Dizi sektörü Türk sinemasını kurutuyor

DİSK’e bağlı Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen), dizi sektörünün Türk sineması üzerindeki olumsuz etkilerini değerlendiren ve sektördeki orman kanunlarını bir kez daha gündeme getiren bir açıklama yayımladı.

"Televizyon dizisi sektörü Türk Sineması'nı bozuyor mu?" başlıklı açıklamada, sinemanın bir yan ürünü olarak değerlendirilebilecek olan, ancak sanatsal değeri son derece tartışmalı olan televizyon dizilerinin sinema filmi üretimini ezici şekilde katlayan bir üretim ölçeğine ulaştığı ve dizi sektörünün yarattığı orman kanunlarının tüm sektöre egemen hale geldiği vurgulandı.

Sine-Sen’in paylaştığı verilere göre, Türkiye’de bir yılda yaklaşık 90 adet sinema filmi üretiliyor. Buna karşılık, her hafta 40 ila 70 adet, uzun metrajlı filmlerle aynı uzunlukta (90 dakikalık) TV dizisi bölümü çekiliyor. Yani, kaba bir hesapla, sinema sektörünün bir yılda ürettiği görüntü, TV kanallarında iki haftada üretiliyor.

Sinema filmi sektöründe üretim oldukça kobileşmiş durumda. Bu üretim tarzında senarist, yönetmen ve yapımcı genellikle aynı kişide toplanıyor. Üretilen filmlerin %90’ı küçük bütçeli ve gösterim olanağı bulamayan yapımlar. Küçük bütçeli sinema filmlerinin maliyeti, kabaca, 2-3 TV dizisi bölümüne denk geliyor. Bu küçük bütçeli filmleri üretenler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ulufe gibi görerek dağıttığı destekleri alıp, üstüne borç-harç ekleyebildikleriyle kendi yağlarıyla kavrulmaya çalışıyor. Yani kısaca, sinema sektöründe bir elin parmaklarını geçmeyen büyük yapım dışında ‘para dönmüyor’.

Her yıl Türkiye’deki 30 fakülteden mezun olan yüzlerce sinemacı, sinema filmi sektörünün küçük ve içine kapalı piyasasında iş bulamadıkları için dizi sektöründe dayatılan orman kanunları altında çalışmaya mahkûm ediliyor. Sinema alanında eğitim gören bu insanların emeği yaratıcı iradenin belirlenimindeki bir sanatsal üretime değil, reyting hesaplarının yönlendirdiği diziler üretmeye harcanmış oluyor.

“Dizilerde çalışmak, bitmeyen bir stajyerlik”
Her hafta bir uzun metrajlı film niceliğinde ürün çıkaracak kadar yoğun çalışan ve büyük paraların döndüğü dizi sektörü, dizi emekçilerine ne vaat ediyor?

Son zamanlarda dizi emekçileri tarafından sıkça gündeme getirildiği gibi, kadrosuz, güvencesiz, hatta ücretsiz çalışma dizi sektörüne tümüyle egemen. Sine-Sen’in açıklamasında bu tablo şu sözlerle tarif ediliyor: “TV kanallarına dizi yapan yapımcılar, her yıl, 30 tane fakülteden mezun, deneyimsiz insan kaynağının kapısında kuyruk olduğunu çok iyi biliyor. TV kanallarında çalışmak artık ‘bitmeyen bir stajyerlik’. Yani stajyer olarak al, bedava çalıştır. ‘Seni beğendik. Birkaç ay daha çalışırsan seni burada kadroya alabiliriz’ denilen stajyerler, sonra ‘Kadro açılmadı’ diye kapının önüne konuyor. Kapıdaki kuyrukta yeni adayların olduğunu bilen stajyerlere, ‘İstersen böyle devam et, belki kadro açılır’ denilerek umut sömürüsü ve bitmeyen stajyerlik devam ediyor.

"TV dizilerinde çalışmak, ‘ucuzun da ucuzu var!’ mantığıyla ilerliyor. Başlangıçta TV dizisi sektöründe de aslında eski Yeşilçam’ın adabı vardı. Fakat önce çalışanlara, kapıdaki kuyruk yüzünden, ‘Valla, istersen, yarım haftalıkla başla’ dendi. Ama birkaç yıl sonra kuyruklar uzayınca yarım haftalık teklifi de kalktı ve ‘yayın başlayınca’ denmeye başladı. Fakat kuyruklar daha da uzadı. Şimdi artık, ‘5-10 bölüm içerden başlarsan’ deniyor. Tabii, bu arada kadim dil de bozuldu. Dil ‘Lütfen muhasebeye uğrayın’dan ‘Yerse!’ye dönüştü. İşsizlik ve orman düzeni içindeki rekabet koşullarında, sanki bulanık suyun dibi hiç yok:
- Valla paramız yok ama satınca verebiliriz.
- Valla kanal paramızı vermedi.
- Valla kanalın durumu kötüymüş
- Valla battım, ne yapabilirim?
- Valla istersen mahkemeye de gidebilirsin tabii…

Durum bu olunca, Sinema Emekçileri Sendikası Hukuk Birimi’ne yığılan 40 dava “bitmeyen mahkemeler” sürecinin başında olduğumuzu gösteriyor.

"Diziler batınca herkes ‘yandık’ diyor. Ama bu sektör tutan diziler için de ‘ucuzun da ucuzu var’ mantığını sürdürmeye devam ediyor. Dizi tutunca taşeron yapımcı bu kez çalışanlar listesini masasına koyup, ‘Bu diziden daha fazla ne kadar kazanabilirim acaba?’ diye düşünmeye başlıyor. Önce, işe başlarken diş geçirmediği yaratıcılardan başlıyor. Örneğin sanat yönetmeni için, ‘Ben bu adama her hafta neden bu kadar vereyim ki?’ düşünmeye başlıyor. Hemen onu işten atıyor ve yerine asistanını terfi ettiriyor. Çürümenin sonu da olmadığı için, işten atma haberini vermeyi de asistana veriyor. Yıllarca çalışıp işi öğrenmesi gereken asistan, kısa sürede ‘sanat yönetmeni’ olunca, üstelik günde 16-18 saat çalışırken kendisini yetiştirmeye de artık hiç vakit bulamıyor. Böylece bilgi birikimi ve deneyimin de bir anlamı kalmıyor. Bu şartlarda sendika artık “taban fiyatı” bile saptayamaz duruma geliyor. Dünyada sineması başarılı ülkelerde hala en yaşlı gruplar sanat ve görüntü yönetmenleri gruplarıdır. TV dizisi sektörümüz sayesinde sinema çalışanları o kadar gençleşti ki. Acaba dünya yüzünde bize benzer bir ülke var mı?

"Mathieu Kassovitz’in ‘Protesto’ adlı filminde apartmanın üstünden ağır çekimde yere düşen bir genç şöyle diyordu: ‘Düşüyorum ama şimdilik işler yolunda !..’"

(soL – Haber Merkezi)