Haftanın kültür-sanat gündemi: "Şimdi Rembrandt’a para yatırmanın tam zamanı”

Bu haftanın kültür-sanat panoramasında "yatırımcıların gözdesi" Rembrandt, İslamcıların aldığı ödülün üzerine atladığı "Ateş Düştüğü Yeri Yakar" ve takma adla kendi kitabını öven yazarlar bulunuyor.

Geçtiğimiz hafta Anadolu Ajansının geçtiği bir habere göre son yıllarda dünyada ve ülkemizde sanata olan ilginin artması ve sanat eserlerinin daha da değerlenmesiyle birlikte her geçen gün artan sanat yatırımı taleplerinin de artması giderek artan bir şekilde bankacıların ve yatırım danışmanlarının ilgisini çekiyormuş.

“Değerli sanat eserlerini antika meraklıları ile buluşturan müzayedelerde, başta ünlü ressamlara ait tablolar olmak üzere milyonlarca liradan alıcı bulan eserler sadece koleksiyonerlerin değil, bankaların da iştahını kabartıyor” denilen haber metninde, Türkiye'de 2001'de 5 milyon dolar olan sanat piyasası hacmi, 2010'da 105 milyon dolara çıktığı ve son 2 yılda ise Türk sanat piyasası büyüklüğünün 300 milyon dolara yaklaştığı tahmin ediliyor.

Yapı Kredi Bankasının bu alanda yatırım yapmak isteyenlere kredi verdiğini ifade eden haber metni şöyle devam ediyor:

“Yapı Kredi, verdiği kredi ile altın gibi ''güvenilir liman'' olarak görülen sanata yatırımı ve koleksiyonerliği teşvik eder hale geldi. Yapı Kredi'nin birkaç yıldır müşterilerine sunduğu ''sanat eserleri kredisi'' ile tablo, heykel, hat eserleri, değerli sikke ve antikalar artık birer yatırım enstrümanı.

Yapı Kredi Özel Bankacılık Pazarlama Direktörü İmre Tüylü ,Türkiye'de sanat piyasasının 10 yılda 20 kat büyüdüğünü, sanat eserleri ile ilgilenen müşteri sayısında da ciddi bir artış yaşandığını belirtti.

Her yıl daha fazla kişinin bu alana yöneldiğini belirten Tüylü, 'Eskiden Fikret Mualla veya Zonaro sergilerinin önünde kuyruklar oluşurken, şimdi çıta çok yükseklere çıktığı için Dali, Picasso ve Goya sergilerini görmek kanıksandı. Bütün bu oluşumlar içerisinde özel galerilerin hobi galerileri olmaktan çıkıp büyük şirketler ve holdingler tarafından desteklenmeye başlanması, sanata saygıyı ve ilgiyi arttırdı. Bunun paralelinde açılan özel okullarda sanat bölümleri çoğaldı ve sanatın izleyici kitlesinde 1980'lere oranla yüzde 200'e varan artışlar oldu. Aynı zamanda günümüz sanatına duyulan ilgi, bienaller, çağdaş sanat fuarları, açılan ciddi, güncel sanat sergileriyle hiç olmadığı kadar popüler, toplumun her kesimi tarafından beğenilen ve ilgi gösterilen bir hal aldı' şeklinde konuştu.

Türkiye'de sanat eserleri pazarının büyüklüğünün dünyayı takip eden şekilde arttığına ve bu artışın son yıllarda hız kazandığına işaret eden Tüylü, Londra'da düzenlenen Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi'nde Nejad Melih Devrim'in 'Soyut Kompozisyon' adlı eserinin 735 bin 650 sterline satılması ve Erol Akyavaş'ın 'En-el Hak' adlı eserinin 2,78 milyon liraya alıcı bulmasının, günümüzde çağdaş sanat eserlerinin, 2000'li yıllarda müzayedelerde satılmasıyla başlayan gelişiminin 'ne kadar ciddi bir noktaya geldiğinin göstergesi' olduğunu, ayrıca, Türkiye'den birçok çağdaş sanatçının eserinin de dünyanın önemli müzeleri tarafından alınmaya başlandığını anlattı.”

Haber sitelerinde ve ajanslarda kültür-sanat başlığı altında yayınlanan bu haberin, kültür sanat kategorisinden çok ekonomi sayfasında “yatırımcılara çok kazandıracak tüyolar” başlığı altına yakışır bir şekilde yazılmış olması bir yana, sermayenin sanata karşı karşı gösterdiği bu iştahlı ilgi çok da yeni bir şey değil. Özellikle dünyada sürmekte olan finansal krizden bu yana görülen bir eğilim. Sanatın krizlerden etkilenmeyecek güvenilir, istikrarlı bir yatırım aracı olduğu iddiaları, onu piyasa için cazip kılan nedenlerin başında geliyor.
Bu amaçla kurulmuş özel şirketler mevcut. Bu şirketler, hangi dönemin veya coğrafyanın ne tür sanatının değerleneceğini öngörmeye çalışıyor ve böylece yatırımcılara veya danışmanlarına kâr-risk oranları elden geldiğince optimize edilmiş sanat portfolyoları hazırlıyorlar. Tüm bunları profesyonelce yerine getirebilmek için de bünyelerinde sanat danışma kurulları bulunuyor.

Ancak tahmin edilebileceği gibi, bu danışma kurulları bir sanat eseri ya da sanatçı için rapor hazırladığında bunu söz konusu sanat eserinin öyküsüne, anlamına, sanat tarihi içindeki yerine bakarak bir değerlendirme yapmıyor. Bu raporlarda daha çok geleceğe dönük değer artımı olasılıkları yani “sanat yatırımlarının” kar etme koşulları hesaplanıyor.

Ancak AA’nın haber metninde çoşkuyla anlattığı bu sanat ve piyasa ilişkisinin günümüzde aldığı şekli olumsuzlayan çok sayıda sanat tarihçisi ve eleştirmen de var. New York Devlet Üniversitesi Sanat Tarihi ve Felsefe profesörü Donald Kuspit’de bu kişilerden birisi.

Kuspit ülkemizde de Metis yayınları tarafından yayımlanan “Sanatın Sonu” adlı kitabında sanatın bir yatırım aracına indirgenmesinin, sanatı nasıl da sığ, içeriksiz ve son derece sıkıcı bir “şey”e dönüştürdüğünü incelerken, bu sürecin aslında sanatın sonu anlamına geldiğini söylüyor.

Sanat ve piyasa tartışmalarıyla ilgili biraz daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler aşağıdaki haberlere başvurabilir:

http://www.isteinsan.com.tr/yazarlar/burcak_guven/is_dunyasi_bugun_yeni_...

http://www.isteinsan.com.tr/yazarlar/burcak_guven/burcak_guven_sanat_piy...

http://www.e-skop.com/skopdergi/tutkularimiza-yatirim-yapmak/395

http://www.e-skop.com/skopbulten/finansallasan-sanatin-yukselen-ismi-ger...

'Ateşin Düştüğü Yer' Montreal Film Festivali'nde ödül alınca gericilerin iştahı kabardı
İsmail Güneş'in son filmi "Ateşin Düştüğü Yer" Montreal Film Festivali'nden büyük ödül 'En İyi Film' ve FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ödüllerini kazandı.

İlk olarak 4 Mayıs 2012’de vizyona giren “Ateşin Düştüğü Yer” resmi basın bülteninde şu şekilde tanılıyor:

“Son zamanlarda gündemin neredeyse birinci maddesi olan ve gittikçe artan kadına yönelik şiddeti, yönetmen İsmail Güneş 4 Mayıs’ta gösterime girecek “Ateşin Düştüğü Yer” adlı son filminde ele aldı.

Filmin öyküsü, bir gazetenin 3. sayfasına düşen haberle doğdu ve etrafımızda her gün yaşanan öykülerden ilham alınarak kurgulandı.
Başrollerini Hakan Karahan, Yeşim Ceren Bozoğlu ve Elifcan Ongurlar’ın paylaştığı Ateşin Düştüğü Yer filminde duygu dolu bir baba kız öyküsü işleniyor. Evlilik dışı hamile kalan kızına aile büyükleri tarafından verilecek ceza ile babalık duygusu arasında sıkışıp kalan bir adamın, eşsiz görüntüler eşliğinde anlatılan hikayesi izleyicilere, töreye, kimliğe, kültüre ve geleneğe dair soru işaretleri bırakıyor.”

Filmin Montreal’de aldığı bu ödül, ateşli bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Çünkü film geçen yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne başvurmuş, fakat festivalde Güneş'in filmi ön elemeyi geçememişti.

Sağcı olarak bilinen Güneş’in Altın Portakal’da ön elemede reddedilmesinin ardından Montreal’de kazandığı ödül, gerici yazarları bir hayli heyecanlandırdı. Gerici basın genel olarak geçen seneki Altın Portakal jürisini ideolojik davranmakla suçlarken, Yeni Şafak yazarı Ali Murat Güven bir açıklamasında, “Dostum İsmail Güneş'in filmi Ateş'in Düştüğü Yer'in Montreal Film Festivali'nden ödülle dönmesi, Türkiye'de sinema ve genelde de sanatı elinde tutan 150 yıldır hakimiyet kuran Jakobenist tayfanın politik tarafgirliğinin de iflası anlamına geliyor." diyerek, konuyu 48. Altın Portakal jürisinin verdiği kararın da ötesinde neredeyse sanatın içindeki Ergenekon yapılanmasına kadar getirdi. Tartışmalar, gericilerin sanatı “muhafazakarlaştırma” konusunda ne kadar iştahlı olduklarını ve 10 yıllık AKP iktidarına rağmen fırsat bulduklarında pervasızca “biz eziliyoruz” saldırganlığını gösterebildiklerini bir kez daha açıkça ortaya çıkarttı.

Oysa ki “Ateşin Düştüğü Yer”in Altın Portakal’dan elenmesi gerici yazarların çarpıtmalarının aksine çok daha basit görünüyor. Atilla Dorsay, konuya dair HaberTürk’e yaptığı açıklamada jürinin kendisine, “Film daha laboratuvar işlemleri bitmeden ham haliyle önümüze geldi, o yüzden belki iyi değerlendiremedik..” dediğini aktarıyor. Dorsay aynı açıklamasında Altın Portakal Film Festivalinin film seçme kriterlerine dair de şunları söylüyor:

“Antalya'da ilk filmlerin yarışacak olmasına Festival yönetmeliği davet çıkardı. Başka şenliklerde yarışmamış olma koşulunu getirdi, dolayısıyla 'keşfetme'yi ön plana alan bir festival olmak istedi. Bu da çok denk düşüyor. Çünkü Türk sineması şu anda çok derinde. Yepyeni insanlar geliyor. Parlak bir genç kuşak geliyor. Dolayısıyla zamana ve zemine çok uygun düştüğüne inanıyorum. Keşfetmek daha önemli.”

Ancak asıl entresan olan “Ateşin Düştüğü Yer” filminin ilk gösterime girdiği tarihlerde yönetmen İsmail Güneş’in Sabah gazetesine verdiği röportajda filme dair ilgisizlikten yakınıyor olması.

Güneş röportajında, “Sağ kesim filmlerimi izlemiyor” derken muhafazakarların sinemaya gitme alışkanlıklarının olmadığını ve iktidarın kendisini desteklemediğini söylüyor. Yine o dönemde filmin muhafazakar olarak bilinen basın organlarında çok büyük bir coşku yarattığı söylenemez. Film hakkında çıkan bir kaç yazıda da filmin yeterli ilgiyi görmediğinden şikayet edilirken AKP’ye ait yerel yönetimlerin filme yeterli ilgiyi göstermediğinden yakınılıyordu.

Takma adla kendi kitabını öven yazar
Habertürk’ün 3 Eylül tarihli haberine göre gizem ve polisiye dallarında ABD ve İngiltere’de birçok ödül alan yazar RJ Ellory‘nin, Amazon‘da sahte kullanıcı ismiyle kendi kitaplarını övdüğü ortaya çıktı.

‘Jelly Bean’ rumuzuyla siteye yorumlar yazan Ellory kendi eserlerini övmekle kalmayıp, rakibi olarak gördüğü yazarları da kötülemiş. Durumun ortaya çıkmasından sonra 47 yaşındaki yazar yaptığı yazılı açıklamayla hem okuyucularından hem de edebiyat camiasından özür diledi.

RJ Ellory’nin Amazon sitesinde yer alan yorumlarına bir örnek:

“RJ Ellory günümüzün en yetenekli yazarlarından. İngiliz dilini işleyici nefes kesici. Kitabı okurken birçok duyguyu yaşıyorsunuz, durmak istemiyorsunuz. Ruhunuza dokunacak.”

Kendi kitabını yücelten yazar aynı sitede meslektaşlarını da bu şekilde kötülemiş:

“Çok daha iyisini yapabilecek birisi. Kitaptaki mizah, komik değil. İngiliz yazarlar neden cesur olamıyor? Polisiye roman okuyucuları olarak son sayfayı bitirince unutulan, birbirinin aynısı, formüle edilmiş kitaplar okumaya mahkum muyuz?”

RJ Ellory bu yazdıklarıyla ilgili özür dilemesine rağmen, konu uzun süre peşini bırakmayacağa benziyor. Suç Romanı Yazarları Derneği konuyla ilgili yaptığı açıklamada Ellory’i kınarken internet okuyucu yorumlarını da kapsayan yeni etik kurallar yayımlayacaklarını bildirdi.

Ancak son dönemlerde edebiyat dünyasında yeni çıkan kitapları ve yazarlarını pazarlamak için kurgulanan stratejileri, kitap eklerinde para karşılığı yazdırılan tanıtım yazılarını ve okur üzerine uygulanan manüplasyonları düşündüğümüzde Amerikalı yazarın bu hali Brecht’in “Banka soymak nedir ki, banka kurmanın yanında?” sözünü hatırlatıyor.

FBI Ray Bradbury’ın komünist faaliyetlerini araştırmış
The Huffington Post'un Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası'ndan yararlanmak için yaptığı başvuru sonucunda ortaya çıkan FBI dosyaları, geçtiğimiz yüzyılın bilim kurgu alanındaki efsanelerden biri olan Ray Bradbury'nin 1960'lı yıllarda komünist eğilimler şüphesiyle FBI tarafından ciddi bir biçimde araştırılmış olduğunu gösterdi.

Bradbury, ABD hükümetini ve Amerika'daki gerçek ve şüpheli komünistleri araştıran Meclis Amerikandışı Aktiviteler Komisyonu'nu açık bir şekilde eleştirmesinden ötürü, FBI'ın kuşkularını üzerine çekti.

Bradbury'nin şüpheli hareketleri, bilim kurgu yazarlarının komünist olmaya eğilimli olduğunu ve bu türün insanların zihnine komünist ideolojiyi aşılamak için benzersiz bir güce sahip olduğunu söyleyen senaryo yazarı Martin Berkeley tarafından büroya bildirildi. Dosyada Berkeley durumu, "İnsanları devletin kurumlarına karşı zehirleyebilecek kadar popüler bir yazar olan Bradbury'nin bazı hikayelerinin tamamıyla Amerika Birleşik Devletleri'ne ve kapitalist görüşü benimseyen hükümete karşı olarak yazıldığını söyledi" şeklinde ifade etti.

Ancak Berkeley dışındaki muhbirlerle de görüşmüş olan büro, "Bradbury'nin hayatının herhangi bir döneminde CP'ye (Communist/Komünist Parti) üye olmuş olduğuyla ilgili herhangi bir bulguya rastlanmadı" sonucuna ulaşmış.

(soL - Kültür)