İnsanlığı çürüten gericilik karşısında Sinirlenmemek mümkün mü?

“Sinirlenmeyeceğim!” arka planında işlediği İran’da yaşanan rejim karşıtı ayaklanmanın siyasi gelişimi ve içeriğini aktarmakta eksik kalıyor. Bununla birlikte, İran toplumunun sınıfsal ve siyasal dinamiklerini çok sayıda örnek üzerinden işliyor ve izleyicisine Türkiye’yi de düşündürüyor.

Nihan Elmas Başgüney
İstanbul Film Festivali’ndeki dikkat çeken filmlerden biri olarak Reza Dormişyan’ın yönettiği Sinirlenmeyeceğim! filmi seçimlerin ardından toplum olarak yeniden tartışmaya başladığımız “Türkiye gerçekliği” üzerine düşünebilmemize yol açan bir filmdi. Aynı zamanda Berlin Film Festivali Panorama Bölümü’nde prömiyerini yapan ve Berlin’de yer alan tek İran filmiydi.

Dünya sinemasının özgün renklerinden biri olan İran sineması, son yıllarda yine kendinden söz ettiriyor. Aşgar Ferhadi’nin başını çektiği bir yeni kuşak, İran’a dair toplumsal dram örnekleri üretmeye devam ediyor. (Kimi sinema yazarları, bugünkü İran sinemasının öne çıkan örneklerinde, önceki kuşakların yaklaşımının belirli ölçülerde farklılaştığını ve anlatılan hikayelerin emekçi karakterini yitirmeye başladığını, toplumsal yaşama sınıfsal bir eksenden değil, giderek kültürel doku ekseninde bir yaklaşımın kendini hissettirdiğini vurguluyor.)

Bu yıl festivalde Altın Lale Uluslararası Yarışma’nın jüri başkanı da “Bir Ayrılık” filmiyle önce Berlin’de Altın Ayı, ardından En İyi Yabancı Film Oscar’ını kazanan ve bir sonraki filmi “Geçmiş” ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan İranlı yönetmen Aşgar Ferhadi idi.

Son dönemde Ferhadi’nin yönettiği filmler başta olmak üzere, İran Sineması sayesinde İran toplumundaki kültürel çelişkilerin anlatımına ve kadının toplumdaki yerine dair kimi verilere sahip olabiliyoruz. Göçmen olarak yaşadığı Batı ülkelerinde o ülkenin kültürüyle veya ülkesinde toplumun dinsel ve kültürel değerleri arasında sıkışan ve ayakta kalmaya çalışan eğitimli, modern insanlar son dönemde İran filmlerinin ortak temasını oluşturuyor.

Gericilik ve kapitalizm el ele
“Sinirlenmeyeceğim!” filmi Tahran’da 2009 seçimlerinden sonra patlak veren gösteriler sırasında tanışan İranlı Kürt Navid ile nişanlısı Setare’nin yaşadığı trajik bir aşk ve insanlık öyküsünü anlatıyor. Navid katıldığı gösteriler nedeniyle üniversiteden atılıyor ve geçimini sağlamak için bir tekstil atölyesinde çalışmaya başlıyor. Bu sırada sürekli sinirlendiğini fark edip, ev arkadaşlarının tavsiyesiyle bir psikiyatriste gidiyor. Uzun süredir işsiz olan ve bu nedenle düğünlerde çalmak zorunda olan müzisyen ev arkadaşı bütün arkadaşlarının depresyon geçirdiğini ve ilaç kullanarak ayakta kaldığını vurguluyor.

Patronunun, maaşını almak için onu borçlularından para tahsil etmeye zorlaması, içinde biriktirdiği öfkenin patlamasına yol açıyor ve patronunu dövdüğü için işinden oluyor. Tüm bunların üstüne bir de Setare’nin babası, yoksul olduğu gerekçesiyle ona kızından uzak durmasını söylüyor. Navid sevdiği insanla evlenmek için iyi bir iş bulmanın yollarını arıyor.

Navid yaşadığı bu zorlu süreçte toplumun alt ve üst sınıfları arasındaki eşitsizliklere tanık oluyor.

Filmde dinin etkisiyle tutuculaşmış, eşitsizliklerin arttığı ve köşe dönmeci bir toplumda muhalif, eğitimli bir insanın ayakta kalmak uğruna göğüs gerdiği zorluklar ve çıkışsızlığın yarattığı ruhsal rahatsızlıkların bir üçüncü sayfa öyküsüne dönüşmesi çarpıcı bir şekilde anlatılmış.

Geleceklerine tutunan insanlar
Film İran’da yaşanan rejim karşıtı ayaklanmanın siyasi gelişimi ve içeriğini aktarmakta yetersiz kalsa da, toplumsal yaşamdaki sınıfsal ve siyasal dinamiklerini çok sayıda örnek üzerinden ortaya koymaya çalışmış.

Filmde toplumdaki bütün eşitsizlik, hırsızlık, kötü olma baskısı karşısında aşklarına ve ülkeleri için daha güzel günlerin geleceğine olan inançlarına tutunmaya çalışan genç insanların, yaşadıkları çıkışsızlık karşısında büyük acılarla karşı karşıya kalması gerçekçi bir anlatımla işlenmiş.

Kadın karakterin dinsel bir rejim altında yaşayan bir toplumda evlilik gibi hayatını etkileyen bir kararda belirleyici olamaması, erkek karakterin ise kızın babasının oluşturduğu baskı karşısında yaşadığı çaresizliği sevgilisiyle birlikte aşmak yönünde bir irade sergileyememesi, filmi karamsar bir sona götürüyor.

Kadınların toplumsal yaşamdaki etkisinin azaldığı bir toplumda sevdikleri erkeklerin çaresizliği karşısında ağlayan kadınlar ve cep telefonları ile bu vahşeti soğukkanlı bir şekilde izleyen erkekler var.

Toplumun dini değerlere tutunarak yoksulluğu, eşitsizliği kanıksaması ve toplumun yoksul kesiminin adil olmayan sisteme ve devlet şiddetine gösterdiği destek ülkemizle bazı benzerlikler kurmamıza yol açıyor.

Bu vesileyle Türkiye Sineması’nda ülkemizin son on yılda yaşadığı toplumsal dönüşümün sınıfsal ve kültürel açıdan incelenmesine katkı koyacak daha fazla film yapılmasını diliyorum.