilen Farid Eslam ve Olli Waldhauer adlı Almanyalı iki genç yönetmen tarafından çekilmiş. Direnişin başlangıcını ve dorukta olduğu dönemin önemli bir bölümünü kaçıran yönetmenlerin, birinci elden tanık olmadıkları o konjonktürde futbol taraftarlarının sürece neden ve nasıl dahil olduklarına dair yeterli araştırma yapmadıkları anlaşılıyor. Geçmişteki UEFA şampiyonluğu dolayısıyla Avrupa kamuoyunda adı en tanınan kulübümüz Galatasaray olduğu için olsa gerek, belgeselin önemli bir ağırlığı Galatasaraylı taraftarlara kaydırılmış ve üstelik nedense, Galatasaray açısından bakarak, aslında direnişe grup olarak katılmayan bir grubun bireysel olarak katılmış bazı taraftarlarına odaklanılmış. Öte yandan Beşiktaş ve Çarşı grubu ise belgeselde en az sözü geçen ve söz verilen kulüp ve grup! Bütün bu özensizliğin doğal sonucu olarak, Türkiye’deki taraftar gruplarının Gezi Direnişi’ne katılımına zemin oluşturan Çarşı’nın semt bağları güçlü bir grup oluşu ve hem Beşiktaşlıların, hem Fenerbahçelilerin Gezi arifesinde zaten polis şiddetine maruz kalma ve polisle sert biçimde çatışma yakın geçmişine sahip, siyasi iktidarla ve/veya iktidarın polisiyle antagonize olmuş kesimler oluşları gibi yapısal koşulların esamisi belgeselde okunmuyor.

TRİBÜN MÜ, GEZİ Mİ?
Ayrıca yönetmenlerle soru-yanıt seansında FIBRESCI ve SİYAD başkanı Alin Taşçiyan’ın belirttiği gibi, Gezi sonrasında aslen Kasımpaşa kökenli şaibeli bir Beşiktaş taraftar grubunun bir maç esnasındaki provokasyonuna dair görüntülerin belgeselin finaline doğru bu bağlamından soyutlanarak, bir provokasyon olduğuna dair tek bir laf dahi aktarılmadan perdeye getirilmesi bu kez bir eksiklik ve noksanlıktan öte yanlış veri sunma niteliği taşıyor.

İstanbul United şayet yalnızca giriş kısmında yer alan genel olarak taraftarlık ruhunu, taraftarlar arası rekabeti ve özellikle ‘tribün atmosferini’ yansıtmakla sınırlı kısa metraj bir belgesel olsa oldukça başarılı bir çalışma olabilecekken, altından kalkamadığı Gezi sürecine yönelerek bir fiyasko halini almış. Kuşkusuz ülkemizden polis vahşeti ve direniş görüntülerinin dünya kamuoyuna bir de bu vesileyle ve bu mecrada servis edilmesinin de bir artısının varolduğu düşünülebilir ancak bir sosyal tarih vakasının derlemesi olarak Istanbul United’ın değeri ne yazık ki sıfıra yakın.

Öte yandan yine soru-yanıt seansında bir izleyicinin işaret ettiği gibi Gezi Direnişi’nin bir veçhesini aktarma iddiasındaki bu belgeselin, festivalin, Gezi Direnişi esnasında “penguen medyası” işlevi gören bir yayın kuruluşunun sponsorluğundaki bir bölümünde gösterilmesi de ayrıca ironik.