Haftanın kültür-sanat panoraması (29 Temmuz-5 Ağustos)

Geçtiğimiz haftanın kültür-sanat gelişmelerini soL okuyucuları için derledik.

Geçtiğimiz hafta kültür-sanat alanında yaşanan gelişmeleri soL okuyucuları için derlediğimiz haberde öne çıkan nokta, ülke sinemasının önemli isimlerinden olan Metin Erksan'ın hayatını kaybetmesi oldu...

Metin Erksan aramızdan ayrıldı
10 gün önce böbrek yetmezliği nedeniyle hastaneye kaldırılan, Türkiye’nin ilk kuşak auteur yönetmenlerinden Metin Erksan dün gece hayatını kaybetti.

1950’li yılların “kendi kendini eğiten” yönetmenlerinden olan Metin Erksan, ardılı Yılmaz Güney’e ve günümüzde Nuri Bilge Ceylan’a, Zeki Demirkubuz’a kadar uzanan Türkiye sinemasının ilk halkası olarak sayılabilir. 1960’ların toplumcu gerçekçi sinemasının kurucu filmlerinden “Yılanların Öcü’”nü yönetmiş olan Erksan, 1963 yapımı Susuz Yaz ile de Berlin Film festivalinde Altın Ayı ödülü aldı. Susuz Yaz, yurt dışında ödül almış olan ilk Türk filmi olarak tarihe geçti.

İDGSA Sinema-TV Enstitüsü'nde 1975'ten itibaren öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan Erksan, 1981'de TRT adına sinema alanındaki son çalışması olan ''Preveze'den Önce'' adlı diziyi gerçekleştirdi.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazan Erksan'ın çalışmaları özellikle yurt dışında büyük ilgi gördü. Birçok festivalde çeşitli ödüller kazanan Erksan adına toplu gösteriler, film haftaları düzenlendi.

Erksan'a, 1997'de Mimar Sinan Üniversitesi Senatosu kararı ile ''Onursal Profesörlük'' unvanı verildi.

Can Gürzap: “Kültür Bakanlığı Kaldırılsın”
Can Gürzap yeni çıkan kitabı “Perdenin Arkasından: Devlet Tiyatrosu Gerçeği” kitabı için Radikal gazetesine verdiği söyleşide Devlet Tiyatrosu üzerine yürüyen tartışmalara değindi.

“Kitabı 9-10 yıl önce yazmaya başladım, Ocak 2012’de bitirdim. Son dönemdeki konular üzerine yazmadım zaten Şehir Tiyatroları meselesi martta patladı. Nisan sonu-mayıs başı Devlet Tiyatroları kapatılsın mı özelleştirilsin mi konusu gündeme geldi. Basit bir şekilde nedir bu Devlet Tiyatroları (DT), ne yapar ne eder onu yazıyordum sonra baktım ki bürokratı, gazete yazarı, politikacısı bizim üzerimize geliyor… O zaman dedim ki birinin bu meseleyi ayrıntılı bir şekilde anlatması gerekiyor. Oturdum yazdım.

’Perdenin Arkasından: Devlet Tiyatrosu Gerçeği’’, tiyatroyu, tiyatronun işleyişini, gereklerini, tiyatrocunun nasıl olması gerektiğini, kendine nasıl özen göstermesi gerektiğini anlatıyor. DT üzerinden bizi anlatıyorum. Mesela bakan ya da bürokratların çoğu koltuğa oturur oturmaz DT’yi kurcalamaya başlar. Bu arada bu bürokratların çoğunun gençliklerinde ya da öğrenciliklerinde tiyatroyla ilişkileri vardır. Bir bakan vardı mesela, öğrencilik yıllarında filmlerde figüranlık yapmış harçlığını çıkarmak için. Adam tiyatroyla, sanatla ilişki içinde olduğunu zannediyor, vehmediyor. Yani tiyatroyu bilen de konuşuyor bilmeyen de… “

Can Gürzap sözlerinin devamında, kültüre politikanın bulaşmaması gerektiğini söyleyerek Kültür Bakanlığının kaldırılmasını önerdi:

“Tiyatro renkli bir dünyadır, büyük bir sanat dalıdır. O yüzden ben Kültür Bakanlığı kaldırılsın diyorum. Kültür Bakanlığı olursa bir ülkede sanat politikanın içine, politika da sanatın içine girer. Hele Türkiye gibi politikanın bu kadar kolayca oraya buraya girebildiği, günlük hayatta bile insanların konuştuğu konuların yarısından belki de fazlasının politik olduğu bir ülkede Kültür Bakanlığı dediğiniz zaman kültürün içine politika mutlaka girer. Kültür Bakanlığı kaldırılırsa yerine Cumhurbaşkanlığı’na veya Başbakanlık’a bağlı bir müsteşarlık getirilebilir. O zaman oraya yatkın bir insanı getirirsiniz. Getirmek de zorundasınız, o ihtiyacı hissedersiniz zaten. Mesela DT, Başbakanlık Müsteşarlığı’na bağlı olduğu zamanlarda çıt çıkmıyordu, gayet iyiydi.”

Grup Yorum’dan “Özgürlük Çadırı”
Grup Yorum, Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan üyesi Seçkin Aydoğan’ın serbest bırakılması için Çağlayan Adliyesi önünde “Grup Yorum’a Özgürlük” çadırı kuracak.

Grup Yorum, Aydoğan’ın duruşma günü olan 6 Ağustos saat 13.00’te Çağlayan Adliyesi karşısına kuracakları "Grup Yorum’a Özgürlük" çadırına katılım için aydınlara ve sanatçılara çağrıda bulunuyor.

Seçkin Aydoğan’ın serbest bırakılması için üç gün boyunca açık kalacak çadırda, sohbet, müzik dinletisi gibi pek çok etkinlik yapılacak.
Grup Yorum, "Seçkin’i zulmün elinden çekip alacağız" dedikleri çağrı metninde halkın, yoksulun, ezilenin yanında olacaklarına vurgu yapıyor.
Grup Yorum, açıklamalarında şu ifadelere yer veriyor:

"Konser alanlarından sonra en çok mahkeme salonlarında, hapishane hücrelerinde görürsünüz bizi. Dinleyicilerimizden sonra en çok mahkeme heyetleri izlemiştir bizleri. İşte yine duruşma salonlarında, mahkeme koridorlarındayız.

Özgür günler gelinceye dek bu böyle olacak. Ama, biz bütün bu baskılardan, tutsaklıklardan, tehditlerden, cezalardan korkmuyoruz. Arkadaşımız Seçkin halkını sevdiği, sahiplendiği için tutuklu.

Sanatçılar üzerindeki baskılar artmaya devam ediyor. Müzisyenler sahnede linç tehdidiyle karşılaştılar, galeriler basıldı, heykeller yıkıldı, tiyatrolar kapatıldı ve daha nicesi… Biz gerçekleri duyurmaya devam edeceğiz. Konser alanlarında yüz binlerle haykırdığımız türkülerimizi milyonlarla söyleyeceğiz. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın."

“Alternatif Çamlıca Cami Yarışması”
Geçen günlerde Kaba Hat internet sitesinin yaptığı Melih Gökçek ve Kadir Topbaş adına düzenlenen “anıt yarışması” gibi ironik bir etkinliğe bir yenisi daha eklendi “XXI Serbest Atış Absürd Fikirlere Çağrı: Alternatif Çamlıca Cami Yarışması”

Çamlıca tepesine yapılması düşünülen, İstanbul’un siluetini bozacak olan, her tarafı değerli mimari eserlerle dolu İstanbul’un, en görünen tepesine plastik bir ürünün oturtulacağı proje: Çamlıca Cami Projesi’ne mimarlık dergisi XXI’dan, tepki geldi. Tepkilerini en absürd fikirlerle katılınabilinen bir yarışma düzenleyerek gösteren dergi, yarışma birincisinden 300.000 TL alacağını duyurdu. Çağrı metininde şu ifadelere yer verildi:

“İstanbul’un siluetine ve kent dokusuna aykırı, Osmanlı Türk mimari üslubunu yok sayan, gelenekle geleceği birbirine karıştırmayan, İstanbul’a değer kaybettirecek ve İstanbul’un sembollerinden birine dönüşmeyecek bir cami projesi tasarlamak.”

Dergini Yazıişleri Müdürü Hülya Ertaş, yarışmayı, kentsel muhalefet için yeni bir yöntem önermek amacıyla yaptıklarını vurguluyor. Kentsel müdahalelere tepki gösterenleri de mizahi bir yöntemle harekete geçirmek istediklerini söylüyor.

Arslanköy’lü Kadınların Filmi Altın Koza yolcusu
Mersin’in merkez ilçesi Toroslar’a bağlı Arslanköy’lü kadınlar, 2001 yılında Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu’nu kurmuşlardı. Geçtiğimiz 11 senedir her sene, kendisi de Arslanköylü olan grubun kurucusu Ümmiye Koçak tarafından yazılan ve yönetilen oyunları sergilediler. Oyunlarında köylü kadınlarının sorunlarını işleyen Türkiye’nin ilk kadın tiyatro grubu, geçtiğimiz sene bir sinema projesi için kolları sıvadı. Çekimlerinden sonra, valiliğin katkısıyla post-prodüksiyon aşaması da halledilen “Yün Bebek” isimli film şimdi Adana Altın Koza Film Festivalinde yarışmaya hazırlanıyor.

Senarist ve yönetmenin Ümmiye Koçak olduğu filmde, bir köylü kızı olan Elif karakteri üzerinden kadına şiddet ele alınıyor. Kent merkezinde okumak için aile içinde mücadele eden Elif’in hikayesini izleyeceğimiz film için Koçak “Bu benim çok istediğim bir şeydi. Bunu da bir sinema filmiyle başarmak istedim. Zaman zaman bu film bitmeyecek ve beni destekleyen kimse olmayacak diye çok karamsarlığa düştüm. Ama Sayın Valim benim için bir moral oldu. Bana söz vermişti. Gerçekten onun destekleri kelimelere dökülemeyecek kadar fazla. Bir köylü kadını olarak kendisine tekrar çok teşekkür ediyorum. Sadece kendisi değil Sayın eşleri hanımefendi de beni telefonla aradı ve çok kez beni diğer arkadaşlarımı evlerine davet etti ve ağırladı. Tek amacım filmin hemen bitip Adana’ya yetişmesiydi. Çok şükür bütün rüyalarım gerçek oldu” dedi.

Yaşasın video öykü!
Edebiyathaber.net sitesi, “video öykü” ismini verdiği bir çalışma gerçekleştiriyor. Çalışmaya katılmak isteyenler http://www.edebiyathaber.net/yasasin-video-oyku-5/ linkinden ulaşabilecekleri kısa filmi izleyip, bu film ile doğrudan yada dolaylı ilgisi olan bir öykü yazıyorlar. Editoryal değerlendirmeden geçen metinler film ile birlikte yayınlanacak.

10 Eylül 2012’ye kadar, 3000 vuruşu geçmeyen öykülerinizi [email protected] adresine gönderebilirisiniz. Site yazarlarından Emrah Polat konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

“Video öykü adını verdiğim alt türün, dünyada bir örneği var mı bilmiyorum ama dallanıp budaklanma potansiyelini içinde bulunduran alt türle Türkiye’de karşılaşmadığımı belirtmeliyim. Aslında türler arası bu girişim, metnin görsel-işitsel bir dosyayla flörtünden başka bir şey değil. Bakalım bu flört nasıl bir ilişkiye evrilecek?”

“Gerçek” Bir Cin Hikayesi vizyona giriyor!
Dabbe ve Semum filmleriyle Türk korku sinemasının “iyi” örneklerini veren yönetmen ve senarist Hasan Karacadağ’ın yeni filmi “Dabbe: Bir Cin Vakası” 3 Ağustosta gösterime girdi. Filmin afişinde ve haber olduğu her yerde gerçek bir hikayeden yola çıkıldığı vurgulanıyor.

“Bir Cin Vakası”nın nasıl gerçek bir hikaye olduğu açıklanmazken, bu türden bir reklamın filmin gişe başarısını etkileyeceği kuşkusuz. Türk korku sinemasının son 10 yıllık yükselişinin sadece teknik becerinin gelişmesine bağlı olmadığı, gericileşme ve piyasalaşmanın önünün açılmasıyla ilişkili olduğuna iyi bir örnek olan filmde “gerçek cin görüntüleri” kullandığını iddia eden Karacadağ şu açıklamayı yapıyor:

Ankara GATA Tıp Fakültesi'nde öğrenci olduğum yıllarda karşılaştığım bu özel vakanın, yıllar sonra tekrar peşine düştüm ve korku sinemacısı kimliğimle yeniden yorumlayınca beni bile ürperten bir film ortaya çıktığını gördüm. Ben her zaman insan gözü görüyorsa, kamera da görür anlayışına sahibim.

Barış Uygur’dan bir polisiye
Daha çok mizah yazılarıyla tanın Barış Uygur’un ilk romanı “Feriköy Mezarlığında Randevu” raflardaki yerini aldı. Sıkı bir polisiye örneği olması beklenen kitap, aslında bir serinin ilk kitabı. Süreyya Sami isimli karakterin ilk macerası okuyucularını bekliyor.

“Güzel ve kirli İstanbul, uyumayan şehir, lanet şehir! Caddelere sıralanmış adalar, balkonlara serilmiş, vitrinlere istiflenmiş hayatlar. Alışılmış ıstıraplar, canhıraş ve beklenmedik çığlıklar, siren sesleri, Marmara Denizi. Herhangi bir yerden herhangi bir yere giden yolcular ve güzeller güzeli kayıp bir kadın. “Bulabilir misiniz?”2002 yazı, Dünya Kupası, Kemal Derviş, İsmail Cem, şu, bu... Borsa inip çıkıyor CMUK zuhur etmiş, Ece Ayhan ölmüş. Nerde bu kadın?

Süreyya Sami, beyhude zaman usancıyla televizyonu zaplarken, sağa sola bakınırken, iş işte, o kadının peşine düşüyor. Yanında yıkık dökük senelerle dolaşan, cehalet ambarlarında gezinirken hiç susmayan sinik bir adamla tanışıyoruz. Teşkilattan ayrılmış, kendiyle konuşmaktan yorulmuş, uzun cümleler kuramayan bir adamın polisiye defteri açılıyor böylelikle.”

Kitabın arka kapağından.

(soL - Haber Merkezi)