Bir dünya gericilik: Ezandan Salaya 'müzik'

TRT Müzik Dairesi Başkanlığı'nın aylık dergisi "Bir Dünya Müzik"in "Ezandan Salaya" kapaklı Ocak 2017 sayısı üzerine bir değerlendirme...

Ayhan Keser

Ülkemizde gerici uygulamalar öylesine azılı ve sapkın haller aldı ki, işin içinde birine dönük taciz ya da ölümlü saldırı yoksa, devlet imkanlarının bir din için araçsallaştırılmasını kanıksamamız bekleniyor. Bu açıdan bakıldığında TRT Müzik Dairesi Başkanlığı’nın aylık dergisi "Bir Dünya Müzik"in Ocak 2017 tarihli sayısının “Ezandan Salaya” manşetiyle sunulmasını garipsemeyenler çıkacaktır.

Sonuç olarak çocukları taciz eden ya da yakan bir felaketten bahsetmiyoruz ya!

Peki gerçekten öyle mi?

Toplumsal hayatın dinselleştirilmesi başlığını da kapsayan ve başkanlık tartışmasındaki “evet/hayır”a sığmayacak olan sınıf mücadeleleri ile ilgisi yok mu bu dosya konusunun ve işleniş biçiminin?

Anayasasında laik bir hukuk devleti olduğu iddia edilen bir ülkede, bütçesi yurttaşlardan toplanan vergilerle oluşturulan radyo ve televizyon kurumu tarafından yayımlanan bir müzik dergisinde belirli bir dinin değerleri tek gerçek olarak sunuluyorsa buna gericilik diyemez miyiz? 

MÜZİK Mİ İLAHİYAT MI?

Müzik tarihi üzerine yapılan çalışmalarda din olgusunun müzik üzerindeki etkileri önemli bir tartışma başlığı olageldi. Bu haliyle düşünüldüğünde TRT’nin dergisi aracılığı ile bu konuyu masaya yatırmasında öfkelenecek bir şey bulmayabilirsiniz. Ancak dergide müzik ve din arasındaki ilişkiden çok İslam dinini ve Allah’ı anlamak için müziğin ne kadar faydalı bir araç olacağı üzerinde duruluyor.

Dergide ele alınan ve alınmayan konuların seçiminin ötesinde yazı dili açısından da önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Yazıların çoğu din müzik ilişkisini ele almaktan ziyade müziğe din propaganda eden bir üsluba sahip.   

Eşi AKP Kadın Kolları Dış İlişkiler Daire Başkanı olan TRT Genel Müdürü Şenol Göka tarafından yazılan “İyilik, güzellik ve doğruluk yolunda; din ve müzik” başlıklı yazı şu şekile başlıyor:

“Cenabı Allah (C.C) yarattığı varlıkların her birine ayrı ayrı özellikler ihsan etmiş; ancak akıl, fikir, konuşma ve muhakeme yeteneği verdiği insanı tüm canlılardan ayrı kılmıştır. Bu ayrıcalıklı özellikleri, insanı iyiye, güzele ve doğruya yönlendirmek için de bir vasıtadır aynı zamanda. İnsan fıtratı gereği bir takım kabiliyetler, üstün meziyetlerle doğar ve ona bahşedilen yetenekleri doğrultusunda bazı sanat dallarıyla uğraşır. Böylece yaşadığı sürece varlığını geliştirir ve ruhunu besler. Müzik hiç kuşkusuz insanın iç dünyasına en kolay ulaşabilen, tesiri en güçlü sanat dallarından biridir.”

Bu dil, müziğin ya da din ile müzik arasında ilişkiyi inceleyen bir araştırmanın değil, müziğe İslami propaganda eden bir vaizin dili.

Müziği “yüce yaradan”ın insana bahşettiği kabiliyetlerden biri olarak değerlendiren Göka, kısa giriş yazısına daha fazla ne sıkıştırabilirim diye düşünmüş olsa gerek, konuya doğrudan İslami örneklerle devam ediyor:

“İslamiyet tarihi boyunca kutsal emanetimiz olan Kuran-ı Kerim’in okunuşu ‘kıraat’ ve ‘tecvit’ ilimleriyle, ayrıntılı bir şekilde saptanmıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz de (S.A.V) ‘Kur’an-ı seslerinizle süsleyiniz. Muhakkak güzel ses, Kur’an’a güzellik katar’ buyurmuşlardır. İslami kültürümüz içerisinde çok önemli bir yere sahip olan salavatlar, bayram tekbirleri, ezan-ı şerifler, salalar ve mevlitler ruhumuza ve iç dünyamıza hitap eden en güzel örneklerdir.”  

Mesele dinler tarihi ile müzik tarihini birleştiren bir çalışma hazırlamak olsa, İslam ve müzik ilişkisi üzerine de yoğunlaşılabilir elbet ancak böyle bir çalışmanın TRT Müzik Dairesi’ni üzen sonuçlar doğuracağı açık olduğundan, dergi İslami referanslarla bir din güzellemesinden öteye geçemiyor.

Nasıl bir dil ile karşı karşı karşıya olduğumuzun netleşmesi için, sabrınıza teşekkür ederek, derginin editörlerinden Nesrin Büyükturan’ın hazırladığı dosya için yazdığı iki yazıdan birer örnek ile Figen Göktaş’ın Ömer Faruk Belviranlı ile yaptığı röportajdaki ilk sorusunu sunuyorum:

“Önce O vardı tek olan. Eskiler ona Elif de der. ‘Ol’ dedi düşüncesinden yarattı boşluğu. Ve tüm yaratılanlar onun huzurunda ulu bir müzik icra ettiler. O, bu müziği izlenir görülür bir hayale çevirdi. Bu müzik eşliğinde can verdi evimiz olan mavi küreye...” ( Yer gök müzik: HAYY’dan geldik HU’ya gidiyoruz)

“Daha bebekken kulağına okunan ezanla başlamadın mı sen bu hayata? Ve hayatın boyunca her ‘sabah ezanı’ seni korkularından, üzerine kap kara çöken gece-nin tortularından kurtarmadı mı, sabahın aydınlığını serpmedi mi içine?” (İnanç ve Müzik)

“Neredeyse insanlık tarihiyle var olan müzik ve Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği en son din olan İslâm’ın ilişkisini konuşmak isteriz sizinle...” (Ömer Faruk Belviranlı ile röportaj)

İlk iki örnek yazıların ilk cümleleri, üçüncüsü ise röportajın ilk sorusu. Yani okurken karşınıza çıkan ilk şey açıkça ve sadece İslam dinine ait ön kabullerin propaganda edilmesi oluyor. Bu haliyle derginin dosya konusu TRT Müzik Dairesi’nden çok herhangi bir ilahiyat dergisini çağrıştırıyor. Elbette o açıdan da karşımızda alıntıladığım vasatlığın ötesini bulmamız olanaksız.

MÜZİĞE GERİCİ SALDIRI

Müziğin din ile ilişkisinin incelenmesini gericilik olarak göremeyiz elbet. İnsanlık tarihinin en önemli olgularından biri olan din ile müzik arasındaki ilişki incelenmeli ve buradan sonuçlar çıkarılmalıdır, müziği dinden özgürleştiren sonuçlar…

Din, tanımı gereği bir yasaklar silsilesini barındırır içinde. Müzik ile ilişkisinde de bu yasakların izini görmemek imkansız. Klasik batı müziğinin gelişiminde din müziğinin önemi açık ancak yine aynı tarih, üretim ilişkilerinde yaşanan dönüşümlerle birlikte dinin müziğin gelişimini sınırlamak için giriştiği çabaları da yazıyor. Müziğin filizlenmekte olan yeni toplumsal düzen ile halk arasında kurduğu ilişkiden rahatsız olan kilisenin yalnızca dört diziye izin vererek bunun dışını sapkınlık olarak nitelendirmesinin nedeni din ile egemen güçler arasındaki kopmaz bağlarda aranmalı. 

Yukarıdaki örneği, bilinçli olarak, müzik tarihindeki izi çok kuvvetli olan hristiyanlıktan verdim. Müzik ile en içli dışlı olan dinde bile müzik ya ilahi güce tapınmanın aracı olarak değerlendiriliyor ya da kontrol edilmesi gereken bir sapkınlık. Kilise müziğinin müziğin tarihsel gelişimine yaptığı katkılar ise insanlığın teslim olmayan yaratıcı gücünün eseri olarak not edilebilir yalnızca.

“Bir Dünya Müzik” dergisinde din ve müzik arasındaki ilişkiyi doğrudan İslam propagandası yapmadan ele alan tek yazı “Müziğin dindeki yeri” başlığını taşıyor. Bu yazı ise “zaten bütün dinlerde müzik önemli bir yer tutmuştur” saptamasının örneklendirilmesine dayanıyor. Yani kısıtlamalar ve engelleri diyalektik bir ilişki içinde görmek yerine her dinin aslında müziği ne kadar da sevdiğini okumuş oluyoruz bu yazıda.

Ancak gericilik burada da bilimsellikten uzak, öznel tercihlerden kaçınmıyor: “Aslında yeryüzündeki bütün dinler, müziği ibadet ve ritüellerde kullanmıştır. Buna özellikle semavi dinlerde rastlanır.”

Burada “özellikle semavi dinler” vurgusunun tek gerekçesi yazarın semavi dinleri önemsiyor olması. Çünkü insanlığın en ilkel dini ritüellerinin ritim ve insan sesine dayalı müzikli ayinler olduğu bilinen bir gerçek. Dolayısıyla müzik ile ibadet ilişkisine bir “özellikle” varsa, orada gericiliğin görmezden geldiği çok tanrılı dinlere işaret edilmelidir.

Yazının başında “sonuç olarak çocukları taciz eden ya da yakan bir felaketten bahsetmiyoruz ya!” ironisi ile gericilik algısının da bazı kanıksamaları barındırdığına işaret etmiştim. Müziğin gelişkin ve özgür bir toplumun inşasındaki rolü düşünüldüğünde bu alandaki gerici uygulamaların sineye çekilmesinin çocuklarımızı daha büyük felaketlerin içine sürükleyeceğini vurgulamak durumundayım.

Her zaman iktidarın emrinde olsa da özellikle 15 Temmuz’dan sonra tamamıyla AKP propaganda bürosu olarak çalışan TRT’nin kültür sanat alanında gerici tahakküm için yürüttüğü faaliyetleri bu nedenle kanıksamamalıyız.

Gericilik, en geniş anlamıyla, insanlığın evrensel birikiminin sınırlandırılması, tüketilmesi ve inkarı olarak tanımlanabilir. Bu tanım insanlığın evrensel birikimi dediğimiz şeyi yani sınıf mücadelelerinden miras kalan tüm değerleri gericiler ve ilericilerin kavgasının zemini haline getirir. Çünkü insanlığın evrensel birikimini koruyup geliştiremeyen sınıf, çocuklarının geleceğini asla koruyamaz.