Borç: İyilik yapmak her zaman iyi bir şey mi?

'Hayat insana çok kötü dersler verebiliyor. Aynı zamanda çok güzel ödüller de sunuyor. Tufan gibi kişiler genellikle orta yolu kolladıkları ve kimseyle zıt düşmemek gibi bir kaygıyı yaşamlarının asli unsuru haline getirdiklerinden hayat içinde kaynayıp gidebiliyorlar.' Sözler İstanbul Film Festivali'nde Ulusal Yarışma'da en iyi film ödülünü kazanan Borç'un yönetmeni…

Gülay Dinçel

Vuslat Saraçoğlu’nun filmi Borç, İKSV 37. İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma’ya seçildi ve Altın Lale ödülünü aldı. Festival’den bir hafta önce tamamlanan film henüz gösterime girmedi. Borç, edebiyatın, sinemanın az eğildiği bir konuyu, iyiliği çok yalın ve incelikli bir yaklaşımla ele alıyor. Kötülük dururken iyilik neden sorgulansın? Hele Türkiye’de. İyiliği sorgulamak bir yana, ülkenin son 15 yılına bakarken ilericiler, her yerden fışkıran kötülüğün, cehaletin karşısında, “hipotetik” bir iyilikten güç almaya çalıştı. Saraçoğlu kamerasını kötülüğü de beslediğini düşündüğüm bu “hipotetik” iyiliğe çeviriyor. Borç, bağırmadan, sakince, zihin düğümlerini açan bir film. 

Sözü Vuslat Saraçoğlu’na bırakalım:

Sizi tanıyabilir miyiz? Neden sinema?
Tokat’ta doğdum. İzmir Bornova Anadolu Lisesi’nin ardından Bilgi Üniversitesi’nde Sosyoloji ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinde lisans eğitimimi tamamladım. Daha sonra yüksek lisans için Boğaziçi Üniversitesi’nde Atatürk İlke ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne girdim. Müzik Sosyolojisi alanında çalışmalar yapmaya başladım. Mithat Alam Film Merkezi sayesinde sinema ile tanıştım. Yoğun şekilde film izlemeye başladım. Sinema beni hızla büyüyen bir şekilde etkisi altına aldı. Ani bir kararla bu alanda çaba sarfetmeye karar verdim. 

‘İYİLİK VERİ KABUL EDİLİYOR’

Borç’un senaryosu size ait. Çok yalın bir anlatımla çok derinlikli bir Türkiye fotografı sunmayı başarmışsınız. Özellikle son 15 yıla dair toplumsal çözümlemelerin karmaşık varsayımlarını da boşa çıkardığınızı düşündüm filmi izlerken. Filmin arkaplanından biraz söz edebilir misiniz?
Borç’un ortaya çıkış hikayesi yaklaşık beş sene öncesine dayanıyor. İyilik ve kötülük kavramları üzerine düşünüyordum. Kötülük konusu çok farklı taraflarıyla irdelenirken, iyilik çoğunlukla tek boyutlu şekilde ele alınan bir başlıkmış gibi geliyordu bana. Mesela kötü bir karakter yaratılırken altı hep daha çok doldurulmaya çalışılıyor, neden “kötü” olduğuna dair pek çok sebep aranıyor ama iyi karakterler bir oranda verili kabul ediliyor. “Bu kişi neden kötü?” kadar “bu kişi neden iyi?” sorusu da önemliydi benim için. Bu süreçte çeşitli okumalar yaptım: Terry Eagleton’ın “Kötülük Üzerine Bir Deneme” isimli kitabının ve Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” üzerine söylediklerinin meseleyi zihnimde döndürürürken kıvam verici bir rol oynadıklarını düşünüyorum. Sonra şu soruları sordum kendime: 

  • İyilik yapmak her zaman iyi bir şey midir?
  • İyiliklerimiz görünür olmasa onları yine de yapmaya devam eder miyiz? 
  • İyilik yaptığımız kişi bize teşekkür etmese ne hissederiz?
  • İyilik yapmak içimizden mi geliyor, yoksa bize öyle öğretildiği için mi iyi olmaya çalışıyoruz?
  • Kendimizi daha çok sevmek için mi iyilik yapıyoruz?
  • Yoğun bir emekle oluşturulmamış bir şeyi birine sunmak gerçekten iyilik midir?
  • Kimilerimizin iyilik yapmaya herkesten daha çok ihtiyacı olabilir mi?

Bunları zihnimde döndürürken ortaya Tufan karakteri çıktı. Tufan hayatımın hemen her aşamasında denk geldiğim bir figürdü; kimseye rahatsızlık vermeyen, herkese yardım etmeye çalışan, herkesin “ne kadar iyi” deyip geçeceği türden biri. 

Hayat insana çok kötü dersler verebiliyor. Aynı zamanda çok güzel ödüller de sunuyor. Tufan gibi kişiler genellikle orta yolu kolladıkları ve kimseyle zıt düşmemek gibi bir kaygıyı yaşamlarının asli unsuru haline getirdiklerinden hayat içinde kaynayıp gidebiliyorlar. Tam bir “karakter” olamadıkları için ödüllerden de cezalardan da nasiplerini yeterince alamıyorlar sanki. İşte ben “Borç”ta böyle birini “karakter” yapmak istedim. Tufan gibi birisi normal davranışlarının, standart, ezberlenmiş tepkiselliklerinin işlemediği ara bir alanda ne yapar, diye sormak istedim.

Sordukça konu daha da derinleşti; Tufan’ın ayrıntılarına girmek, haritasını çıkarmaya çalışmak daha da önemli hale geldi. Onun her bir refleksinin, davranışının, bocalamasının ardında pek çok toplumsal kodu okumanın mümkün olduğunu fark ettim.

Tufan’a olan yaklaşımımda beni koşulsuz sahiplenme ve yargılamalardan alıkoyan bir şeyler vardı. Yazım süreci, öncesi ve sonrasında Tufan’a karşı hep çok karmaşık duygular içinde oldum. Bir taraftan içimi ısıtıyor, bir taraftan kaçma isteği uyandırıyordu. Bir taraftan benden biri, bir taraftan benimle alakası yok gibi duruyordu. Bir yanım şefkat duyuyor, bir yanım “normal”liğini ürkütücü buluyordu. Bu karmaşık hislerin filmimizi olumlu bir yere taşıyacağını düşündüm. Diğer karakterlerde de aynı şeyi gözetmeye çalıştım. Keskin bir tavırla, nihai bir analizle yaklaşamayacağım kadar tanıdık karakterlerdi; benden ve sevdiğim pek çok kişiden izler taşıyorlardı. Öyle kişiler yaratmak istedim ki “Bizim Tuncay Abi’ye ne kadar benziyor!” ya da “Vay be, aynı bizim Aysun Abla!” densin ve biz bu karakterlerin verili kabul ettiğimiz, normalde üzerinde hiç durmadığımız halleri üzerine biraz daha detaylı düşünme fırsatı bulalım.

‘ZİHNİ ÇOK AÇIK OYUNCULAR’

Filmde çok iyi oyunculuklar görüyoruz. Aynı zamanda jenerikte oyuncuların senaryoya katkısı vurgulanmış. Film sırasındaki yorumlar mı, senaryo aşamasında birlikte mi çalıştınız? 
Oyuncularım işlerinde çok başarılı olmalarının yanı sıra zihinleri fazlasıyla açık, fikirlerine ayrı ayrı saygı duyduğum insanlardı. Senaryonun oyuncularla birlikte evrilmesi fikri bana önceden beri sıcak gelirdi. Bizim deneyimimizde bundan çok iyi bir sonuç aldığımızı düşünüyorum. Biz de pek çok oyuncumuzla aylar öncesinden senaryoyu tartışmaya başladık. Diyalogları revize ettik, metne yeni unsurlar ekledik. Yeri geldi karakteri beraber yoğurduk. Çok zevkli bir süreçti. Serdar Orçin’in kendi sahnelerinin dışındaki noktalarda da önemli ve değerli katkıları oldu. 

Borç ilk filminiz değil. Daha önceki filmlerinizden, çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Borç’tan önce iki kısa filmim ve Müslüm Baba’nın Evlatları isminde bir belgeselim var. Müslüm Baba’nın Evlatları yüksek lisans sırasında Müslümcüler üzerine yazılmış bir makalemin devamı gibi oldu. Müslüm Gürses hayranları üzerine söylenen basma kalıp fikirleri dağıtmaya yönelik, Müslümcülüğü klasik hayranlık formlarından hatta zaman zaman arabeskçilikten bile ayrı tutan, Müslümcülüğü Müslümcülerden dinlemeyi amaçlayan bir çalışmaydı. O arkadaşlarla tanışmak, yer yer aynı atmosferi solumak ve onlarla bir üretimin içinde bulunmak bana çok önemli katkılar sağladı, hatta olaylara ve insanlara bakışımı büyük oranda değiştirdi. Özellikle önyargılar başlığında. Borç’un doğrudan Müslümcülerle pek bir ilgisi yok gibi görünse de Müslüm Baba’nın Evlatları olmasa Borç olmazdı diyebilirim. İki film arasında derine gömülü güçlü bir bağ olduğunu düşünüyorum.

Borç, İKSV 37. İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma’da en iyi film ödülünü, Altın Lale’yi aldı. Nasıl bir adaylık sürecinden geçerek seçildi? Başka festivallere katılıyor musunuz?
Başvurumuzdan bir süre sonra Ulusal Yarışma kategorisinde yer alacak on üç filmin arasına girdik. Yarışmada benim de çok beğendiğim filmler oldu. Hatta “En İyi Film” için favori filmlerimden birinin açıklanacağını düşünüp alkışlamak için iki elimi hazırda bekletirken ismimi duymak çok şaşırtıcı oldu.

Filmimizin ses tasarımı festival başlamadan altı yedi gün önce bitti dolayısıyla yurtdışında pek bir yere başvurma şansımız olmamıştı. Şimdi o sürecin içindeyiz.

Teşekkür ederiz.

BORÇ

Yönetmen: Vuslat Saraçoğlu
Senarist: Vuslat Saraçoğlu
Görüntü Yönetmeni: Meryem Yavuz
Kurgucu: Naim Kanat
Oyuncular: Serdar Orçin, İpek Türktan Kaynak, Rüçhan Çalışkur, Ozan Çelik, Beyti Engin, Feridun Koç, Öykü Sevinç, Ülkü Aybala Sunat

Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.